Meryem Bayram’ın “Eponymous Object Anomalous” ve Timurtaş Onan’ın “Dönüşen Şehir” sergileri 18 Eylül’den itibaren Barın Han’da sanatseverlerle buluşuyor.
Anvers doğumlu Meryem Bayram’ın nesnelerin özerkliğini, konumunu ve karakterini keşfetme yolculuğunda yeni bir aşamayı işaret eden “Eponymous Object Anomalous” sergisi kapsamında gerçekleşecek aktivasyon tarihleri belirlendi. Birinci Nesne Aktivasyonu, 18 Eylül Perşembe günü saat 18.00’de Meryem Bayram ile koreograf Mustafa Kaplan katılımıyla gerçekleşecek. 25 Ekim Cumartesi günü ve 1 Kasım Cumartesi günü aktivasyonlar devam edecek ve 2 Kasım tarihine kadar enstalasyonlar Barın Han’ın 4. katında ziyaret edilebilecek.
Aktivasyon tarihleri:
18 Eylül Perşembe, 18.00
Meryem Bayram ile Mustafa Kaplan katılımıyla gerçekleşecektir.
25 Ekim Cumartesi, 15.00
Mustafa Kaplan katkılarıyla ve Ece Çamlı, Elif Aleyna Özdem, & Emre Şahin katılımıyla gerçekleşecektir.
1 Kasım Cumartesi, 15.00
Meryem Bayram ile Mustafa Kaplan katılımıyla gerçekleşecektir.
(*) Aktivasyon/Etkinleştirme: Meryem Bayram, koreograf Mustafa Kaplan'ı objeleri/enstalasyonları harekete geçirmesi için davet etti. Kaplan bu çağrıya, materyali geliştirmek üzere üç sanatçıyı davet ederek karşılık verdi.
18. İstanbul Bienali Paralel Etkinlikleri kapsamında gerçekleşen “Eponymous Object Anomalous”, Rossinant yapımcılığında, Platform 0090 ve Performistanbul iş birliğiyle üretilmiş, Flanders - State of the Art tarafından desteklenmiş ve Naz Kocadere Ulu’nun küratöryel desteğiyle gerçekleştirildi.
Fotoğraf sanatçısı Timurtaş Onan’ın yeni projesi “Dönüşen Şehir”, kentin değişimlerini, çelişkilerini ve yaralarını izleyiciye sunuyor.1980’lerden bugüne göç dalgaları, neoliberal ekonomi politikaları ve inşaat odaklı dönüşümle biçimlenen İstanbul; bir yandan çağların yükünü sırtında taşırken, diğer yandan her sabah yeniden kurulan bir sahneye dönüşüyor. Gökdelenler ve alışveriş merkezleriyle yükselen fiziksel inşa süreci, insani değerlerde ve birlikte yaşama kültüründe yaşanan çözülmeyle tezat oluşturuyor. Onan’ın fotoğrafları, şehrin ruhuyla birlikte salınan ve dönüşen insan manzaralarını, çarpıcı bir görsel dile dönüştürüyor.
“Dönüşen Şehir”, İstanbul’u; tesadüfün, bozulmanın ve geçiciliğin solgun dokusundan izliyor. Diana F+ ve 35mm analog kamerayla çekilen kareler, Lomography ve tarihi geçmiş diyapozitif filmlerin kullanımıyla; çapraz banyo tekniği sayesinde çizgileri kaymış, renkleri taşmış, rüya kırıntılarını andıran görüntülere dönüşüyor. Kaos ile ironiyi buluşturan bu görsel dil, kentin sürekli yeniden yazılan hikâyesinin de bir yansımasını sunuyor.
18. İstanbul Bienali Paralel Etkinlikleri kapsamında gerçekleşecek “Dönüşen Şehir”, 26 Ekim tarihine kadar Barın Han’ın 1. katında sergileniyor. Projeye eşlik eden sınırlı sayıda basılan kitap da sergi açılışında sanatseverlere sunuluyor.
Naz Can’ın “Bombyxmori’nin Kanadında” başlıklı kişisel sergisi 7-31 Ekim tarihleri arasında Arnavutköy Galeri Selvin’de sanatseverlerle buluşacak.
İpek iplikler üzerine Naz Can’ın kendi geliştirdiği teknikle yaptığı resimler “Bombyxmori’nin Kanadında” sergisiyle izleyicilerle bir araya geliyor. Naz Can, ipek böceğinin (Bombyxmori) yaşam döngüsünü tamamlayan bir duyguyla yaptığı resimlerini “Tuvalim, ölmüş ipek böceklerinin ağzından çıkan saf söz” diyerek tanımlıyor. Resimlerdeki karakterler, ipeğin uçucu görüntüsüne eklenirken düşün içinden çıkarcasına bulutsu ve düşsel bir etki yaratıyor.
“‘Tuvalim, ölmüş ipek böceklerinin ağzından çıkan saf söz’ diyor Naz Can. Üstünde düşünülecek bir cümle bu. Ölmüş böcek bir söz söyleyemeyeceğine göre söylenen sözler nedir bu sergide diye meraklanıyoruz. Sergiyi gezdiğimizde her yapıtın ayrı ayrı söylediği sözleri de hepsinin birlikte söylediği sözleri de işitiyoruz.
İpek böceği, kozasını örmeye başladığında bir başka hayatı da oluşturmaya başlar. Koza, yeniden doğumu hazırlayacak mezardır. Dut ağacının dallarında yavaş yavaş yürüyen tırtıl, rüzgârı kanatlarının altına alıp bir süre yakın gökyüzünün tadını çıkaracağı özgür bir yaşama geçeceği sırada, kozasının içinde değişimin düşlerini görürken, bir cinayete kurban gider. İnsan, tırtılın yirmi günlük ömrü içinde en çok on gün sürecek kelebekliğe olan özlemiyle üç günde ördüğü kozayı kelebekten önce ele geçirir, ipeğin sahibi olur.
Tırtılken, peygamber devesi gibi yırtıcı böceklerin avıdır, kelebek olduğunda küçük kuşların. Koza içindeyken ise insanın. Ötekiler karınlarını doyurmak için tırtılı öldürürken, insan kültür için öldürür.
Evet, ipek bir kültürdür. Binlerce yıldır insanın giysi için, tekstil için ürettiği dokumaların en değerli malzemesidir ipek. Bir kozadan kesintisiz elde edilen lif ortalama bin iki yüz metredir. Kendi ağırlığının üç-dört bin katını kopmadan taşıyabilir. Bu, Naz Can’ın bu sergideki işleri yaparken kullandığı orta boy bir fırçanın ağırlığına eşittir.
İpeğin bir kültür olması hem işlevi hem dokusu hem de insanın ona kattığı estetik sayesindedir. Giysi olur, halı, perde, masa örtüsü olur, kaftan olur bir kralın üstünde gösterir kendini, para kesesi olur zenginliği taşır. Kağıdından para bile yapılmıştır. Ameliyat ipliği olur sağlık getirir, paraşüt kumaşı olur insanı uçurur. Gittiği yollara kendi adını verir ve bir lif bulutsusu olarak Naz’ın tuvallerinde bambaşka duygular oluşturur.
Endüstrinin ve teknolojinin ipeği ile Naz Can’ın ipeği birbirinden farklıdır. Endüstri ipek böceğinin trajedisini unutturmaya çalışırken Naz Can, bu trajediye dikkat çeker. Binlerce lifin oluşturduğu yüzeye ipek böceğinin, kozanın, kozadaki özlemin, oluşamamış kanatların, oluşamamış kelebeğin düşlerinin izini yansıtır Naz. Kimi resimde uçucu çiçekler olarak güzel bir kızın saçlarına dolanır bu düşler, kimi resimde bir güvercinin saf beyazlığını gösterir. İpek uçucudur, hafiftir, ışıklıdır, ama doğa ressamın zihninde zıtlıklarla çalışabilir. İpeğin taşıyamayacağını sandığımız ağırlıklar sanat sayesinde hafifler, bu bulutsu yüzeyin üstünde uçucu bir hal alır. Ağır bir gergedan ya da fil bizi hafiflikleriyle gülümsetir, ressamın oyununa ortak eder.
Naz Can, ipeği bir yüzey olarak kullanırken doğa içinde hayat bulamamış kelebeği resimlerinde kanatlandırıyor, sanki ona borcunu ödüyor, ipek böceğinin yaşam döngüsünü sanatla tamamlıyor.”
Mehmet Zaman Saçlıoğlu
Roald Dahl’a benzetilen ve Dahl’ın vârisi kabul edilen David Walliams’ın okurlarını süpersonik bir maceraya götürdüğü kitabı Uzay Çocuğu, Adam Stower’ın resimleri ve İpek Şoran’ın çevirisiyle Can Çocuk’tan çıktı.
Uzay Çocuğu, 9 yaş ve üzeri okurları hayallerinin ötesinde bir maceraya götürüyor. Köhne, sıkıcı bir çiftlikte, Ruth her gece teleskopla yıldızlara bakar ve daha heyecanlı bir hayatın hayalini kurar. Derken, bir uçan daire mısır tarlasına çakıldığında, kendini heyecan verici bir maceranın ve tüm evreni kapsayan bir dostluğun içinde bulur.
“Tabii ki Uzay Çocuğu'nun gezegenlerarası bir yolculuk yapmadığını Ruth biliyordu. Uçan dairesi daha komşu çiftliğe varır varmaz yere çakılmıştı! Bu uzaylı numarasını daha ne kadar sürdürebilirlerdi? Daha ileri gittikçe, yalanları ortaya çıktığın da başları daha da beter belaya girecekti. Düşüncesi bile dayanılmazdı. Doktor Şok Ruth, Yuri (Ruth'un kucağındaydı) ve Uzay Çocuğu'nu kare şeklinde bir tel kafese benzeyen bir yere götürdü. Aslında bu bir asansördü. Doktor'un robot kolu uzandı, robot eli kapıyı açtı ve robot parmağı bir düğmeye bastı. Sonra da asansör tangırdayarak odanın ortasında gururla duran ROKETİN en tepesine kadar çıktı.”
Gazze ve Filistin’in yanı sıra farklı coğrafyalarda yaşayan 50’den fazla sanatçının eserlerini bir araya getiren “GAZZE BİENALİ - İSTANBUL PAVYONU: Elimde Bir Bulut”, 19 Eylül-8 Kasım tarihleri arasında Depo’da sanatseverlerle buluşacak.
Küratörlüğünü House of Taswir’in Gazze Bienali sanatçılarıyla birlikte üstlendiği sergi, 18. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor.
“GAZZE BİENALİ – İSTANBUL PAVYONU, Gazze ve Filistin’in yanı sıra farklı coğrafyalarda yaşayan 50’den fazla sanatçının eserlerini sunuyor. Küratörlüğünü House of Taswir’in Gazze Bienali sanatçılarıyla birlikte üstlendiği sergi, 18. Uluslararası İstanbul Bienali sırasında Depo’da ziyarete açık olacak.
2024 yılında Gazzeli sanatçılar, Ramallah Al Risan dağındaki Forbidden Museum Al Risan (Ramallah) iş birliğiyle, olağanüstü bir sanatsal direniş eylemi olarak Gazze Bienali’ni kuşatma altındaki bir kumsaldan başlattılar. O zamandan beri, dünyanın çeşitli yerlerindeki sanat kurumları, ulusal temsillerin yerine ulusötesi bir sanatsal yakınlık ve ittifak pratiğini ortaya koyan diasporik dayanışma eylemleriyle, Gazze Bienali Pavyonları’na ev sahipliği yapıyor.
Gazze’yi korkunç bir yıkıma sürükleyen soykırımcı savaş, zorla dayatılan kıtlık, Gazze ve Filistin’i hapseden kapalı sınırlar nedeniyle Gazzeli sanatçıların hemen hiçbiri seyahat edemiyor, eserleri fiziksel olarak nakledilemiyor. Buna yanıt olarak İSTANBUL PAVYONU, Gazzeli sanatçılar kolektifiyle birlikte ortak yaratım, hayalet yazarlık, tele-söyleşiler ve iş birliğine dayalı enstalasyonlar yoluyla sergi pratiklerini yeniden düşünüyor.
