
Pera Müzesi’nin ara tatilde sanatı deneyimlemek ve üretmek isteyen herkesi bir araya getirdiği “Açık Atölye” programı 11-16 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi Öğrenme Programları, ara tatil boyunca tüm ziyaretçilere açık ve ücretsiz programı “Açık Atölye” ile müze koleksiyonları ve güncel sergilerden ilhamla katılımcılara kendi yaratıcılıklarını özgürce ifade edebilecekleri bir paylaşım ve üretim alanı sunuyor.
Pera Müzesi’nin -1. katında yer alan Pera Öğrenme Atölyesi’nde düzenlenen “Açık Atölye”, yaş, deneyim ya da teknik bilgi fark etmeksizin herkesin katılımına açık bir üretim alanı sunuyor. Müze koleksiyonları ve güncel sergilerden ilham alan etkinlikte, ziyaretçiler kendilerine sunulan malzemelerle istedikleri üretimi gerçekleştirebiliyor ve ortaya çıkan ürünü yanlarında götürebiliyor.
Katılımcılar boya, kolaj, kil gibi farklı malzemelerle kendi ifade biçimlerini özgürce keşfederken, üretim süreci bireysel bir deneyimden çok daha fazlasına dönüşüyor. Müzedeki sergiler, fikirleri ve duyguları besleyen bir arka plan olarak bu deneyime eşlik ediyor. Atölye, yalnızca bireysel üretimle sınırlı kalmıyor; katılımcıların birlikte çalıştığı kolektif bir duvar projesiyle çok katmanlı, ortak bir sanat eseri ortaya çıkıyor. Her bir katkı, bütünün içinde yerini bulurken, ziyaretçilerin birlikte yarattığı paylaşımcı bir sanat deneyimi şekilleniyor.
“Açık Atölye” programı hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Defne Suman’ın kimlik, hafıza ve toplumsal kayıplar üzerine kurduğu romanı Rüyaya Benzer, Doğan Kitap’tan çıktı.
Rüyaya Benzer, 1990’ların çalkantılı Türkiye’sinde bir üniversite öğrencisinin İstanbul’u, kendini ve hayatı keşfetme hikâyesini anlatıyor. Aşkla, dostlukla çevrili; siyasi uyanışlarla sarsılmış bir genç kadının hafızasından süzülen bir anlatı sunuyor okura Suman.
Azra Tekin’in kısa yaşamı Beyoğlu’nda eski bir hanın asansör boşluğunda sona ermiştir. Hayatına kasteden kimdir, kendini nasıl burada bulmuştur? Bedeninden ayrılan Azra, hikâyesinin parçalarını toplamaya, İstanbul’da yaşadığı yedi yılın anılarını birleştirmeye koyulur.
“Geçmiş karanlık bir kuyu. İçinde debeleniyorum. Hatırlamaya çalışırken ucu kaçıyor. Birtakım hisler var. Hafıza boşluğunda yankılanan birbirine karışmış sesler, renkler, izler. Net olarak bildiğim tek şey hatırlamam gerektiği.”
İsviçre’nin en köklü ve prestijli festivallerinden Locarno Film Festivali’nin 78. edisyonunda öne çıkan yapımlar, 20-30 Kasım tarihleri arasında İstanbul Modern Sinema’nın ev sahipliğinde sinemaseverlerle buluşacak.
Türk Tuborg A.Ş’nin katkıları, Goethe Institut Istanbul, İsviçre İstanbul Başkonsolosluğu ve Avusturya Kültür Ofisi destekleriyle gerçekleştirilecek programdaki tüm filmler, Türkiye’de ilk kez gösterilecek. Ağustos ayında gerçekleşen festivalden derlenen programda, 10 film yer alıyor.
Bağımsız ve yenilikçi sinemayı savunan yaklaşımıyla dünya film festivalleri arasında özgün bir konuma sahip olan festivalin öne çıkan filmleri arasında yönetmen Kamal Aljafari’nin 2001 yılında Gazze Şeridi’ni ziyaret ederek eski bir hücre arkadaşını bulmaya çalıştığı dönemde çektiği Hasan ile Gazze’de (With Hasan in Gaza) ve Sophy Romvari’nin Vancouver Adası’nda ailesinin geçmişiyle yüzleşen genç bir kadının hikâyesini anlattığı Mavi Balıkçıl (Blue Heron) yer alıyor. Seçkideki diğer filmler arasında ise Locarno Film Festivali’nin en büyük ödülü olan Altın Leopar’ın sahibi Japon film İki Mevsim, İki Yabancı (Tabi to Hibi) ve bir hastane ameliyathanesinde gece vardiyasında görevli bir hemşireyi izleyen, İsviçre’nin Oscar yarışındaki adayı olan Gece Vardiyası (Heldin) bulunuyor.
Tuba Önder Demircioğlu’nun porselenin kırılgan ve dirençli doğasını merkeze alarak şekillendirdiği heykellerinden oluşan “Karşılaşma” (Encounter) başlıklı kişisel sergisi 18 Kasım - 28 Aralık tarihleri arasında Decollage Art Space’te sanatseverlerle buluşacak.
“Karşılaşma” başlıklı sergi, Tuba Önder Demircioğlu’nun hem kendi iç dünyası hem de izleyiciyle kurduğu derinlikli ilişkiyi gözler önüne seriyor. Her şeyin karşılaşmayla başlama ihtimalinden yola çıkan sergi, bir yüzle, bir düşünceyle, bir sessizlikle ya da sadece bir biçimle kurulan temasın, insanın içsel dönüşümündeki yerini sorguluyor. Sanatçının pratiğinde karşılaşma yalnızca bir tema değil; aynı zamanda bir varoluş biçimi olarak kendini gösteriyor. Porselenin 1250°C'de biçimlenme süreci, sanatçının maddeyle kurduğu ontolojik ilişkinin bir sirayeti olarak sergideki her eserde hissediliyor.
Sanatçının eserleri, felsefi ve etik düzlemde de güçlü göndermeler içeriyor. Rolla May’in sanat ürününün doğuşu aşamasında vurguladığı “yoğunlaşma ve bağlanma” eylemi karşılaşmanın en yüksek noktası, Emmanuel Levinas’ın tanımıyla ise karşılaşma bir “etik olay”. Sanatçının her bir heykeli, bir varlıkla temasın, bir bakışın ya da bir sessizliğin yoğunlaştığı alanlar.
“Karşılaşma”, iki aşamalı bir deneyim sunmayı amaçlıyor: Sanatçının kendi varlığıyla olan karşılaşması ve izleyicinin sanatçının ifadesi olan nesnellikle karşılaşması. Bu bağlamda sergi, izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp, aktif bir diyalog alanına davet ediyor. Demircioğlu’nun porselen yüzeylerinde bazen dingin, bazen gerilimli bir sessizlik hüküm sürüyor. Bu sessizlik, tamamlanmışlıktan çok bir bekleyiş hâli olarak okunabilir – tıpkı yaşamla, zamanla ve kendimizle kurduğumuz bitmeyen karşılaşmalar gibi.
Derren Brown’un mutluluk kavramına dair köklü yanlışları yıktığı kitabı Mutlu: Kendini Kandırmanın Tatlı Sanrısı, Gökçe Çakmak’ın çevirisiyle Epsilon Yayınevi’nden çıktı.
Brown; popüler kişisel gelişim kitaplarının sunduğu boş vaatlerden sıyrılarak tarih boyunca filozofların bu konuda neler söylediğini inceliyor. “Mutluluğu nasıl tanımlıyoruz?, Kaygı ve korkularımızdan nasıl kurtulabiliriz?, Daha iyi bir yaşam için gerçekten nelere ihtiyacımız var?” gibi sorularla hem felsefi hem de psikolojik açılardan yaklaşarak okuyucularına yeni bir bakış açısı kazandırıyor.
Kanadalı şarkıcı, söz yazarı, multi-enstrümantalist ve yapımcı Mac DeMarco, Epifoni organizasyonuyla 2 Temmuz 2026’da KüçükÇiftlik Park’ta müzikseverlerle buluşacak.
Lo-fi müziğin önemli ismi Mac DeMarco, indie rock ve lo-fi tınılarını benzersiz bir samimiyetle harmanladığı şarkılarıyla bir kuşağın sesi hâline geldi. “For the First Time”, “My Kind of Woman”, “Chamber of Reflection” gibi kültleşmiş parçalarıyla tanıdığımız Mac DeMarco, İstanbul konserinde hem klasikleşmiş hitlerini hem de yeni sürprizlerini hayranlarıyla paylaşacak.
Yaptığı müzik tarzını “jizz jazz” olarak tanımlayan Mac DeMarco, bağımsız müzik sahnesine ilk olarak 2012 yılında adım attı ve o zamandan beri altı stüdyo albümü yayımladı. Eğlenceli, umursamaz, belki de biraz gamsız duruşuyla ve yayımladığı ilginç videolarla hayran kitlesini günden güne artıran, Spotify’da aylık 22 milyon dinlenmeye sahip müzisyen, Coachella, Glastonbury, Lollapalooza, Primavera Sound, Fuji Rock Festival gibi önemli festivallerde sahne aldı.
Bu yıl yayımladığı son albümü Guitar ise çok ses getirdi. Michael Jackson, Neil Young, Black Sabbath, Genesis, Sting ve Weezer’ın hayranı olan Mac DeMarco, kendi kurduğu plak şirketi ile yeni yetenekleri de müzik sektörüne kazandırmaya başladı.
Mac DeMarco biletinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
OMM- Odunpazarı Modern Müze, Daniel Knorr’un Calligraphic Wig başlıklı yerleştirmesini 22 Mart 2026 tarihine kadar sanatseverlerle buluşturuyor.
Berlin merkezli Romanyalı sanatçı Daniel Knorr’un plastik malzemelerden yarattığı Calligraphic Wig; izleyicileri gerçeklik, temsiliyet ve fantezi kavramları etrafında yeni bir dil keşfetmeye davet ediyor. Plastiğin üretim ve geri dönüşüm süreçlerinin izini süren Calligraphic Wig, sanatçının Hong Kong’da plastik atıkların dönüştürüldüğü fabrikalarda geçirdiği zamanın bir yansıması niteliğini taşıyor. Knorr, bu süreçlerde makinelerin aksadığı anlarda ortaya çıkan öngörülmemiş plastik formları sanatsal bir dile dönüştürüyor. Malzemenin kendiliğinden ürettiği bu formlar; bilinmeyen bir alfabenin harflerine, derin deniz canlılarına ya da başka gezegenlere ait organik yapılara benzetilerek izleyiciyle buluşturuluyor.
İlk olarak Hong Kong’un kültürel çeşitliliğiyle bilinen ve 90’dan fazla milletin yaşadığı Chungking Mansions’ta sergilenen Calligraphic Wig, yerleştirmenin evrildiği sosyo-kültürel bağlamı da yansıtıyor. Knorr, bazı plastik parçaları 1970’lerden günümüze otomobillerde kullanılan boya renkleriyle kaplayarak, ticari estetikle doğrudan bir ilişki kuruyor. Diğer bazı parçalar ise doğal, işlenmemiş formlarıyla sergilenerek malzemenin ham gücünü ve dönüşüm potansiyelini vurguluyor. Knorr’un bu yerleştirmesi yalnızca görsel bir deneyim değil; aynı zamanda çevresel ve kültürel bir farkındalık çağrısı. Sanatçı, atıkla estetiği, endüstriyel üretimle sanatsal ifadeyi bir araya getirerek izleyiciye yeni bir gerçeklik, alternatif bir iletişim biçimi ve üretim fazlası üzerinden oluşan bir dil öneriyor.
Künye: Daniel Knorr, Calligraphic Wig, Fotoğraf: Mert Derneklioğlu
Maddalena Vaglio Tanet’in yazdığı, Ilaria Mancini’nin resimlediği kelimelerin kafeslerde tutulup pazarda satılan tuhaf yaratıklar olduğu bir dünyada yaşayan Rim’in macerasını anlatan Rim ve Özgür Kelimeler, Berk Cankurt’un çevirisiyle Domingo Yayınevi’nden çıktı.
“Kelimelerin kafeslerde tutulup pazarda satılan tuhaf yaratıklar olduğu bir dünya hayal edin. Uzun ve süslü cümleleri sadece zenginlerin kurabildiği, kimsenin okuma yazma bilmediği, okulun, hatta kitapların bile olmadığı bir dünya… Sadece uygun kelimeleriniz olmadığı için söylemek istediğiniz pek çok şeyi söyleyemediğiniz bir dünya… İşte bu, Rim’in dünyası.
Ama paçavra kıyafetli ve yüz on yedi yaşındaki Witzold’la karşılaşmasıyla, Rim tüm dünyasını değiştirecek akılalmaz bir maceranın ortasında buluyor kendini. Dev karpuzlar, güçlü büyücüler ve sihirli formüllerle dolu bu macerada Rim ile en yakın arkadaşı Pun yaşadıkları krallığın geçmişinde ve kalenin en yüksek kulesinde saklanmış korkunç sırrı keşfedecek, bunu yaparken de pek çok kelimeyle tanışacaklar. Bu kelimelerden en önemlisi ne mi? Elbette özgürlük…”
Distopik bir insanlık sorgulaması yapan Proje No2’nin oyunu Büyük Plan, özel gösterimiyle 10 Kasım Pazartesi akşamı Alan Kadıköy’de tiyatroseverlerle buluşacak.
Tiyatro Proje No2, Büyük Plan ile izleyiciyi absürt bir kara komedinin derinliklerine davet ediyor. Toplumsal çöküş, yozlaşmış medya düzeni ve bireysel yabancılaşma temalarını merkezine alan oyun, çürümüş bir adalet sistemi ve yozlaşmış medya arasında sıkışıp kalmış biri avukat diğeri gazeteci bir çiftin sürükleyici ve komik hikâyesine odaklanıyor. Avukat ve gazeteci bir çiftin “kaçış” planlarını kara mizah unsurlarıyla ele alan ve adalet, özgürlük, insanlık gibi kavramların sorgulandığı oyun, distopik bir gelecekte geçiyor.
R. Onur Duru’nun yazdığı ve video-art tasarımlarını yaptığı oyun, Can Ali Çalışandemir’in proje tasarımı ve yönetmenliğinde izleyiciyle buluşuyor. Teknoloji ve sanatın bir araya geldiği yapımda, video mapping ve minimalist sahne tasarımıyla izleyiciler hem görsel hem de düşünsel bir yolculuğa çıkıyor. Yeşim Alıç’ın hareket yönetimini yaptığı projede, Çiğdem Yıldız ve Eray Cezayirlioğlu performanslarıyla izleyici karşısına çıkıyor. Videolarda yer alan sürpriz oyuncu ise Seyhan Arman. 70 dakikalık distopik yolculuğun ışık tasarımı Akın Yılmaz’a, ses ve efekt tasarımı Katia Merdinoğlu’na ait. Oyunun yapay zekâ tasarımları ise Güvenç Selekman’a ait. Tiyatronun genel koordinatörlüğünü ise Mısra Candanadam üstleniyor.
“‘Her bir sevgi, her bir nefret, hayranlık ve kin... Hepsi, insan olmanın sırlarını öğretmek için... Peki, bunu gerçekten öğrenebildik mi? Kaçmamız gereken şey, gerçekten yaşadığımız dünya mı, yoksa bize sunulan yapay gerçeklik mi?’ İşte Büyük Plan, insanlığın geçmişine ve geleceğine dair bu çarpıcı sorgulamayı absürt bir dille izleyicilere sunuyor.”
FAAR Gallery'nin sanatın geçmişle gelecek arasında kurduğu sürekliliği odağına alan ilk sergisi “Güneş Yanığı / Burnt by the Sun” 29 Kasım’a kadar uzatıldı.
Mimar ve tasarımcı Fahrettin Aykut tarafından kurulan FAAR Gallery, “Güneş Yanığı / Burnt by the Sun” sergisiyle İstanbul’daki galeri alanında kapılarını açıyor. Küratörlüğünü Mehmet Kahraman’ın üstlendiği sergi, Ahmet Duru, Antonio Cosentino, Ece Erbil, Sibel Kocakaya, İrfan Önürmen, Melike Kuş, Murat Akagündüz, Nilhan Sesalan ve Ozan Türkkan’ın eserlerini bir araya getiriyor.
“Güneş Yanığı”, zaman, bellek ve imge arasındaki geçişleri merkeze alan bir anlatı kuruyor. Kırık bir fotoğrafın yansıması, dağınık bir masanın üzerindeki izler ve güneşin bir kapı aralığından sızan ışığı, unutulan anıların yeniden belirdiği bir hafıza alanı oluşturuyor. Sergi, geçmişin kalıntılarını ve hatırlama eyleminin kırılganlığını görünür kılarak izleyiciyi kendi belleğiyle yüzleştiriyor. Sergide zaman, doğrusal bir çizgi olmaktan çıkarak, eğiliyor, bükülüyor, kendi içine katlanıyor ve hatırlamanın kırılgan yapısıyla yeni anlamlar kazanıyor. Her eser, izleyiciyi belleğin bu akışkan doğasına dahil ediyor, kişisel ve kolektif hafızanın iç içe geçtiği alanlarda yeni bir okuma öneriyor. “Güneş Yanığı”, mevsimsel bir metafor olarak da bedenin ve zihnin yüzeyinde kalan izleri sorguluyor. Güneşin yakıcılığıyla ortaya çıkan lekeler, unutulmak istenen ama silinemeyen anıların görsel karşılığına dönüşüyor. Sergi, geçmişin gölgeleriyle bugünün ışığı arasında beliren bu imgeler aracılığıyla hem bireysel hem toplumsal bir yüzleşme alanı yaratıyor.