Galeri 77, Roman Kakoyan’ın “Form ve Mekân (Form & Space)” başlıklı ilk kişisel sergisini 3 Mayıs’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
İnsanların ilk elden deneyimleyebileceği fiziksel alanlar yaratma fikrine derinden bağlı Roman Kakoyan’ın hayal gücünü gerçeklikle harmanladığı merak ve duygu uyandıran eserlerinin yer aldığı sergi, sanatçının gerçek ile gerçek dışı arasındaki sınırların muğlaklaşarak kusursuz bir şekilde birleştiği, tekinsiz ama aynı zamanda karamsar olmaktan çok düşündürücü bir dinginliğe de sahip hibrit mekânlarına odaklanıyor.
Sanatçının son zamanlarda merak duyduğu psikoloji üzerine gerçekleştirdiği araştırmalar sırasında keşfettiği ve bireyin çelişen düşünceler, inançlar veya algılar karşısında yaşadığı içsel rahatsızlığı tanımlayan “bilişsel çelişki” (cognitive dissonance) kavramını da sorgulamaya açan sergi, Kakoyan’ın kompozisyonlarında oluşturduğu mekânsal gerilimler, ışık ve gölge arasındaki dinamik ilişkiler, iç-dış mekân arasındaki sınırların belirsizleşmesi gibi ikilikler üzerinden izleyicinin duygusal tepkilerini tetikliyor. Resimlerdeki mekânlar bir yandan tanıdık ve güvenilir görünürken, diğer yandan terk edilmişlik hissi uyandıran yapısı sebebiyle bizleri “Bu alanlar gerçekten yaşanmış yerler mi, yoksa yalnızca zihinsel bir kurgu mu?” sorusuyla baş başa bırakıyor. Sergi, sanatçının 2020’den bu yana geçirdiği dönüşümü, anlatıdan arınmış, giderek daha minimal ve soyut bir anlayışa doğru ilerleyen çarpıcı değişimi gözer önüne seriyor.
Künye:
1. Roman Kakoyan On the Seashore 2024 Oil on canvas 98x143cm
2. Roman Kakoyan Circular Apartment 2022 Oil on canvas 120x162cm
3. Roman Kakoyan 6th Line 2021 Oil on canvas 52x70cm
4. Roman Kakoyan Guardian of Sunflowers 2023 Oil on canvas 120x100cm
5. Roman Kakoyan Room N4 2023 Oil on canvas 100x60cm
Heykel sanatçısı akademisyen Prof. Rahmi Aksungur’un retrospektif sergisi 14 Temmuz tarihine kadar İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, Türk plastik sanatlarının önde gelen isimlerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Eserlerinde geçmişin gelenekleri ile geleceğin olanaklarını harmanlayarak modernist sanata önemli katkılarda bulunan Rahmi Aksungur, geleneksel heykel sanatının sınırlarını zorlayan ve yenilikçi bir yaklaşım benimseyen eserleriyle tanınıyor. Bronz, ahşap ve taş gibi malzemelerle ürettiği eserlerinde, özellikle ızgara (grid) formunu hem yapısal bir araç hem de sanatsal bir ifade biçimi olarak kullanıyor. Sanatçı, mekân, çevre ve ölçek ilişkisini temel alarak gündelik nesneler, canlı varlıklar ve mitolojik ögelerden esinleniyor. Modern heykel sanatına özgü bir dil geliştiren Aksungur’un eserleri, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü işlevi görüyor.
Sergide, Aksungur’un sanat yaşamının çeşitli dönemlerinde ürettiği eserlerin yanı sıra, çeşitli kurumlardan ve koleksiyonerlerden ödünç alınan 70’ten fazla heykel, eskiz defterlerinden örnekler ve heykel çizimleri yer alıyor. Sergiyle eşzamanlı olarak hazırlanan ve Doç. Dr. Fırat Arapoğlu tarafından kaleme alınan kapsamlı katalog, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle sanatseverlerin beğenisine sunuluyor.
Künye:
1. Pegasus Epoksi 2024, 15x44x75 Cm. Özel Koleksiyon
2. Cırcır Kompozit 2022, 63x18.5x42 Cm. Özel Koleksiyon
3. Sarman Epoksi 2024, 16x23x43 Cm. Özel Koleksiyon
Dirimart, Jak İhmalyan’ın galerideki ilk sergisini 19 Nisan-18 Mayıs tarihleri arasında Pera’daki mekânında sanatseverlerle buluşturacak.
Jak İhmalyan’ın sürgün, hafıza ve resim pratiğine bağlılığıyla şekillenmiş dünyasına davet niteliğindeki sergi, sanatçının yüze yakın tablo ve desenini bir araya getirerek ressamın pratiğine kapsamlı bir bakış sunarken, eserlerini geniş bir izleyici topluluğuyla buluşturmayı amaçlıyor.
1922’de İstanbul’da doğan İhmalyan, sanat eğitimine Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki ilk hocalık döneminde başladı ve Türkiye modern sanat tarihinde bir dönüm noktası olan 1941 tarihli Liman Sergisi’ne katıldı. 1949 yılında politik nedenlerle yurtdışına çıkmak zorunda kalan sanatçı, Beyrut, Varşova, Pekin ve Moskova’da yaşadı; Abidin Dino, Nâzım Hikmet ve Ara Güler gibi dostları aracılığıyla Türkiye’yle bağını yaşamı boyunca korudu. Sergide yer alan ve 1968-1978 yılları arasında üretilmiş eserler, kronolojik bir sıralamadan bağımsız, sekiz ayrı tematik grup altında sergileniyor. Sokak hayatı, natürmortlar, portreler, sirk temaları ve soyutlamaya yaklaşan kompozisyonlar gibi konular üzerinden sanatçının figüratif dili, renk alanları, Anadolu motifleri ve kendine has üslubu izleyiciye sunuluyor. Türkiye sanat tarihi yazınında etnik ya da dini köken bazlı kategorileştirmeler sonucunda gerektiği şekilde anılmayan Jak İhmalyan, yeniden keşfedilmeyi bekleyen pek çok sanatçıdan biri. Çok sayıda eserin bir araya geldiği bu geniş kapsamlı seçki ve sergi sırasında yayımlanacak sanatçı monografisiyle, sanatçının yaşamı ve üretim pratiğine dair yeni sorulara ve merak alanlarına kapı aralanması hedefleniyor.
Künye:
1. Untitled, 1970 kağıt üzerine yağlıboya 61x86cm
2. Untitled, 1973 tuval üzerine yağlıboya Oil on canvas 35 x 50 cm
3. Untitled, 1971 karton üzerine yağlıboya Oil on cardboard, 96 x 71.5 cm
4. Untitled, 1973 Karton üzerine yağlıboya Oil on cardboard 100 x 80 cm
5. Untitled, 1970, karton üzerine yağlıboya, oil on cardboard 99.5 x 80 cm
Warner Bros. Discovery’nin küresel premium dijital yayın platformu Max, Türkiye’de yayına başladı.
BluTV’nin Max’e dönüşmesiyle birlikte üyeler, BluTV’ye oranla yüzlerce farklı içerik ile binlerce saat daha fazla deneyim sunan, gelişmiş özellikler ve işlevlere sahip dijital yayın platformu Max’e giriş yapabiliyorlar. Yapılan lansman toplantısında Max’te yayımlanacak üç yeni yerli yapım Kaosun Anatomisi, Jasmine ve Feride de duyuruldu. Ayrıca daha önce duyurulan yerli yapımlar İlk Göktürk, Prens ve Çekiç ve Gül: Bir Behzat Ç. Hikayesi’nin yeni sezonlarından ilk görüntüleri de paylaşıldı.
Lansman itibarıyla, tüm yeni yerli yapımlar ve mevcut içeriklerin devam yeni sezonları Max Originals markasını taşıyacak ve Türkiye’nin yanı sıra küresel anlamda izleyicilerle buluşacak. Ayrıca Max üyeleri, Warner Bros. Discovery’nin kapsamlı ve genişletilmiş içerikleri ile The Last of Us’ın merakla beklenen ikinci sezonunu ve The Handmaid’s Tale’in final sezonunu izleyebilecekler.
Warner Bros. Discovery Orta ve Doğu Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Türkiye Genel Müdürü Jamie Cooke şunları söyledi: “Max’in Türkiye’de yayına başlaması, Warner Bros. Discovery için önemli bir kilometre taşı ve BluTV’nin portföyümüze dahil oluşunun başarılı bir şekilde tamamlandığını gösteriyor. Gelişmiş platformumuz Max sayesinde daha da geniş bir içerik kütüphanesiyle birinci sınıf bir eğlence yelpazesi sunarak, bölgedeki ayak izimizi güçlendiriyoruz. İnanılmaz derecede zengin bir hikâye anlatımı mirasına sahip olan Türkiye’de, en kaliteli yerli yapımları Max’in küresel çapta başarıya ulaşmış yapımlarıyla bir araya getiren birinci sınıf bir içerik deneyimi sunuyor.”
Türkiye Başkan Yardımcısı, Yerli Orijinal Yapımlar, Ulusal Kanallar ve Dijital Platform Operasyon Lideri Deniz Şaşmaz Oflaz ise şunları söyledi: “Max’in lansmanı, Türkiye’deki varlığımız için belirleyici bir an. Ülke olarak, canlı bir hikâye anlatma geleneğine ve gelişen bir eğlence endüstrisine sahibiz. Max ile sadece birinci sınıf içeriklerimizi Türk izleyicisiyle buluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin kendine özgü kültürünü ve hikayelerini anlatan yerli yeteneklere ve yapımlara yaptığımız yatırımı da artırıyoruz.”
Max hakkında ayrıntılı bilgiye ve paketlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Banu Yıldıran Genç’in Latife Tekin’den Ali Smith’e onlarca yazarın kitabını inceleyerek insanın kendini edebiyat aracılığıyla yeniden inşa etmesini ele alan denemelerinden oluşan ikinci kitabı Yan Yana Durduğumuz Zamanlar, Notos Kitap’tan çıktı.
Yan Yana Durduğumuz Zamanlar’da yas, kadınlık, annelik üzerine derinlemesine düşünürken edebiyatın aynı zamanda iyileştirici bir güç, bir dayanışma biçimi olduğunu hatırlatıyor.
Kitap; Latife Tekin, Selçuk Baran, Kadire Bozkurt, Samanta Schweblin, Ali Smith’in de bulunduğu, bizim edebiyatımızın yanı sıra dünya edebiyatından yazarların kitaplarını ele alıyor. Okurlarını kendi hikâyesini, hayata tutunma biçimlerini düşünmeye çağırıyor.
Anna Laudel Düsseldorf, sanatçı ikilisi Ertuğrul Güngör ve Faruk Ertekin’in “Ortak Ateşte: Bir Kilden İki Vazo” başlıklı Avrupa’daki ilk kapsamlı sergilerini 7 Haziran’a kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Güngör ve Ertekin’in geleneksel seramik sanatının sınırlarını aşan yaratıcı üretimlerindeki beraberlikten beslenen “Ortak Ateşte: Bir Kilden İki Vazo” sergisi, kavramsal çerçevesini ikilikler ve ikilemler üzerine kuruyor ve zıtlıklar ile birliktelikleri göz önüne seriyor. Sergi aynı zamanda ikilinin kariyerlerinde belirleyici bir dönüm noktasını da işaret ediyor.
Çocukluklarını Kütahya’da birlikte geçiren ve sanat pratiklerini kentin zengin kültürel mirası ile çini ve seramik tarihinden beslenerek şekillendiren sanatçı ikilisi, seramik aracılığıyla ortaya çıkan özgün sanatsal üretimlerinde, kimlik, miras, kültür, aidiyet, hafıza ve dönüşüm gibi temaları derinlemesine sorguluyor. Sanatsal pratiklerinin merkezine yerleşen seramiği duygusal ve kültürel bir ifade aracı olarak kullanan ikili, geleneksel motifleri çağdaş figürlerle harmanlayarak hem geçmişe hem de bugüne seslenen işler üretiyor.
Sanatçılar yeni dönem eserlerinde hayatlarında yaşadıkları ikilikler ve ikilemleri, geleneksel Kütahya çini motifleri, Osmanlı estetiği, Hristiyan ikonografisi ve mitolojik anlatıları kendi dilleri üzerinden yeniden yorumlayarak izleyiciye sunuyor. Sergi için özel olarak hazırlanan seçki, Kütahya’da yaşamış Ermeni zanaatkârların ürettiği figüratif tasvirlerden ve ikonalardan ilham alıyor. Farklı boyutlarda yaklaşık 15 eserin yer aldığı seçkide tekrar eden motif; alevler içerisinde yanan vazolar, dönüşüm ve yeniden doğuş temalarını hem görsel hem de kavramsal bir şekilde izleyiciye sunuyor.
“Ortak Ateşte: Bir Kilden İki Vazo” sergisinin ismi ise iki farklı konuya işaret ediyor. Serginin temelini oluşturan “Ortak Ateş” hem malzemeyi hem de insanı dönüştüren bir metafor olarak ateşin seramiği dönüştürme sürecini ve sanatçıların iş birliğini temsil ediyor. “Bir Kilden İki Vazo” ise, aynı coğrafyada ve kültürel geçmişle büyüyen, dolayısıyla ortak bir hamurdan şekillenen sanatçıların farklı bireyler olma yolculuğu ve bu farklılıklar içindeki birlikteliklerini vurguluyor.
Künye:
1-2. Ertuğrul Güngör & Faruk Ertekin Photo by Katja Illner
3-4. Ertuğrul Güngör & Faruk Ertekin 2025 Courtesy of Anna Laudel and the artist
5. Ertuğrul Güngör & Faruk Ertekin, Firing Thoughts in the Dark, 2025, Under glaze painting on ceramic, 119hx159w cm
Burçak Yakıcı’nın küratörlüğünü üstlendiği “Schwarzenbach’ın Objektifinden Ankara’da İsviçre İzleri” başlıklı sergi, 24 Nisan’a kadar Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
İsviçre Büyükelçiliği’nin desteğiyle düzenlenen “Schwarzenbach’ın Objektifinden Ankara’da İsviçre İzleri” sergisi, Ankara’da Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleşen İsviçre-Türkiye arasında mimari, kültürel ve entelektüel etkileşime odaklanıyor. 1933’te bu sürecin kaydını tutan İsviçreli yazar, fotoğrafçı ve gazeteci Annemarie Schwarzenbach’ın Türkiye’ye gerçekleştirdiği seyahatinden fotoğraf ve yazılarından kesitler Türkiye’de ilk kez izleyici karşısına çıkıyor.
Türkiye ve İsviçre arasında 1925 yılında imzalanan Dostluk Antlaşması’nın 100. yılı vesilesiyle düzenlenen sergi, iki ülke arasındaki tarihsel ve kültürel etkileşimi mimari ve sanatsal anlatılar üzerinden ele alıyor. İsviçre Ulusal Kütüphanesi, Annemarie Schwarzenbach Arşivi ile Cenevre, Zürih ve Bern üniversitelerinden sağlanan arşiv çalışmaları doğrultusunda yürütülen küratöryel araştırma sürecinin ardından, Schwarzenbach’ın görüntülerinde Ankara’nın şehir manzarasından kesitler yer alırken, kentin mimari dönüşümü dönemin yenilik ruhunu ve uluslararası iş birliğini de gözler önüne seriyor. Sergi, İsviçreli-Avusturyalı mimar Ernst Arnold Egli ile birlikte çalışan ve Ankara’nın bir başkent olarak inşa edilme sürecinde rol oynayan Arif Hikmet Holtay, Sedad Hakkı Eldem, Emin Onat ve Bedri Uçar gibi birçok mimarı da anıyor. İsviçre ve Türkiye arasındaki 100 yıllık dostluğun bir yansıması olan bu sergi, iki ülkenin ortak geçmişini keşfetme fırsatı sunuyor.
Künye:
1. Annemarie Schwarzenbach, Anadolu’da 1933 Siyah-beyaz fotoğraf Fotoğrafçı_ Bilinmiyor İsviçre Edebiyat Arşivi, İsviçre Ulusal Kütüphanesi
2. Annemarie Schwarzenbach Güven Anıtı, Ankara 1933, İsviçre Edebiyat Arşivi, İsviçre Ulusal Kütüphanesi
3. Annemarie Schwarzenbach Güven Anıtı, Ankara 1933, İsviçre Edebiyat Arşivi, İsviçre Ulusal Kütüphanesi Annemarie Schwarzenbach Güven Monument, Ankara 1933–1934 Swiss Literary Archives, National Library of Switzerland
4. Annemarie Schwarzenbach Türkiye, Ankara Şehir Manzarası Şehir Üzerine Bakış 1933 İsviçre Edebiyat Arşivi, İsviçre Ulusal Kütüphanesi
Romanlarıyla tanıdığımız Rachel Cusk’ın ilk yayımlandığı 2001 yılında tartışmalara yol açan, zaman içinde annelik deneyimini ele alan kitaplar içinde bir kilometre taşı hâline gelen kitabı Bir Ömrün Emeği – Anne Olmaya Dair, Roza Hakmen’in çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Cusk, anı ve deneme türleri arasında salınan üç düzyazı kitabının ilkinde hamilelik sürecini ve anneliğinin birinci yılını anlatıyor ve buradan başka birçok meseleye açılıyor: Kadın bedeni ve bedensel acı; toplumun kadına, doğuma ve çocuk bakmaya yaklaşımı; aile ve çocuk bakımı emeği; uykunun ve gecenin değişen anlamı…
Annelik deneyimini aktarırken bu dönemde okuduğu romanların Savaş ve Barış, Keyif Evi, Madame Bovary annelikle ilgili kısımlarını da tartışıyor, doğuma ve anneliğe hazırlanma ve çocuk bakımı konulu devasa literatürün kimi örneklerini sıkı bir eleştirel okumaya tabi tutuyor.
“Cusk yitirdiği özgürlük için tuttuğu yastan, çaresizlik duygusundan, acı, can sıkıntısı ve suçluluk hissinden açıkça söz etmekten korkmuyor ama tüm bunları annenin bebeği için duyduğu tarif edilmesi imkânsız sevginin bağlamı içinde yapıyor.” - The Observer
Yaz Kocacıklıoğlu’nun “Saray Odaları” başlıklı kişisel sergisi 27 Nisan’a kadar G-art Galeri’de sanatseverlerle buluşuyor.
G-art Galeri, yeni yeteneklere yer verdiği “Rising Talents” sergilerine, genç sanatçı Yaz Kocacıklıoğlu’nun “Saray Odaları” sergisiyle devam ediyor. Kocacıklıoğlu, Osmanlı haremlerinden günümüz İstanbul’unun üst-orta sınıf sosyal çevrelerine uzanan, Türkiye’de kadınların ve onlara ait mekânların evrimini inceleyen bir perspektifle düşünsel ve çok katmanlı bir sergi sunuyor.
London Camberwell College of Arts’da sanat eğitimine devam eden Kocacıklıoğlu, kişisel deneyimlerinden ve tarihi araştırmalardan yola çıkarak, Doğu ile Batı, gelenek ile modernite, dini tarih ile seküler arzu arasında var olan “İstanbullu kadınların” yani kendi deyimiyle “İstanbulina”ların yaşamlarını keşfe çıkıyor. Sanatçının çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği şehirde, annesi ve büyükannelerinin çevresini de kapsayan gözlemlerinden oluşan bu figürlerle, herkesin ama aslında kimsenin olmayan İstanbul’un “kusursuz kaosunda” Osmanlı mirası ile günümüzün çağdaş/lüks yaşantısı arasındaki paradoksal çizgide kadınların nasıl var olduklarını aktarıyor. Sergi, günümüz İstanbul kadınlarını Osmanlı haremlerindeki tarihi karşılıklarıyla ilişkilendirerek, kadınlara ait mekânları hem birer kısıtlama hem de özgürleşme alanı olarak ele alıyor. Sanatçı, geleneksel hamam ziyaretlerinden ilham alarak, Osmanlı haremlerinde yaşayan kadınların özel hayatlarını Batı sanatında baskın olan oryantalist bakış açısının ötesinde yeniden yorumluyor.
Künye:
1. Yaz Kocacıklıoglu, Three Daughters December 2024 Oil on canvas 50 x 70 cm
2. Yaz Kocacıklıoglu, Driving December, 2024, Tempera and charcoal on canvas, 100 x 100 cm
3. Yaz Kocacıklıoglu, Pondering Sultan February 2024 Acrylic on paper mounted on aluminium 19 x 18 cm
4. Yaz Kocacıklıoglu, Sultan February 2024 Oil and ink on paper mounted on aluminium 20.5 x 28 cm
Defne Parman ve Esra Gezer’in işlerini Nilay Yerebasmaz küratörlüğünde bir araya getiren “Halının Altındakiler” başlıklı sergi, 10 Mayıs’a kadar offgrid art project’te sanatseverlerle buluşacak.
Dokuma işleriyle öne çıkan Defne Parman ve seramik sanatçısı Esra Gezer’in eserlerinden oluşan “Halının Altındakiler”, hepimizin ortak belleğinde yer alan ancak zaman zaman göz ardı edilen travmalar, yas ve unutma süreçleri üzerine düşünmeye davet ediyor. Defne Parman ve Esra Gezer, farklı malzeme ve yöntemlerle, bireysel hatıraların günlük yaşantımızla kesiştiği noktaları araştırıyor.
Hafıza, bireysel ve kolektif düzeyde sürekli şekillenen, zaman zaman bastırılan, bazen de bilinçli olarak unutulmaya çalışılan bir olgu. “Halının Altındakiler” hafızanın izlerini sürerken, izleyiciyi hatırlamanın ve unutmanın anlamı üzerine düşünmeye davet ediyor. Defne Parman’ın kumaş ve pamuk kullanarak oluşturduğu eserleri, örtünün altında kalan hatıraları fiziksel bir biçimde görünür kılarken, Esra Gezer’in seramik ve porselen işleri, hatırlamanın iyileştirici gücüne ve kolektif belleğin taşıdığı yükün ağırlığına odaklanıyor. Pamuklar ve kumaş yırtıkları, bilincin derinliklerinden sızan unutulmaya direnen hatıraları çağrıştırırken, seramik ve porselen işleri, geçmişin ağırlığını ve sessizleştirilen hafızaları yüzeye çıkarıyor. Sergi, kaybolanları, silinenleri ve gölgede bırakılanları yeniden düşünme alanı açarken, geçmişle hesaplaşmanın ve yas tutmanın önemini de vurguluyor. “Halının Altındakiler”, örtülmeye çalışılan hafızanın izini sürerek, izleyiciyi derin bir sorgulamaya çağırıyor. Unutmanın ve hatırlamanın duygusal ve sosyal boyutlarını açığa çıkaran bu sergi, kolektif belleği yeniden inşa etme çabasına bir katkı sunmayı hedefliyor.
“Halının Altındakiler” başlıklı sergiyi 10 Mayıs’a kadar Sentire Hotel & Residences içerisinde yer alan offgrid art project’te ziyaret edebilirsiniz.
Künye:
1. Defne Parman, Memory, 2025
2. Defne Parman, what if I remember, 2025
3. Esra Gezer, Kalanlar, 2025
4. Esra Gezer, Rastgele, 2024