02 TEMMUZ, ÇARŞAMBA, 2025

Kendini Sevme Cesareti Göstermek ya da Aşkın Tanımını Yapmak: “Materialists”

Celine Song’un modern ilişkileri, beklentilerin ilişkilerde yarattığı kopuklukları, görüntü müptelalığının olası risklerini merkezine alarak şehir insanının yaşamına dair bir anlatı sunan, başrollerinde Dakota Johnson, Pedro Pascal ve Chris Evans’ın yer aldığı Materialists filmi hakkında bir yazı.

Kendini Sevme Cesareti Göstermek ya da Aşkın Tanımını Yapmak: “Materialists”

Aşk nedir? Aşkın herkesçe kabul edilen, bilinen bir tanımı var mıdır? Aşkın tanımı ötekinin varlığıyla, bir başkasıyla ya da başka bir şeyle bağ kurma ve bir arada olma hâliyle yapılır. O yüzden bu satırlar arasında gözlerini gezdirecek ve kelimelerin bir araya getirdiği cümlelerin ritmini hissedecek sevgili okuyucu, bu kadar direkt bir soruyla başlamak istemezdim. Bu yazı için masa başına oturduğum, sizin bu satırları okuyacağınız zamanla aynı aynı ana denk gelen şu anda, yanıma eşlikçi aramak için bu kadar direkt bir soruyla başladım. Aşkın tanımını kaç kez düşündüğünü kendine sor. Bu sorunun cevabının hangi çıkmazları barındırdığını, hangi kapıları araladığını, hangi farklılığımızla yüzleşmemize neden olduğunu düşünedur. Çünkü bazı kelimelerin tanımlarını oluştururken insan yalnız hisseder. Yalnız kaldığında insanın oluşturduğu tanım sadece kendisi için vardır. Herkesin kendi yaşantısına, beklentisine, bir olma hâline göre kendisi için oluşturduğu bir aşk tanımı vardır. Ben de bu olası satırları oluştururken, aşkın araladığı bir anlam kapısı bulacağım. Oradan yalnız geçmek istemediğim için eşlikçim olmanı istiyorum. Her ne kadar yola birlikte çıksak da bazı kelimelerin tanımı, sadece yaşayarak onun anlam içeriğini dolduran kişi için vardır.

Bir Arada ve Ayrı Ayrı Yazılan Hikâyeler

Birlikte bir kelimenin tanımını bulmak, tanımının kendisi olmak ve en iyi ihtimalle ortak bir duyguda buluşmak için böyle bir giriş yapmak istedim. Tüm bu çağrışımları yapan ise Celine Song’un bir önceki harikası olan Past Lives’ ın ardından çektiği ikinci uzun metrajı,  başrollerinde Dakota Johnson, Pedro Pascal ve Chris Evans’ın yer aldığı Materialists filmi oldu. Song, bir önceki filmi Past Lives’da hayatları farklı yönlere giden iki yakın çocukluk arkadaşı Nora ve Hae Sung’un, yıllar sonra yeniden bir araya gelmelerini, iki insanın ayrı coğrafyalarda farklı zaman dilimlerinde yazılmaya devam eden hikâyesini işlemişti. Song, Materialists filminde ise modern ilişkileri, beklentilerin ilişkilerde yarattığı kopuklukları, görüntü müptelalığının varabileceği olası riskleri merkezine alarak şehir insanının yaşamına dair anlatı çıkarıyor.

New York'ta yaşayan genç ve hırslı bir çöpçatan olan Lucy (Dakota Johnson), hayatını başkaları için “mükemmel eşleşmeleri” bulmaya adamışken, kendi hayatında bir aşk üçgeninin ortasında kalır. Bir yanda kusursuz görünen, başarılı ve zengin yeni bir ilişki (Pedro Pascal tarafından canlandırılan karakter), diğer yanda ise geçmişten gelen, maddi zorluklar yaşayan ancak Lucy'nin aklından çıkaramadığı eski sevgilisi John (Chris Evans) vardır. Film, Lucy'nin bu iki adam arasında yaptığı seçimler ve bu seçimlerin hem kişisel hayatına hem de mesleğine yansımaları üzerine odaklanmaktadır.

Konforlu Sayılabilecek Mutluluk Formüllerinin Ardından Gitme Telaşı

Modern flörtlerdeki beklentileri, kadın ve erkek rollerindeki değişimleri, aşkın ve arzunun maddi boyutlarını sorgulayan Song, bu filmde de bir yol ayrımı yaşamış iki insanın yaşamlarına odaklanıyor. Kendi başlarına ve ayrı yazılan hikâyelerinde yaşam telaşının içinde birbirinden uzaklaşan eski iki sevgili John ve Lucy karşılaşmalar yaşayarak birbirleriyle tekrar yakınlaşmaları için kurulan tuzakların içine bir çekilir bir uzaklaşırlar. Celine Song, bu yanıyla hikâyesini oturttuğu modern bir şehrin içinde insanlar arasında mesafeler yaratmayı ve kapatmayı, ilk filmi Past Lives’a nazaran daha küçük bir alanda anlatıyor. İlişkilere beklentileri karşılama alanı olarak bakan, onu bir anlaşma olarak gören, insanlara piyasa değeri biçecek kadar iş dünyasının içerisinde kendi varlığını unutan çöpçatan Lucy, kaçmakta olduğu gerçeğini görmek zorunda kalacak ve mutlu olmaya cesaret etmesi gerekecektir. Çünkü aşk, kendine bir kez olsun inanma fırsatı vermektir.

​Modern hayatın içinde formunu oluştururken başkalarının filtrelerinden sıyrılamayan, onların gözüne göre şekillenmekten kurtulamayan ve kendini açıklama, anlama ve anlamlandırma yetilerini yitiren insan, kendini rastlantılara kapar. Bizi kuşatan şeyler gözlerimizi körleştirir. Etrafımızda ne varsa onun tarafından esir alınırız. Para, iş, görünme kaygısı, beğenilmeme endişesi, elimizde olanı kaybetme korkusu… Tüm bunları elimizde tutmak için çırpınıp dururken, elimizde olanın üstüne koymaya çalışırken insanın kendi gerçeğini unutma ihtimali çok yüksek. Kendimizi kapadığımız tüm rastlantılar, karşılaşmalar, kendimizin yanında duramama hâli bizi topluma uyumlarken, aynı olanın içinde bir başka aynı olan hâle geliriz. Bu da aslında renkleri solduran, farklılıkları silen bir unsur hâline gelir. Aynı olanı sorgulamadan ne farkımız ortaya çıkar, ne de farkımızı ortaya koyabileceğimiz bir ilişki biçimi. Celine Song’un Materialists filmi tam da bu noktada sessiz ve derinden bir mesaj veriyor. Modern insanın nesnelere olan düşkünlüğünü, konforlu sayılabilecek mutluluk formüllerinin ardından gitme telaşını sessizce eleştiren film, iki insanın onca farklılıklarına rağmen bir aynılık içinde birlikte olabilmelerinin her an mümkün olacağını da söylüyor. Günün sonunda film, aşkın dönüşen, değişen ve esneyen tanımına dair insana bir sorgulama alanı sunuyor.

Photo by Charlie Clift for Materialists press

Kendini Sevme Cesareti Göstermek

“Aşk nedir?” sorusuyla başladım yazıya. Kendi düşüncelerim ve filmin bana çağrıştırdıklarını avuçlarıma alıp geldiğim noktada, hâlâ henüz net bir cevabım yok buna. O yüzden belki sizi de kattım yanıma. Tanımlar değişir, dönüşür, kalabalıklaşır, yalnızlaşır. Bazen bir şeyin tanımını düşünürken yaşam kendiliğinden bir tanım verir onu arayana.  Çünkü buna net ve herkes için geçerli bir cevap vermek çok zor. Ama bir yol ihtimali olduğunu düşünüyorum. En azından bir başlangıç noktası var. O yolun başlangıç noktası; kendine şeffaf bakabilme cüreti ve kendini sevme cesareti göstermek olabilir... Gerçekten kendine baktığında, kendini sevdiğinde karşılaşmalara daha açık hâle gelir insan. Karşılaşmalar da her zaman bir ihtimal doğurur. Başkalarıyla karşılaşmalar, bir arada olmak bir şeyin tanımını yeniden yeniden yapmak her seferinde insana bir kendine bakma noktası verir. Kendimizi severek, kendimizin yanında durarak başlarız her şeye ve ardından başkalarına katılarak, dâhil olarak kocaman bir bütünün parçası hâline geliriz…

0
1523
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage