06 KASIM, PERŞEMBE, 2025

Zalimlerin İnşasına Yüksek Şatodan Bakış

Philip K. Dick’in bir yandan alternatif bir tarih yaratırken diğer yandan yaşadığımız dünyanın ve tarihin gerçekliğini sorgulattığı romanı Yüksek Şatodaki Adam üzerine bir yazı.

Zalimlerin İnşasına Yüksek Şatodan Bakış

Philip K. Dick’e 1962’de yayımlandıktan bir yıl sonra Hugo Ödülü’nü kazandıran Yüksek Şatodaki Adam, Dost Körpe’nin incelikli çevirisi ile İthaki Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı.

Ursula K. Le Guin’in “Bilimkurgunun Amerikan edebiyatına bıraktığı ilk büyük ve kalıcı iz” diye tanımladığı Yüksek Şatodaki Adam; İkinci Dünya Savaşı’nı Almanya ve Japonya’nın da aralarında olduğu Mihver Devletleri’nin kazanması hâlinde yaşanacaklara odaklanıyor. Dick, bir yandan alternatif bir tarih yaratırken bir taraftan da okura yaşadığı dünyanın ve tarihin gerçekliğini sorgulatıyor.

Kitabı elinize aldığınız ilk an romanın distopik dünyasına düşüyorsunuz zaten. Kapakta Nazi selamı veren Özgürlük Heykeli’ni gören okurun huzuru daha ilk karşılaşmada kaçıveriyor. Ama bu daha ne ki?

Philip K. Dick, faşizm yakıcılığına, muktedirlerin iflah olmaz kötülüklerine projeksiyon tutarken, türlü felsefi sorularla da okuru oyunun içine katıyor… Üstelik roman içinde bir roman yaratıyor Dick. Gelelim Dick’in sınır tanımaz zihninden dökülen Yüksek Şato’daki Adam’a ve romandaki senaryoya…

​İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, Nazi Almanya’sı ve Japon İmparatorluğu savaşın galibi olmuştur. Bölünen Amerika Birleşik Devletleri’nin Batı Yakası görece daha ılımlı bir yönetim sergileyen Japonya’nın, Doğu Yakası ise Nazi Almanya’sının kontrolüne girmiştir. Tarafsız bölge olan orta kısım ise çatışmalara teslim olmuştur. Nazi Almanya’sı ise sadece yeryüzünde değil bilim ve teknolojide de süper bir devlet haline gelmiştir. Mars’a yapılan uçuşlar şöyle dursun Güneş Sistemi’ni fethe girişmiştir artık. Arka planda ise faşizmin yaydığı karanlık kendini hep hissettirir. Öyle ki ırkçılık politik bir araç olmanın ötesine geçip bir varlık nedenine dönüşmüştür… En ürpertici olanıysa Nazilerin Afrika’daki soykırımıdır…

Dick, vahşetin boyutunu okurun hayal gücünü kullanabileceği şekilde tasvir ediyor. Okurken bu kadar yeter, dediğiniz yerde kapağı kapatıp nefesleniyorsunuz, ardından “hakikat kurmacadan da ağır” itirafında bulunuyorsunuz kendinize. Devam edelim;

“(…) Afrika. Ölü kabilelerin hayaletleri adına. Yerle bir edildi... Neye dönüştürülmek üzere? Kim bilirdi? Belki de Berlin’deki o usta mimarlar bile bilmiyordu. İnşa eden ve didinip duran bir grup otomat. İnşa eden mi? Un ufak eden. Bir paleontoloji sergisinden çıkıp gelmiş, insan yiyen devler bir hasmın kafatasından kâse yapmaya uğraşıyor; tüm aile, önce kafatasının içindekileri –çiğ beyni– kepçelerle harıl harıl boşaltıyorlar, yemek için. Sonra insanların bacak kemiklerini faydalı aletler olarak kullanıyorlar. Tutumlu bir davranış... Hoşlanmadığınız insanları yemeyi akıl etmekle kalmayıp onları kendi kafataslarının içinden yemek. İlk teknisyenler!”

Ve bir başkası…

“Naziler dehalarını sergilemişti; içlerindeki sanatçı gerçekten ortaya çıkmıştı. Akdeniz’in suları hapsedilmiş ve atom gücü kullanılarak kurutulmuş, zemini de işlenebilen tarlalara dönüştürülmüştü.”

“Amerikan yerlilerinden kurtulmak iki yüz sene sürmüşken Almanya, Afrika’da aynı işi on beş yılda neredeyse başarmıştı.”

Her birinin bir ideolojiyi temsil ettiği roman karakterlerini ismen de olsa kısaca tanıtmış olalım;

Bay R. Childan( antikacı), Frank Frink (Yahudi kökenli Amerikalı bir zanaatkar), Juliana Frink, (Judo eğitimi almış, romanın en gözü pek kişisi. Aynı zamanda gerçekliğe ilk uyananı),  Bay Tagomi (bürokrat), Joe Cinnadella (görünürde kamyon şoförü olsa da bir Nazi ajanı), Rudolf Wegener (Bay Baynes gizli bir anti Nazi subayı) … Hawthorne Abendsen (Yüksek Şatodaki Yazar). Karakterler hayati veya günlük kararlar alırken ya da yeni bir işe başlarken sık sık Çin’in kadim kehanet kitabı olan I Ching’e, (Kâhin)  başvuruyor… Hatta romanın yazarı Dick’in de eserini kaleme alırken bu yönteme başvurduğunu hatırlatmış olalım…

Görünmeden Yaşamak!

