
Han Kang’ın duymadan sese, görmeden ışığa inananların, iki insan arasında kurulan beklenmedik bağın hikâyesini anlattığı romanı Yunanca Dersleri üzerine bir yazı.
Han Kang, Yunanca Dersleri kitabında dilin suskunlukla sınandığı bir dünyada, hayatlarında kayıplar yaşamış iki yalnız ruhun yollarını kesiştiriyor. 2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar, uzun bir suskunluk döneminden sonra kaleme aldığı bu kısa romanıyla, sözcüklerin var eden ve sınırlayan gücünü, kayıpların insan ruhundaki yankılarını ve yeniden var olma çabasını adeta dans edercesine gözler önüne seriyor. Her cümle, okurun zihninde hafif bir ritim oluşturuyor; sessizlik ve sözcükler arasında ince bir uyum kuruluyor. Bu uyum, karakterlerin yürüyüşlerinde, adımlarında ve şehirle kurdukları temaslarda hissedilir bir şekilde ortaya çıkıyor.
Seul’un sokaklarında, iki karakterin adımları birbirine yaklaşır. Biri, görme yetisini yavaş yavaş kaybeden bir Antik Yunanca hocasıdır; hayatın ayrıntıları onun için giderek bulanıklaşır, her adımı hem bir keşif hem de bir kayıp gibidir. Diğer karakter, çocuğunun velayetini kaybetmiş bir şair ve öğretmendir; konuşma yetisini yitirmiş, suskunluğu hem bir sığınak hem de ağır bir yük hâline gelmiştir. Şehrin uğultusu, yağmurun dokunuşu ve rüzgârın fısıltısı, onların sessiz dansına eşlik eder. Kalabalık caddelerde, boş park köşelerinde ve kaldırımların arasında yürüyüşleri, adeta içsel bir koreografi gibi akar. Adımlar, düşünceler ve anılar birbiriyle ritmik bir şekilde çarpışır; her karşılaşma, her tesadüf, karakterlerin içsel dünyasında yeni yankılar uyandırır.

Erkek karakterin zihninde çocukluğunda ailesiyle taşındığı Almanya sürekli tekrar eder. Yabancı bir ülkede büyümenin yarattığı aidiyet krizleri ve hafızasının gölgeleri, adımlarını ve düşüncelerini yönlendirir. Bu tekrarlar, onun geçmişle şimdiki zaman arasındaki ince çizgide var olmasını sağlar; hafızası ve şehri arasında bir denge kurar. Kadın karakter ise geçmişin ağırlığından kaçmaya çalışır; hatırlamak istemediği anılardan uzaklaşırken, kendi dilinden kopar. Antik Yunanca dersleri, onun için yeniden konuşabilmenin ve var olabilmenin bir yoludur. Ölü bir dilin kıyısında, kaybettiklerini toparlamaya çalışır ve kelimelerin ritmiyle yeniden nefes alır. Her ders, bir adım daha ileriye atılan küçük bir dans gibidir; kelimeler, sessizlikle birlikte yeni bir melodi oluşturur.
Romanın anlatımı da bir dansın ritmi gibi tasarlanmıştır. Kadın karakter üçüncü tekil şahısla aktarılır; bu mesafe, onun içsel yabancılaşmasını ve sessizliğini görünür kılar. Erkek karakter ise birinci şahısla konuşur; düşünceleri ve izlenimleri okura doğrudan ulaşır. Bu farklı bakış açıları, yalnızlığın ve sessizliğin farklı tonlarını yansıtarak, karakterlerin iç dünyasına bir koreografi ile adım atmamızı sağlar. Han Kang, dilin yetersizliğini ve sessizliğin ağırlığını ustalıkla işler; her cümle, okurun zihninde bir ritim oluşturur. Sözcükler ve sessizlik, adeta bir vals gibi birbiriyle uyumlanır, her paragraf bir diğerine bağlı bir adım olarak ilerler.

Yunanca Dersleri, yalnızlık, kayıp ve dil arasındaki karmaşık ilişkiyi araştıran bir roman. Sözcükler, kendi başına bir canlı gibi hareket eder, insanları birbirine bağlayabildiği gibi koparabilir. Dil, Han Kang’ın dünyasında sadece iletişim aracı değil; varoluşun yükünü taşıyan, insanın kendini ve başkasını anlamasına aracılık eden bir güçtür. Ancak bu güç kimi zaman yetersiz kalır, sessizlik devreye girer; hem koruyan hem de yüzleştiren bir boşluk olarak, karakterlerin ve okurun karşısına çıkar. Sessizlik hem bir sığınak hem de bir yüzleşme alanıdır; karakterler ve okur arasında görünmez bir bağ kurar, onları derin düşüncelere sürükler.
Yazar, klasik ve Budist felsefeden beslenerek dilin sınırlarını tartışır. Roman boyunca sessizlik, sokakların uğultusu, gözlerin kararması ve hafızanın bulanıklığı aracılığıyla konuşur. Han Kang’ın yalın ve yoğun dili, okuru sessizlikle yüzleşmeye davet eder ve her paragraf, sessizliğin neredeyse elle tutulur hissini verir. Şehrin sesleri, karakterlerin iç dünyası ve kelimeler arasında kurulan bu uyum, adeta okurun zihninde bir senfoni yaratır. 2024 Nobel Edebiyat Ödülü’nün Han Kang’a verilmesi, eserlerini yalnızca Kore edebiyatı için değil, dünya edebiyatı açısından da önemli bir konuma taşır. Yazar, insan bedeninin, ruhunun ve dilinin kırılgan yanlarını işler; bu kez özellikle dilin sınırlarını merkeze alır.
Yunanca Dersleri, kayıpların ve yalnızlığın romanı olmasının yanı sıra, yeniden konuşabilmenin ve sessizlikten çıkabilmenin olasılıklarını da sorgulayan bir eser. Han Kang, okura yalnızca karakterlerin hikâyelerini değil, kendi iç sessizliklerini de dinlemeyi önerir. Dil olmadan kim oluruz? Suskunluk bizi yok eder mi, yoksa yeniden var eder mi? soruları roman boyunca adeta bir ritimle yankılanır. Han Kang’ın incelikli anlatımı, okuru dilin sınırlarıyla ve kendi sessizlikleriyle yüzleşmeye davet ediyor ve bu davet uzun süre akılda kalıyor. Sözcükler ve sessizlik arasındaki bu dans, kitabın her sayfasında kendini hissettiriyor, okurun adımlarını ve nefesini romanın ritmine uyarlıyor.