Başlangıcından bu yana yirmiden fazla uluslararası sanatçı, Filistinli sanatçıları desteklemek üzere eserlerini bağışlayarak GAZZE BİENALİ - İSTANBUL PAVYONU’na katıldı. Alfredo Jaar, Walid Raad, Shirin Neshat, Elisabeth Masé, Silvina Der Meguerditchian, Furkan Akhan, Khaled Tanji, Ghayath Almadhoun, Christine Gedeon, Michael Barenboim sergiye katılan bu sanatçılardan bazıları.
Video portreler, cep telefonu diyalogları, duvar yazıları, bir düşünürler masası, bir şiir festivali ve bir Yakınlıklar ve Uzak İş birlikleri Müzesi’nin ortaya çıkışı, sergide yer alacak farklı formatlardan bazıları. Bienal’in yedi haftası boyunca film gösterimleri, şiir akşamları ve Gazzeli sanatçılarla yerinde sohbetlerden oluşan bir kamusal program düzenlenecek.
Bu sergi, aile ve arkadaşların, meslektaşların ve sanatçıların desteği, spontane karşılaşmalar ve beklenmedik cömertlikler sayesinde gerçekleştirilebilmiştir.
‘Hiçbir savaş hayalperestlerin hayallerini durduramaz, hiçbir tahakküm mekanizması yaratıcıların kalplerindeki ve zihinlerindeki ışığı söndüremez.’”
Gazze Bienali Kolektif Bildirisi, 2024
“GAZZE BİENALİ - İSTANBUL PAVYONU: Elimde Bir Bulut” hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Künye: Yasmeen Al Daya, Hayat / Life, 2024. Heykel/sculpture, fırınlanmış toprak / kiln clay, değişen boyutlar / size variable. Sanatçının izniyle / courtesy of the artist
Çağdaş sanatın yenilikçi isimlerinden Peter Kogler’in “40 Yıllık Retrospektif” başlıklı sergisi, 18. İstanbul Bienali paralel etkinliği olarak Sevil Dolmacı İstanbul’da sanatseverlerle buluşuyor.
“40 Yıllık Retrospektif” sergisi, Peter Kogler’in 1980’lerdeki erken dönem bilgisayar destekli işlerinden 2000’lerin psikedelik video projeksiyonlarına ve güncel üretimlerine kadar uzanan sanat yolculuğunu bir araya getiriyor. Eserleri bugün MoMA (New York), Centre Pompidou (Paris), Mamco (Cenevre), Zagreb Çağdaş Sanat Müzesi ve ING Art Center (Brüksel) gibi dünyanın en önemli kurumlarının koleksiyonlarında yer alan Peter Kogler, bilgisayar destekli üretimlerin öncülerinden kabul ediliyor. Kogler, yalnızca optik illüzyonların ustası değil, aynı zamanda dijital çağın karmaşasını, bireysel ve kolektif hafızaları ve mekânın algısal sınırlarını yeniden tanımlayan bir sanatçı olarak dikkat çekiyor.
Inssbruck 1959 doğumlu olan ve 1980’lerden itibaren bilgisayarı sanatsal pratiğinin merkezine yerleştiren Kogler, grafik, mimari ve yeni medya arasında kurduğu köprülerle teknolojiyi yalnızca bir araç değil, sanatın üretim dili hâline getirdi. Sanatçının pratiğinde tekrar eden motifler öne çıkıyor; karıncalar, beyin kıvrımları, damarlar ve tüpler gibi. Bu görseller, bireyin toplumsal ağ içindeki rolünü, zihinsel süreçlerin karmaşık yapısını ve modern dünyanın görünmez veri akışlarını temsil eden güçlü metaforlar olarak işlev görüyor. Kogler’in enstalasyonları, mimari mekânları dönüştürerek izleyiciyi pasif konumdan çıkarıyor ve algılarını sorgulamaya davet eden aktif bir deneyim alanı yaratıyor.
Amerikan minimalizminden etkilenen sanatçı, bilgisayar destekli eseri Untitled I ile Prix Ars Electronica Ödülü’nü kazanarak uluslararası ölçekte dikkat çekti. O tarihten bu yana optik illüzyonları, tekrar ve ritim duygusunu etkileyici bir ifade aracına dönüştüren Kogler hem iki hem de üç boyutlu formlarıyla farklı disiplinlerde üretimlerini sürdürüyor.
Peter Kogler’in “40 Yıllık Retrospektif” sergisini 17 Ekim tarihine kadar Sevil Dolmacı İstanbul’da ziyaret edebilirsiniz.
Künye:
1. Untitled,2023_Fineartprint onto Mirrordibond Glossy Polyester Finishing Mounted onto Alucompound Alucore Contour Cutted_126x182cm
2. Untitled, 2022_digital print on alucore_210x 97 cm
3. 3x Untitled, 2019_Cast resin_ca. 40 x 27 x 30 cm
Turgut Yüksel’in plaza çalışanlarının gerçekte nasıl bir rutine mahkûm edildiklerini gösterdiği grafik romanı Yedi Ölümcül Gün, Desen Yayınları’ndan çıktı.
Bu roman; her gün aynı şeyleri yaşamaktan bezmiş ve tükenmiş bir grafikerin yedi gününe tanıklık ettirirken işçi-işveren arasındaki ilişkiye dürüstlük, gizlilik ve çıkar çatışması özelinde etik bir pencereden bakıyor. Her sabah aynı güne uyananların, nefret etse bile işe gitmek zorunda olanların, bilgi ve becerileri artmasına rağmen gelirleri devamlı azalanların; kısacası sizin, bizim, hepimizin can sıkıcı hayat rutinine röveşata çeken Yedi Ölümcül Gün, içinde bulunduğumuz sahte gerçekliğe ayna tutuyor. Okurda “İşte tam da benim yaşadıklarım...” hissini uyandırıyor.
Yüksel; bu kitabı için Antik Mısır dönemindeki duvar resimlerinde kullanılan kadim bir tekniği günümüze uyarlıyor, mitolojik motiflerle zenginleştirdiği çizgilerini modern siluetler eşliğinde özgün bir stilde buluşturuyor.
“Büyük bir şirket, bir grafiker, yedi gün.
Kirli işler; her gün aynı şeyler, aynı duygular, aynı ölümler...
Tuhaf bir varlık: Seri katil mi, hayal mi, gerçek mi?”
KüçükÇiftlik Park, bu yıl üçüncüsünü düzenlediği +1 Sunar: Oktober in İstanbul ile 10, 11 ve 12 Ekim’de müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.
+1 katkıları ve URU organizasyonuyla düzenlenen +1 Sunar: Oktober in Istanbul, üç gün boyunca Büyük Ev Ablukada, Pinhani, Yüksek Sadakat, Yeni Türkü, Kargo, Selin gibi sevilen isimlerin konserleri ve DJ performanslarıyla müzikseverleri bir araya getirecek. Etkinlik katılımcılarına dekorlardan kostümlere, tematik yeme içme alanlarından kesintisiz müziğe, yarışmalardan oyunlara kadar her detayıyla eksiksiz bir festival deneyimi sunuyor.
+1 Sunar: Oktober in İstanbul’un bu yılki sahnesi 10 Ekim akşamı Büyük Ev Ablukada’nın enerjik şovuyla renklenirken aynı gün pop müziğin son dönemde yıldızı parlayan isimlerinden Selin’i ve İstanbul alternatif rock sahnesinin yükselen gruplarından Mojave’yi de ağırlayacak. 11 Ekim’de Pinhani’nin çok sevilen şarkıları hep bir ağızdan söylenirken öncesinde rock müziğimize damga vuran gruplardan Kargo, “Emir Yargın: Klas Pop” projesiyle Emir Yargın ve son dönemin dikkat çeken alternatif rock gruplarından Belki Biraz sahne alacak. Festivalin son gününde ise rock müziğin köklü gruplarından Yüksek Sadakat, her kuşağı şarkılarında buluşturan efsanevi grup Yeni Türkü, elektro pop ikilisi Soft Analog ve alternatif rock sahnesine yeni bir soluk getiren JÖN grubu İstanbullularla buluşacak.
+1 Sunar: Oktober in İstanbul’un biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.
Selim Birsel’in “Resmi Denge” başlıklı kişisel sergisi 25 Ekim tarihine kadar Öktem Aykut’ta sanatseverlerle buluşuyor.
Selim Birsel’in “Resmi Denge” sergisi sanatçının siyasal ve kamusal olanla meşgul kavramsal dili ile kişisel ve tekil olana yoğunlaşan ilgisini bir arada aktarıyor.
“Sanatçıya göre ‘resmi denge’ hâlihazırda ironik bir tabir. Resmi olan her yapay güç, doğanın dengesini bozmaya aday; sonra da bozduğu dengenin iyi kötü devamlılığının naçiz garantörü olmaya...
Selim Birsel’in yapıtında tarihi ve siyasal referanslar içeren mekâna özgü büyük yerleştirmeler ile uçucu ama kritik anlara dair resim, çizim ve fotoğraf dökümleri bir arada yer alır. ‘Resmi Denge’ sergisi ile Birsel, hem 90'lı yıllardan itibaren yapıtının temelinde yer alan kavramlara yönelik sürekli sorgulamasını, hem de 2000’li yıllardan beri gittikçe daha fazla ağırlık taşıyan otobiyografik çıkarımları birbirlerini yankılandırarak ifade ediyor.
Sergiyi galeri mekânına yayılan iki büyük yerleştirme tanımlıyor. İlki, sergiye ismini de veren eser ‘Resmi Denge’, galeri mekânının geniş ve yalıtılmış duvarlarının devlet dairelerini andıracak şekilde ancak küçük bir ‘dengesizlikle’ boyanmış hâlini sunuyor. Galerinin zeminine yayılmış olan ‘Parsel / Marcel’ ise Birsel'in daha önce 2017 yılında Ariel Sanat'taki grup sergisi ‘Tu m'arcel’de de gösterdiği eserin yeni ve daha kapsamlı bir uygulaması. Birsel'in yapıtında daha önce de başvurduğu nesnelerden şiş ve incik kemiklerinin bütün vuruculuklarıyla aynı anda hem mimari hem müzikal hem de şiirsel olabildiği bir yerleştirme.
Bu iki yerleştirmeye Birsel’in on yılı aşkın süredir İran mürekkebi kullanarak yaptığı peyzaj resimlerinden büyük ebatlı son ikisi de eşlik ediyor. ‘Bir Şeylerin Geldiğini Görmüyor Musun?’ üst başlığıyla sıralanan bu resim dizisi, Birsel'in öznel hissiyatını yoğun biçimde aktardığı bir mecra olarak yapıtında gittikçe daha fazla ağırlık taşıyan bir üretime ait.
Yaklaşık on yıldır İstanbul’un yanı sıra Sakız adasının Volissos köyünde de yaşayan ve üreten Birsel, ‘Resmi Denge’ye 2025 yazında Sakız'da çektiği fotoğraflardan küçük bir seçki de dahil etmekte. Volissos, Sakız ve bütün tarihi İyonya havzası Birsel'in hem kendisini ait hissettiği bir coğrafyayı, hem de sanatının en derindeki çıkış noktalarını teşkil ediyor. Sakız'da ve özellikle Volissos'ta 2025 yazında çıkan ve büyük tahribata sebep olan yangınlar, Birsel'in fotoğraf kayıtları ile ‘Resmi Denge’ye kişisel bir katman daha ekliyor.
Öktem Aykut, ‘Resmi Denge’ye ek olarak Selim Birsel ile gerçekleştirdiği ve yönetmenliğini Can Eskinazi'nin üstlendiği ‘Selim Birsel ile Sakız'da Bir Gezinti’ filmini de ekim ayında izleyicilerle buluşturacak. Birsel'in bir önceki sergisi ‘Mevsimsiz’den hareketle sanatçıyı hem İstanbul hem de Volissos'ta takibe alan bu film, Öktem Aykut'un yapımcılığını üstlendiği ikinci sanatçı filmi. Renée Levi'nin sergileri ve İstanbul ile otobiyografik ilişkisini ele alan ve yine Eskinazi'nin yönettiği ‘Bir İsim ve Bir Yer’ filmi gibi, ‘Selim Birsel ile Sakız’da Bir Gezinti’ de üretim sürecinde görünmez kalan sanat emeğini takibe alıyor.”
Berlin merkezli bağımsız bir sanat girişimi Denis Leo Hegic Projects, 17-21 Eylül 2025 tarihlerinde Noise_Media Art 2025 kapsamında Yapı Kredi bomontiada’yı dijital ve analog algıların çarpıştığı bir kültür üssüne dönüştürecek.
“Sanat sizi kurtaracak” vaadiyle yola çıkan Denis Leo Hegic Projects, yeni medya sanatının kural tanımaz temsilcisi olarak tanınıyor. Bu sıra dışı galeri altı sanatçıyı bir araya getiriyor. Kolombiyalı Carolina Amaya, organik madde ile yapay zekâyı buluşturarak duyulara hitap eden ve direniş barındıran peyzajlar yaratırken; Kazakistan’dan Diana Scar, doğanın ritmini ve kolektif hafızasını sanata tercüme ediyor. Slovenyalı Miha Majes, pop kültürü mitlerini ve komplo teorilerini geri dönüştürülmüş heykeller aracılığıyla sorguluyor. Emir Kusturica’nın The No Smoking Orchestra’sından tanıdığımız Sırp müzisyen Nele Karajlic ise, insan arzuları ve haklarına odaklanan bir keyboard yerleştirmesiyle izleyiciyi bekliyor. Yine Kazakistan’dan Pasha Cas, geleceğin diline dair sorularını anlamsız yazıyı taşa kazıyarak ortaya koyuyor. Birleşik Krallık ve Vietnam’dan TpT ise, sanal ve fiziksel mekânlarda kontrol mekanizmalarına karşı koyan karakter kartlarıyla interaktif bir deneyim sunuyor.
Denis Leo Hegic Projects, İstanbul’a sadece eserlerini değil, yaratıcılarını da getiriyor. Ziyaretçiler altı sanatçının tamamıyla Noise_Media Art 2025’te G10 numaralı stantta tanışma fırsatı bulacak. Yeni medya sanatına dair benzersiz bir deneyim sunmaya hazırlanan Denis Leo Hegic Projects’in kurucusu ve küratörü bu seneki Noise edisyonuna katılımıyla ilgili “Sanat hem sarsar hem heyecanlandırır. Biz altı farklı köşeden kurtuluşu getiriyoruz. Çünkü sanat, hayatta kalmaktır.” yorumunda bulunuyor.
17-21 Eylül tarihleri arasında Yapı Kredi bomontiada’da gerçekleşecek Noise_Media Art 2025’e dair ayrıntılı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.
Merve Dizdar’ın performansıyla dikkat çeken İnsanlar Mekanlar Nesneler, ikinci sezonuna başlıyor. İbrahim Çiçek rejisiyle idPRo ve Zorlu PSM ortak yapımcılığında sahnelenen oyun, 1, 18 ve 19 Ekim’de Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak.
Merve Dizdar’la birlikte Nihal Koldaş, Selçuk Borak ve Kerem Arslanoğlu’nun başrollerini paylaştığı İnsanlar Mekanlar Nesneler, geçmişin yüklerinden kurtulmaya çalışan bir insanın hikâyesini anlatıyor. Merve Dizdar’ın performansıyla 2025 Direklerarası Tiyatro Ödülleri “Kadın Oyuncu” ve Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın Kadın Oyuncusu” ödüllerini kazanan, 27. Afife Tiyatro Ödülleri’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ve 26. Sadri Alışık Oyuncu Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu” adaylığı bulunan oyun, aynı zamanda 2025 Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın Işık Tasarımı”, “Yılın Prodüksiyonu” ve “Yılın Koreografisi” ödüllerine de layık görüldü.
Yakup Çartık’ın ışık tasarımı ve Taner Güngör’ün koreografisiyle sahnelenen, yürütücü yapımcılığını Omnia Yapım’ın üstlendiği ve Rönesans Gayrimenkul’ün ana sponsorluğunda izleyiciyle buluşan oyunun sahne ve kostüm tasarımı Ceyda Balaban imzası taşıyor.