Dick, kimlik ve aidiyet duygusunu sorgulatırken ince ve çarpıcı sahneler koyuyor okurun önüne. Bir roman karakterinin yaşamak için estetik yaptırması en çarpıcı kimlik paradokslarından biri… “Seçilmiş sima” için verdiği mücadeleyi karakterin kendi cümlelerinden okuyalım;

“Ben Yahudi’yim. Anlıyor musunuz? Anlayamazdınız çünkü fiziksel olarak kesinlikle Yahudi’ye benzemiyorum. (…) Burnuma estetik yaptırdım; iri, yağlı gözeneklerimi ufalttırdım; ten rengimi kimyevi yöntemlerle açtırdım; kafatasımın şeklini değiştirttim. Kısacası, ne olduğumun fiziğimden anlaşılması olanaksız. Nazi toplumunun en yüksek çevrelerinde gezinebilirim ve sık sık gezindim de. Ne olduğumu kimse, asla keşfedemeyecek. (…) Ve benim gibi başkaları da var. Duyuyor musunuz? Ölmedik. Hâlâ varız. Görünmeden yaşıyoruz.”

Çekirgenin Ağırlığı

Totaliter rejimin ağırlığı altında ezilirken herkesin gizli gizli okuduğu bir kitap dolaşıyor elden ele… Yastık aralarına saklanan, tuvaletlerde okunan bir eser: Çekirge Ağır Gelecek Kendine…  Gerçeklik algısını yerle bir eden bir kurmaca. Kitabın yazarı Yüksek Şatodaki Adam olarak bilinen Hawthorne Abendsen. Roman içindeki o kurmaca kitap, alternatif bir tarih romanı esasında. Abendsen romanında savaşı müttefiklerin kazandığını varsayıyor. (tarihte olduğu gibi) Yani ABD ve İngiltere, Almanya ve Japonya’yı mağlup ediyor. Ancak Abendsen müttefiklerin zaferini de sorgulayıcı bir bakışla anlatıp okura “Kazananlar her zaman adil midir?” sorusunu sorduruyor.

Çekirge Ağır Gelecek Kendine, Nazilerce yasaklanmış bir roman. Çünkü Abendsen’in anlattığı dünya faşist düzene bir tehdit olarak görülüyor. Onlara göre kitabı okuyanların gözü açılacak ve tek mümkünün kendi yaşadıkları düzen olmadığını kavrayacaklardır. Bu de bir çeşit uyanış ve direnişe neden olacaktır…

Nitekim romanın en cesur karakteri olan Juliana, Nazilerin öldürmek için peşine düştüğü Abendsen’i bundan haberdar etmek için harekete geçiyor. Onca erkek karakter arasında Dick’in bir kadını “en cesur” olarak yaratması da bilinçli bir tercih olarak karşımızda duruyor… Kişisel olarak aldığım mesaj; tarihi erkekler yazsa da bir kadının gücü, sezgisi ve özgüveni ile taşlar yerinden oynar… Cesaret bulaşır...

Nitekim Çekirge Ağır Gelecek Kendine kitabını okuyan Juliana’nın şu çıkışı uyanışın ilk adımı olarak algılanabilir; “Mihver Devletleri savaşı kaybetmiş olsaydı istediğimizi söyleyip yazabilecektik, tıpkı eskiden olduğu gibi; tek bir ülke olacaktık... Hepimiz için aynı olan, adil bir hukuk sistemine sahip olacaktık.”

Malum, Yüksek Şatodaki Adam, bir dizi uyarlamasıyla da seyirciyle buluştu. Yine de önceliği kitaba verenler için romanın sürprizlerini bozacak ayrıntılardan uzak kalmakta fayda var…

Deliler Güç Sahibi

Faşizmin, otoriter rejimlerin yeniden yükselişe geçtiği bir dönemde okunması ve üzerine kafa yorulması gereken bir eser Yüksek Şatodaki Adam

Romanın bir yerinde “maksatlı olarak zalimler” diyen Dick, yönelttiği sorularla okuru uyanış için dürtüyor. Bunlardan birkaçını alıntılamadan geçmek istemem:

“Psikotik bir dünyada yaşıyoruz. Deliler güç sahibi. Bunun ne zamandır farkındayız? Bununla ne zamandır yüzleşiyoruz?”

“Bir insan tüm dünyayı ele geçirmiş ama bu uğraşı sırasında ruhunu yitirmişse ne kazanır ki?”

Kitabın arka kapak yazısından ilhamla; Yüksek Şatodaki Adam bildiğimiz tarihin bozulmuş bir kopyası… Bunca bozulmuşluk ve çürümüşlüğe son noktayı koyacak kapanış cümleleri ise yine Dick’ten gelsin:

“Tarihin kurbanları değil failleri olmak istiyorlar. Kendilerini Tanrı’nın gücüyle özdeşleştirip tanrısal olduklarına inanıyorlar. Bu onların temel deliliği. Bir arketip tarafından ele geçirilmişler; egoları psikotik bir şekilde öyle şişmiş ki, kendilerinin nerede başladığını ve tanrısallığın nerede bittiğini bilemiyorlar. Bu aşırı gurur, kibir değil; şişen egonun mutlak sınırına ulaşması... Tapan ile tapılanın birbiriyle karıştırılması.”

0
301
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage