0 YAPILAN YORUMLAR
21783 GÖRÜNTÜLENME
0 TAKİPÇİ
0 BEĞENİ
Kelimelerdeki Resim: Tülay Palaz

Kelimelerdeki Resim: Tülay Palaz

Öncelikle merhaba nasılsınız? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Merhabalar, teşekkür ederim. Elbette biraz bahsedeyim, 1983 yılında Bursa’da doğdum ve çocukluğumdan beri hayatım İstanbul, Bursa arasında geçti. Aslen göçmen bir ailenin çocuğuyum ve güzel sanatlar eğitimi almamda bunun etkisi olmuştur. Bursa Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Resim bölümünü dereceyle bitirdikten sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Bölümüne girdim. Elbette bu dönemde İstanbul’da yaşamaya başladım ve uzun bir süre hem çalıştım hem de okulu bitirmek için uğraştım Gode Reklam ajansı ve Alametifarika gibi ajanslarda çalıştıktan sonra Bursa’ya dönerek Uludağ Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ders vermeye başladım, bir süre  sonra aynı üniversitenin Teknik Bilimler Yüksekokulu’nda Grafik Bölümü’nde tasarım derslerine girdim. Bu sırada yüksek lisansa başladım ve bu süreç tez aşamasında halen devam etmekte. Yine 2010 yılının Mart ayında iki arkadaşımla birlikte Markabanka Reklam ve Tasarım Ofisi’ni kurduk ve halen çalışmalarımı kurucu ortağı olduğum bu ajansta sürdürmekteyim.  Bunun yanı sıra Faruk Saraç Tasarım Meslek Yüksekokulu’nda illüstrasyon derslerine giriyorum ve deneyimlerimi arkadaşlarla paylaşıyorum.

 Aslında eğitim hayatınız küçüklüğünüzden beri resimle ilintili, lisede keza ortaokulda aldığınız resim kursu peki bu hissi hiç katbettiğiniz oldu mu? Resimle ilgili grafikle ilgili tıkandığınız bir nokta ya da bu noktayı nasıl aştınız?

Evet, resim çizmeye küçük yaşlarda başladım, ortaokuldaki atölye deneyimlerim ya da lisede aldığım resim eğitimi benim için hep çok keyifli oldu. Bir işi sevdiğiniz zaman ona ne kadar vakit ya da emek harcadığınızın çok da bir önemi kalmıyor. Yeter ki sonucu içinize sinsin. Bu dönemlerin sonrasındaki üniversite zamanı benim için gerçek bir tıkanma dönemi oldu. Grafik disiplini, resimden öte benim için yeniydi ve açıkçası içinde bulunduğumuz proje süreçleri bizim için (sadece benim için değil, dönem arkadaşlarım için de) epey zorluydu. Bu zorluğun aslında bize kattıklarını görmezden gelemem, fakat yıpratıcı olduğunu da itiraf etmek zorundayım. Tasarım doğruları içinde yoğrulduğumuz ve kafa patlattığımız o dönem benim için illüstrasyondan da uzaklaştığım bir dönem oldu. Çok da iyi yanlarıyla hatırlayamadığım o dönemi mezun olduktan sonra atlatabildim. Sonrasında da edebiyata ve illüstrasyona daha çok vakit ayırma imkanı buldum.

  Biraz da illüstrasyonlarla ilgili konuşmak istiyorum. İllüstratörsünüz bu süreç nasıl gelişti? Bu alana yönelişiniz nasıl oldu? Çünkü yaptığınız iş bana göre çok sade gibi görünen ama çok karmaşık bir yapıya sahip özellikle Kafkaokur için tasarladıklarınız.

İlk illüstrasyonlarım Sabitfikir dergisinde yayınlandıktan sonra en çok severek yapacağım işin bu olduğunu hissettim. Sonrasında Kafkaokur’un editörü Gökhan Demir ile tanıştık ve dergi için neler yapabilirizi konuştuk. İlk Frida’yı çizmiştim zaten.

Edebiyat illüstrasyon ilişkisi birbiri ile çok ilintili. Aslında illüstrasyon, kelimelerle resim yapmak bana göre. Bu anlamda yaptığım portreleri ben, sıkı bir araştırmadan sonra, o hayatlara dair parçaları ekleyerek elde ediyorum. Elbette bir portreye baktığınız zaman ilk hissettiğiniz önemlidir. Ancak bunun ötesinde de ne yapılabiliri düşündüm. Her birimiz gün içinde yeni tanıştığımız ya da bir kaç dakikalığına gördüğümüz o simaların ardında neler olduğunu bilmiyoruz. Kafkaokur’un kapaklarında özellikle edebiyata dair önemli izler bırakan bu karakterlerin hayatlarından da parçalar olsun istedim. Dediğim gibi kelimlerle resim yapmak bana göre biraz da bu.

  Peki Türkiye’de ne zaman popüler olmaya başladı bu? Sizin sevdiğiniz ya da takip ettiğiniz illüstratörler var mı? Varsa kimler?

Ben edebiyat dergilerinin artması ile git gide artan bir ilgi oluştuğunu düşünüyorum hep. Elbette bu çeşitlilik bir yandan iyi- farklı kalemlerle tanışma anlamında-bir yandan da eleyici bir platform olarak görülebilir. Umarım ki emek veren herkes Türkiye’de sanata ve edebiyata daha çok ilgi duyulmasını sağlasın, paylaşarak artsın. Sedat Girgin, Mert Tugen ve Ethem Onur Bilgiç gibi çok başarılı isimler var, ben de onları zevkle takip ediyorum.

   İlerisi için nasıl planlarınız var ya da şu an devam etmekte olan projeleriniz neler?

Şu anda Ekim ayında bir sergi projesi için çalışmaktayım. Ben aynı zamanda gezdiğim ülkeler ve şehirlerle ilgili notlar alıyor, onları fotoğraflıyor, mimarilerinin illüstrasyonlarını çiziyor ve varsa o bölgeye özel karakterleri betimliyorum. Çok zevkli bir iş bu benim için, bir kaçını internette paylaştıktan sonra yurtdışında pek çok sitede haber olduğunu gördüm. Sonra bir sergiye dönüşmesi gerektiğini düşündüm. Hem fotoğraf, hem gezi, hem de illüstrasyonu içinde barındıran bir proje bu.

Bunun yanı sıra Kasım ayında Tüyap Sanat Fuarı için hazırlık yapmaktayım. Yakın gelecek böyle, ancak çok uzağı planlamak pek bana göre değil sanırım


 Bir de şunu merak ediyorum açıkcası mesela Haruki Murakami’nin Uyku kitabı gibi bir proje yapmak ister misiniz?  Ve hangi yazarın kitabına illüstrasyonlar çizmek isterdiniz?

Haruki Murakami’nin Uyku projesi muhteşem bir proje. Buna benzer bir proje için çalışıyorum, sevilen bir kitabın benim için önemli “an”larını çizdim. Bu konuda da yazarı ile görüşmelerimize devam etmekteyiz, yakın gelecekte güzel sonuçlanacak umarım. 

Bunun yanı sıra zaman zaman Kafkaokur’daki röportaj ve metinlere illüstrasyonlar çiziyorum. Mesela Ece Temelkuran’a sevgili Dilek Atlı ile gittiğimiz röportajda Oğuz Atay’ı konuşmuştuk. Bu röportajın illüstrasyonunda Devir kitabının Ali ve Ayşe’si, Oğuz Atay’a kelebekler gönderiyordu. O çok severek yaptığım bir çalışmadır.

 Buradan edebiyata geçmek istiyorum sevdiğiniz duygusal olarak kendinize benzettiğiniz yazar-şairler kimler ve bize aklınıza gelen birkaç dizeyi söyler misiniz?


Ben bu aralar en çok üzerine düşündüğüm Marjane Satrapi’yi anmak istiyorum. Persepolis benim severek okuduğum bir çizgi roman, keza animasyonu da beni çok etkilemiştir.

“Adalet senin işin değil, senin görevin sadece bağışlamak.” Cümlesini sık sık hatırlarım bu kitaptan.


Ve elbette Sabahattin Ali;

“Dünyanın en basit ,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!..Niçin bunu anlamakta bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?”


  Son olarak eklemek istedikleriniz.

Zaman zaman Kafkaokur’u takip eden arkadaşlardan mailler, mesajlar alıyorum. Bu okuyucular yeni çizmeye başlayanlar ya da yazmaya başlayanlar oluyor.Farklı okullarda okusalar da ya da yaptıkları meslekler farklı olsa da yazmayı ve çizmeyi bırakmamaları konusunda naçizane önerilerde bulunuyorum. Bu sanırım iç güdüsel bir şey ve değeri bilinmeli mutlaka. Yine Sabahattin Ali’nin güzel bir alıntısını paylaşacağım bu konuda belki de anlatmak istediklerime tercüman olur. “Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.”

0
6320
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage