29 EYLÜL, PAZARTESİ, 2025

İki Yazar, İki Yol: Eco’nun Labirenti, Brown’un Şehri

Romanları gizemin çekiciliğinden beslenen, bilgiye ulaşmanın farklı yollarını arayan Umberto Eco’nun Gülün Adı ve Dan Brown’un Sırların Sırrı kitaplarına dair karşılaştırmalı bir okuma.

İki Yazar, İki Yol: Eco’nun Labirenti, Brown’un Şehri

Her çağ, bilginin kapısında bekleyen soruyla yüzleşir: Bilmek insanı özgürleştirir mi yoksa yıkar mı? Antikçağ filozofları için bu soru, aklın gücüyle duyuların sınırları arasındaki gerilimdi. Ortaçağ’da ise kitapların raflara zincirlendiği, kelimelerin iktidarın gölgesinde saklandığı bir dönemde, bilgi hem ilahi bir ışık hem de yasaklanmış bir ateş olarak görülüyordu. Modern zamanlarda bilginin alanı laboratuvarlara, bilgisayar ekranlarına ve beynin karanlık kıvrımlarına taşındı. Ama değişmeyen şey, bilginin bir sır gibi saklanması, bir güç gibi korunması oldu.

İşte tam bu noktada, roman sanatı devreye girer. Çünkü roman, bilginin hikâyesini anlatmanın en esnek ve büyüleyici aracıdır. Eco’nun manastırında saklanan kitap da, Brown’un Prag’da peşine düşülen el yazması da aynı sorunun farklı yüzleridir: İnsan, bildiği şeyin ağırlığıyla nasıl yaşar?

Umberto Eco ile Dan Brown, roman sanatında aynı kökten beslenirler: Gizemin çekiciliği. Her ikisi de okuru bir bilmeceye sürükler, fakat bu bilmecenin yönü ve işlevi bütünüyle farklıdır.

Eco’nun Gülün Adı’nda karanlık manastırın duvarları arasında yasaklı bir kitabın gölgesi dolaşır. Rahiplerin peş peşe ölümleri, aslında bilgiye duyulan korkunun ve bilgiyi kontrol etme arzusunun simgesidir. Labirent kitaplık, yalnızca taş duvarlardan ibaret değildir; iktidarın saklamak istediği bilgiyle, insanın bilmek için duyduğu iştah arasında bir sınırdır. Eco, bu çatışmayı skolastik düşünceye, Aristoteles’in kayıp metinlerine, Ortaçağ’ın tartışmalarına yaslayarak anlatır. Onun romanında muamma, entelektüel bir meydan okumadır.

Brown’un The Secret of Secrets’ında ise Prag’ın sokaklarında çalınan bir el yazmasının peşine düşeriz. Kaybolan Katherine Solomon, ölüm ötesi bilinç araştırmaları, Golem efsanesi… Hepsi hızlı tempolu bir kovalamacanın parçası hâline gelir. Şehir, gotik mimarisi ve ezoterik sembolleriyle bir sahne dekoru gibidir. Brown’un anlatısında muamma, okuru sürüklemek için vardır; sorular ne kadar büyüleyici olursa olsun, cevabın felsefi derinliği değil, hikâyenin temposu önemlidir.

Eco için bilgi, özgürleştirdiği için tehlikelidir: Yasaklanan gülme, iktidarı sarsar. Brown için bilgi, geleceği değiştirecek bir tehdit olduğu için saklanır bilinç ölümsüzse bütün dengeler altüst olabilir. İki yazar da aynı eksende buluşur ama yürüdükleri yollar ayrıdır. Eco felsefi bir tartışma kurar, Brown sinematografik bir gerilim yaratır.

​Birinin okuru metinle kavga ederek düşünmeye zorlanır; diğerinin okuru nefes almadan sayfa çevirir. Eco “felsefi roman”ın, Brown “popüler gerilim”in temsilcisidir. Yine de ortak bir noktaları vardır: edebiyatın merkezinde daima çözülmeyi bekleyen bir sır bulunur.


Zihnin Işığı. Noetik’in Gölgesi

“Noetik” sözcüğü, Yunanca nous’tan gelir; zihne, idrake, düşünceye dair olanı anlatır. Aristoteles’in kullandığı anlamıyla, noetik bilgi duyulardan değil, aklın doğrudan kavrayışından doğar. Bu yüzden antikçağda en soyut bilgi biçimini tanımlıyordu.

Yirminci yüzyılda kavram başka bir yola girdi. Astronot Edgar Mitchell’in kurduğu Institute of Noetic Sciences gibi kurumlar, bilincin doğasını araştırmayı amaçladı. Zihin bedenden bağımsız işleyebilir mi? Bilinç maddeye etki edebilir mi? Telepati, sezgi, mistik deneyimler bilimsel yöntemlerle incelenebilir mi? Bu sorular, felsefeden kopup bilimsel ya da yarı-bilimsel bir zeminde yeniden soruldu.

Dan Brown’un romanları da bu kavramı işin içine kattı. The Lost Symbol ve The Secret of Secrets’ta noetik bilim, bilincin bedenden bağımsız var olup olamayacağı sorusu etrafında kurgunun merkezine yerleştirildi. Böylece eski felsefi bir kavram, popüler kültürde ölüm ötesi bilinç arayışının simgesine dönüştü.

​Noetik, bir yanda aklın en soyut gücünü, diğer yanda popüler romanlarda bilincin gizemini temsil eder. Eco için bu kavram, soyut düşüncenin alanına gönderme yapacak bir felsefi yankı taşırken; Brown için maceraya büyüleyici bir hava katar.


Bilginin Karanlığı ve Vaadi

Eco ile Brown’u yan yana getiren asıl mesele, bilginin niçin saklandığıdır.

Eco’nun manastırında Aristoteles’in “gülme üzerine” kitabı gizlenir. Çünkü gülmek, dogmaları kırar, otoriteyi zayıflatır. Otoritenin korkusu, bilginin özgürleştirici gücündedir. Bilgi burada tarihsel ve politik bir tehlikedir; insanlar gülerse, düzen bozulur.

Brown’un romanında ise gizlenen şey, bilincin doğasına ilişkin bir keşiftir. Noetik araştırmalar, ölümden sonra da varlığını sürdüren bir bilinci işaret eder. Böyle bir ihtimal, yalnızca bilimsel değil, dini ve politik düzenler için de yıkıcıdır. Burada bilginin tehlikesi, geleceği altüst edebilme gücündedir.

Her iki yazarın kurduğu evrende de bilgi, saklanması gereken bir sırdır. Eco’nun kitabı, Brown’un el yazması, farklı çağların aynı kaygısını dile getirir. Fakat Eco bu kaygıyı felsefi bir derinlikle işlerken, Brown onu gerilimin temposuna dönüştürür.

Eco’nun gülmesi, insanı özgürleştiren bilginin metaforudur. Brown’un noetik bilinci, insanı büyüleyen bir ihtimaldir. Biri okura eleştirel düşüncenin zorunluluğunu hatırlatır; diğeri sürükleyici bir macera vaat eder. Farklı çağların romanları, aynı sorunun yankısını taşır: Bilgi neden bu kadar tehlikelidir?


Popüler Bir Sır Olarak “The Secret of Secrets”

Brown’un yeni romanı, tartışmasız biçimde merak ve hız üretir; fakat edebi ölçekte bazı zaaflar görünür. Seri boyunca tekrarlanan şablon (Langdon, tarihî şehir, ezoterik sır, zamana karşı yarış) burada da korunur; kurgu güçlü bir motor gibi çalışsa da yenilik duygusu sınırlıdır. Bilincin doğası gibi ağır bir konu, aksiyon ve kısa bölümler arasında çoğu kez yüzeyde kalır; noetik göndermeler dekoratif bir zenginlik sunsa bile tartışmayı derinleştirmez. Bilim ile kurgu arasındaki çizgi kasıtlı biçimde bulanık tutulur; bu, bazı okurlar için büyüleyici, bazıları için yanıltıcı gelebilir. Bu durum sürükleyiciliği artırsa da sinematografik tempo edebiyatın dilsel ve estetik potansiyelini zayıflatır.

​Karakterler -özellikle Langdon- serinin başından beri neredeyse sabit kalan bir siluettir. Prag’ın mimarisi ve mitolojisi güçlü bir atmosfer kurar; ancak yer yer “turistik broşür” etkisine yaklaşıldığında anlatı, romanın kendi sesi yerine şehrin kartpostalına yaslanır. Bütün bunlara rağmen kitap, bir “merak makinesi” olarak çalışır: Okur sürüklenir, sayfa çevirmeyi bırakmak zorlaşır; eleştiriler okuma deneyimini tümüyle gölgelemeyebilir, fakat edebi ölçekte sınırlılık hissi kalır.


Bilginin Eşiğinde

Bilgi, asla yalnızca bilginin kendisi değildir. O, her zaman iktidarın, korkunun, umudun ve hayalin içinden geçerek biçimlenir. Eco’nun Gülün Adı’nda gülmenin bastırılması, dogmanın kırılmasından duyulan korkuyu açığa çıkarır. Brown’un The Secret of Secrets’ında bilincin sınırları üzerine araştırmalar ise geleceğe dair bütün düzenleri sarsacak bir ihtimali işaret eder.

Her iki durumda da bilgi, bir eşiktir. Açıldığında insanı özgürleştiren ya da sonsuz bir belirsizliğe iten bir kapı. Eco bu kapıyı felsefenin ve tarihin derinliğinde aralar; Brown ise onu popüler kültürün hızında aralar. Farklı üsluplara, farklı okurlara hitap etseler de aynı gerçeği hatırlatırlar: İnsanı insan yapan şey, bildiğiyle kurduğu ilişkidir.

​Belki de bu yüzden edebiyat, bilginin en güvenilir tanığıdır. Çünkü roman ne kütüphanelerin zincirleri ne de laboratuvarların deney tüpleriyle sınırlıdır. Roman, bilgiyi hem özgürleştirici hem de tehdit edici bir sır olarak anlatabilir. Ve biz okurlar, o sırra her defasında yeniden yaklaşırız.

Önerilen Okumalar

- William James, The Varieties of Religious Experience (1902)
Bilinç, inanç ve deneyim üzerine zamansız bir klasik; modern noetik tartışmaların ardındaki felsefi kaynak.

- Umberto Eco, Açık Yapıt (Opera aperta, 1962)
Edebiyatı bir yorumlar oyunu olarak kavramak isteyenler için, Eco’nun kuramsal metinlerinden bir klasik.

- Umberto Eco, Gülün Adı (Il nome della rosa, 1980)
Eco’nun Ortaçağ’ın labirentlerinde geçen romanı, bilginin tehlikesini ve özgürleştirici gücünü edebiyatın en güçlü sayfalarına taşır.

- Edgar Mitchell & John White, The Way of the Explorer: An Apollo Astronaut’s Journey Through the Material and Mystical Worlds (1996)
Ay’a gitmiş bir astronotun hem bilimsel hem mistik deneyimlerini birleştirdiği, noetik araştırmaların öncül metinlerinden biri.

- Dan Brown, The Lost Symbol (Kayıp Sembol, 2009)
Noetik bilinci roman dünyasına ilk kez taşıyan eser; bilincin sınırlarına popüler bir yolculuk.

- Dan Brown, The Secret of Secrets (Sırların Sırrı, 2025)
Prag sokaklarında başlayan, noetik bilimin gizemleriyle örülü yeni bir gerilim; popüler edebiyatın en güncel örneği.

0
713
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage