14 EKİM, SALI, 2025

Doğanın Değişimi, İnsanın Değişmezliği: “Deniz Canavarları”

Iida Turpeinen’in kıtaları ve yüzyılları aşan, insanın cehaletiyle yok ettiklerini yeniden diriltme dürtüsünün öyküsünü anlattığı romanı Deniz Canavarları üzerine bir yazı.

Doğanın Değişimi, İnsanın Değişmezliği: “Deniz Canavarları”

Tüm zamanların en sarsıcı ve kült serilerinden biri olan The Matrix’in ilk filmde, epik bir sahne vardır. Morpheus, ajanlar tarafından esir alınmıştır ve işkence görmektedir. Sinema tarihine iz bırakan anti-kahramanlardan olan Ajan Smith o sahnede şu konuşmayı yapar: “Bu gezegendeki her memeli içgüdüsel olarak çevresiyle bir denge kurar. Ama siz insanlar bunu yapmıyorsunuz. Bir bölgeye taşınırsınız ve tüm doğal kaynaklar tükenene kadar çoğalırsınız. Hayatta kalmanın tek yolu başka bir bölgeye yayılmaktır. Bu gezegende aynı örüntüyü izleyen başka bir organizma daha var. Ne olduğunu biliyor musunuz? Bir virüs. İnsanlar bir hastalık. Bu gezegenin kanseri. Siz bir vebasınız.”

​Iida Turpeinen’in dilimize Denizin Canavarları olarak çevrilen ve Timaş Yayınları etiketiyle yayımlanan kitabını okurken bu acımasız ve bence bir o kadar da yerinde tespitleri taşıyan replik ve sahne ansızın zihnimde canlandı. Çünkü Turpeinen, romanında 18. yüzyılda keşfedilen ve yalnızca 27 yıl içinde insan eliyle yok edilen Steller deniz ineğinin izini sürüyor, hikâyesini anlatıyor. Pek tabii böyle ifade edince bir dönem anlatısı özelliğini taşıyan hikâyemizin kurmaca olmadığını düşünmeniz mümkün. Bu bilgiyle birlikte Tupreinen’in yedi yıllık bir çalışmasının eseri olan bu kitap, gerçek insanlar ve gerçek olayların etrafında örülmüş farklı dönem ve çağlarda geçen harika bir roman.

Turpeinen’in bu roman fikri, Helsinki Doğa Tarihi Müzesi’nde bir sergi panosu önünde doğuyor. Devasa bir iskeletin altında şu satırları okuyan yazarımız çok etkileniyor: “Steller’in deniz ineği, altı bin kilo ağırlığındaydı. Yavaş ve savunmasızdı. Tür, keşfinden sadece 27 yıl sonra, 1768’de tamamen yok oldu.” Hatta kitabın ilk bölümü de bununla paralel bir müze sahnesiyle açılır. Ziyaretçiler müzedeki eserleri inceler, önlerinden geçip giderler, çocuklar sevinç ve merakla dinozor kalıntılarının olduğu yere koşturur. Dinozorlar daha ilgi çekicidir. Deniz ineği öyle değildir, değil mi?

Yazarımız büyük bir tarihi, bilimsel ve edebi kazı çalışmasına başlıyor. Üç katmana ayırdığı romanını 18. yüzyılda açıyor. Bu bölümü 1741’de Vitus Bering’in seferine katılan doğa bilimci Georg Wilhelm Steller üzerinden anlatır. Tamamen tesadüfler ve denk gelişlerle katıldığı bu keşif yolculuğunda kimse Steller’in söylediklerini ciddiye almaz. Bu tercihleri daha sonra başlarına büyük belalar açacaktır. Saçmalık ve aptallık denebilecek kadar büyük hatalarla tüm mürettebat açlığın pençesine düşer. Mürettebat açlık ve hastalıkla boğuşurken Steller kendince yöntemlerle hayatta kalmanın yolunu bulur.

Steller, doğaya hayran bir gözlemcidir ama bu hayranlığın içinde bir takıntı vardır. Yeni keşfedilen adalarda yaşayan habitatı resmeder, yeni tür canlıları yine kendi yöntemleriyle dondurur, içini boşaltır, kemiklerini yeniden birleştirir ve saklar. 

Bilinmeyen suların ve denizlerin büyük tehlikelerle dolu olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. İşte sefere çıkan gemimiz de rotasından sapar ve Sibirya kıyılarına oturur. Açlık, soğuk, ne olduğu bilinmeyen hayvanlar… Adeta hiçliğin ve bilinmezliğin ortasında bir yaşam mücadelesi başlar. Açlıktan ölmek üzere olanlara az sayıdaki mürettebatın hayatını daha önce tanımlanmamış bir deniz hayvanı kurtarır.

Steller deniz ineği, insanın açgözlülüğü karşısında şanssız bir türdür. Etinin lezzeti, derisinin dayanıklılığı nedeniyle gemiciler ve kürk avcıları tarafından hızla tüketilir. Tür, keşfinden yalnızca 27 yıl sonra tarihe karışır.

Yazarımız Turpeinen, bu hikâyeyi yalnızca bir trajedi olarak anlatıp bırakmayı tercih etmez. En baştaki replikte bahsettiğimiz olay gerçekleşmiştir. İnsan ilk defa ayak bastığı yeri istila etmiştir ve başka bir canlının soyunu kurumuştur. Hikâyemiz burada bitmez yani. Romanın ikinci katmanı, 19. Yüzyıl Alaska’sında geçer. Alaska o dönem Rus toprağıdır ve Alaska’ya vali olarak atanan Johan Hampus Furuhjelm’i Rusya’dan ziyarete gelen Profesör Alexander von Nordman’a Steller deniz ineğinin iskeletini Rusya’ya göndermesini ister. Ancak bu neredeyse imkânsıza yakın bir istektir. Bir yandan da valinin eşi ve bu bölümün anlatıcısı olan Anna Elisabeth, yaşadıkları coğrafyanın zorlu koşullarıyla mücadelesinin yanında kadınları ve kız çocuklarını eğitmeye kendini adamıştır. Alaska’nın yerlisi olmayan bu çift için her iki görev de zorludur ancak bu amaçlardan vazgeçmemeyi öğreneceklerdir.

Üçüncü bölümde, doğa bilimleri illüstratörü olan Hilda Olson ile tanışırız. Alexander von Nordmann kötüleşen görme yeteneği nedeniyle yeni bir illüstratöre ihtiyaç duyar. Bir kadının asistan olması o dönem için ihtimal dışı bir uygulama olsa da von Nordmann Bayan Olson'ı asistanı olarak işe alır. Birlikte Ukrayna'da yürüyüş yaparak örümcek türlerini haritalarlar. Bu bölüm aynı zamanda kitabın hikayesine bağlanır: von Nordmann, Steller'ın deniz ineği hakkında ders verdiğinde, deniz ineğinin illüstrasyonunu Olson çizer.

Denizin Canavarları, tümüyle geçmişi ve bir türün yok oluşuna odaklanıyor gibi görünse de aslında dokunduğu odaklar çağımıza kadar ulaşıyor. Yaşadığımız çağda da aynı hırs ve açgözlülükle diğer türlerin yok oluşunu hızlandırıyoruz, bu yadsınamaz bir gerçek. Öyle ki bu somut gerçekle kitabın sonunda baş başa kalıyoruz. Turpeinen teşekkür bölümünün tamamını türü yok olan türlere ayırmasıyla aynayı bize tutuyor ve türümüzün acımasızlığını görüyoruz. Deniz Canavarları anlatımının gücü ve gerçeği farklı bir biçimde bize sunmasıyla kıymetli bir eser. İyi niyetle öneririm.

0
291
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage