
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden, Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum ve devam kitabı Ölmek İstiyorum Ama Hâlâ Tteokbokki Yemek İstiyorum ile tanıdığımız Koreli yazar Baek Se-hee’ye çevirmeninden bir veda yazısı.
Baek Se-hee, 35 yaşında aramızdan ayrıldı. Güney Koreli yazar çoksatan anı kitabı Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum ve devam kitabı Ölmek İstiyorum Ama Hâlâ Tteokbokki Yemek İstiyorum’un yazarıydı. Ölüm nedeni açıklanmadı, ancak bağışlanan organlarının beş insana yaşam umudu olduğu sevenleriyle paylaşıldı.
Se-hee, çoğu insanın ilk bakışta imreneceği bir hayata sahipti: Bir yayınevinin sosyal medya yöneticiliğini başarıyla yürütüyordu. Yaratıcı yazarlık eğitimi almıştı, bir film kulübüne gidiyordu, üç köpeği ve zamanla kopsa da yeniden filizlenen ilişkileri vardı.
Ve tüm bunlar yetmiyordu.
Çoğu editör, çevirmen yazarlarıyla nasıl tanışırsa, ben de onunla öyle tanıştım: Bilgisayar başında, kelimelerle dolmuş bembeyaz bir çalışma dosyası şeklinde. Ondan biraz küçüktüm, bir yayınevinde editör olarak çalışıyordum. Pazarlama departmanından editöryal tarafa geçmiştim, bir bakıma onun da istediği şeyi başarmıştım. Üç kedim ve mutlu olduğum bir ilişkim vardı.
Ve yetmiyordu.
Bu noktada kalbimi açmadan, kendimi tüm gerçekliğimle ortaya koymadan bir veda yazısı yazmak kalpsizlik gibi geliyor bana. Hele ki o bana, bize kalbini tüm mahremiyetiyle, tüm kırılganlığıyla açmışken.

Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum, huzursuz ruhumun bir dökümü gibiydi. Ben de onun gibi çok zor bir ailede büyümüştüm, o zorluğun getirisi müthiş bir özgüvensizlikle boğuşuyordum. Sosyal ilişkilerimde hem empatik hem kibirliydim. Psikoloğum ya da psikiyatristim bana bir tanıdan bahsettiğinde can pahasına o tanıya tutunuyordum. Bir sebep arıyordum. Se-hee’nin o duru, can acıtan cümlelerini en iyi şekilde aktarmaya çalışırken bile sonsuz bir kaygı vardı içimde. İyi yapabiliyor muydum bunu, iyi bir aracı mıydım, onu anlıyor muydum, onu aktarmayı hak edecek kadar başarılı mıydım?
Bir editörün, çevirmenin isteyeceği en mucizevi şey benim başıma gelmişti, çalıştığım yazarla hemhâl olmuştum. Se-hee yeme bozukluğundan, alkolle ilişkisinden, ilaçların mahmurluğundan, güçsüzlüğünden bahsederken aynaya bakar gibi hissederdim kendimi. Adını bu yaşıma kadar duymadığım antidepresanlarımı yuvarlar, ona eşlik ederdim. O kendisini tekrar dinlemek, kendinden tekrar tekrar utanmak için ses kayıtları alır, kendini dinlerdi, ben kendine bunu yapmaması için yalvarırdım. Ben farklı mıydım?
Psikiyatristine hep aynı konu üzerine konuştuklarından yakınırdı. Haklıydı, ben de hep aynı konu üzerine cümleleri çevirirdim. Psikiyatristi sabırla, endişeyle aynı cevabı verir, ilaçlarında gerekli düzenlemeleri yapardı. Se-hee’nin terapi kayıtları öncesi ya da sonrasına yazdığı kişisel notlar ya yeni konu açar ya da aynı konuyu yeni bir can acısıyla, bıçak gibi kendine saplardı.
Her zaman depresif değildi elbette, handikap bu değil midir zaten? Küçük şeylerde mutluluk duyuyordu. Mutluluk belirsizdi, neden “böyle” olduğu belki hiçbir zaman cevap bulmayacaktı ama bazen o şükür mekanizmaları çalışıyordu işte. “İyileşmek” yerini “beraber yaşamayı öğrenme” gayretine bırakmıştı. Baek Se-hee varlığımdan habersiz biricik arkadaşımdı ve çabalıyordu.
Bu noktada ona “arkadaşım” dememek de tuhaf geliyor. Öyleydi! Beraber ağladık, beraber çabaladık, beraber yorgun düştük, beraber uyukladık. Dünya çapında milyonlarca insan da bizimleydi. Yardım istemeye çekinen, maddi imkânları elvermeyen, manevi bariyerleri aşamayan birçok insan o kısacık kitaplarda Se-hee’yle beraber büyüleyici bir şey yaşadı. Fuarlarda okurla buluşan biri olarak defalarca şahit oldum buna. Çoğunlukla Se-hee’den küçük, hayatın acemisi o okurların gözünde hep aynı hüzün vardı, ölmek isterken yaşamak istemenin hüznü. Onlar eminim ki Se-hee gibi içten bir yazarı tanıdıkları için mutlu, erken kaybettikleri için üzgünler.
Ben de üzgünüm. Bu bir arkadaşı ilk kaybedişim değil. Ölüm haberini aldığımda afalladım. Sanki onu bir yıldır tanımıyormuşum, en kişisel anlarını elimden gelen en iyi şekilde çevirmemişim gibi öylece kalakaldım. Bu yazının başına oturabilmek de zaman aldı. Bir arkadaşa nasıl veda edilir ki? Ama ona tüm okurları, sevenleri adına veda etmek bir gönül borcu.
“Kalbi yara alanların tıpkı bedeni yara alanlar gibi tıbbi destek almasının sıradan bir şey olduğu, bunun için damgalanmadıkları ve çevreleri tarafından irade zayıflığıyla suçlanmadıkları günlerin geleceğine dair umudumu koruyorum. Zihnin ve ruhun yaraları da en az bedenin yaraları kadar ciddiye alınsın isterim.”
Sevgili arkadaşım, yüreğindeki yaraları bizimle paylaştığın için teşekkür ederim.