
Suat Derviş’in merkezinde kadınların ve çocukların olduğu röportajlardan oluşan, görmezden gelinenlerin, hakkı yenilenlerin, yok sayılanların sesi olduğu kitabı Önce Kadınlar ve Çocuklar üzerine bir yazı.
“Önce Kadınlar ve Çocuklar” çok aşina olduğumuz bir söz. Doğal afetlerde, savaşlarda, istenmeyen tüm dünya hâllerinde korunacaklar listesinin başındalar. Çünkü yaratılmayı tercih edilen dünya erkeklerin dünyasıdır. Bu düzenin sıradan normu erkektir. Sıradan olmayanı –sıradan ne demek, onu ayrıca ele almak lazım– korumak gerekiyor. O “korumak”, tam da korunması gereken düzenin kendisi, yani patriyarkal düzen. Zehir ve panzehirin iç içe geçtiği bu hâlin, erken Cumhuriyet dönemi dediğimiz Türkiye’sinde, ilk Müslüman kadın muhabir Suat Derviş’in çalışma dizisiyle aydınlanıyoruz.
İthaki Yayınları’ndan 2025 yılında basılan bu eserin derleme çalışması, Serdar Soydan, Feride Çetin ve İthaki Yayınları’nın emeğiyle okuyucularına kavuşturuldu. Çalışmaya geçmeden önce, son söz niyetine Feride Çetin’in yazısına değinmek istiyorum. Feride Hanım, eseri yayımlama sürecinde titizlikle çalışmasının yanı sıra eleştirel bir gözlük takınarak okuma yapmış ki, 1920’lerin Suat Derviş’i ile 2025’in yazarı Feride Çetin’e uzanan dertler yumağının düğümleri yazılarda buluşuyor. Kendisi bu çalışmanın önemi ve erken Cumhuriyet basın dünyasında Suat Derviş’in yerini saptarken, tam da bugünün dertlerinden bir söyleme yer vermeyi ihmal etmiyor: İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmayı. Çağının sorumluluklarını bilen bir yazarın tarihe düştüğü bu not için naçizane bir teşekkürü hak ediyor.
Bu röportaj dizisi; Cumhuriyet, Son Posta, Tan, Haber, Akşam Postası gazetelerinde 1935-1937 yılları arasında tefrika edilmiş yazı dizilerinden oluşmakta. Röportaj dizileri de iki temelden oluşmakta: kadınlar ve çocuklar.

Suat Derviş, döneminin gazeteci sorumluluğuyla aydın bakışını bir araya getirerek çocuklarla röportajlar gerçekleştiriyor. Bu çocuklar dönemin farklı sınıflarını temsil ediyor. Dönemin üst sınıfının ikamet ettiği Şişli, Moda gibi semtlerin mürebbiyeli, Fransızca öğrenen, piyano çalan ve kültürel faaliyetlere erişebilen çocuklarıyla –ki bu çocukları özel hayatında tanıdığını söyleşi sırasında yer yer belirtir– röportajlar yapıyor. Çünkü bunun doğal bir sebebi var: Suat Derviş aristokratik bir aileden gelir. Aldığı eğitim de bunun bir uzantısıdır. O çocukların geleceğine dair planları sanat, edebiyat ve yurt dışına uzanan hayallerle bezelidir.
Bir de İstanbul’un kenar mahallesi diyebileceğimiz, henüz getto olmamış fakat sanayileşmenin ritmini artırdığı, Anadolu’dan göçün ayak seslerinin duyulduğu ve gettolaşmanın öncüsü olan İstanbul’u şekillendirecek yoksulların çocuklarıyla mülakatlar gerçekleştiriyor. Oradaki manzarada, çocuklar en temel hakları olan eğitim hakkına erişemeden sadece barınma ve yaşam gibi dertlerle mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Gündelik ve güvencesiz işlerde çalışan ebeveynlerin çocukları, açıkça yoksulluktan okula gitmediklerini ifade ederler. Bir okula gitmeme sebebi de eğer evde birden fazla çocuk varsa, büyük olan ya da daha ağırlıklı olarak erkek çocuğun okula gidip küçük ya da kız çocuğun okula gönderilmemesidir. Okula gitmeyen çocuklar çalışmaktan ziyade, iki çocuğun eğitim masraflarının o aileden çıkmayacağı gerekçesiyle çocuklar arasından tercihler yapıldığını anneler üzülerek belirtiyorlar. Çocukların durumunu sadece farklı sınıflardan çocuklarla konuşarak tespit etmez; çocuk doktorları ve annelerle de bir dizi röportaj gerçekleştiriyor.
Çocuklara dair bir alt dosya açar Suat Derviş: “Suçlu Çocuklar” dosyası, Tan gazetesinde 2-30 Aralık 1936 tarihleri arasında tefrika edilerek okuyucusuyla buluşur. Bugün hâlâ güncelliğini koruyan bu meseleye Derviş, gazetecilik sorumluluğuyla hapishanelerde birebir o çocuklara temas ederek yaklaşır. Burada da okuyucu olarak bir çıkarım yapabiliriz: Çocuk ıslah evindeki mahpusların ortak bir özelliği vardır: Yoksunluk. Anne ve babasından yoksun, maddi olarak yoksun çocukların suça meylettiği bu tablodan okunabilir.

Derviş bu röportaj dizisinde gözlemlerini aktarır. Çocukların gözleri, geleceğe dair yaşadıkları buhranları bir yazar gözlüğüyle aktarmayı ihmal etmez.
Röportajlar dizisinin diğer ana ekseni kadınlardan oluşmakta. Kadınların iş arama süreçleri, çalışan kadınların yaşadıkları, iş arayıp bulamayanlar, iş aramayanlar…
Günümüz dünyasında hâlâ var olan dertleri 1930’larda okuyunca nostalji tadı değil, bugün bildiklerimizi yinelemekten öteye gidemediğimizi fark edeceksiniz. 1930’larda genç bir kadının iş ararken yaşlı ve zengin bir erkek tarafından taciz edilmesi, insani olmayan saatlerce fabrikada insanüstü performans gösterip erkek işçinin yarı maaşını alan kadınların geçim dertleri…
Suat Derviş, sistem eleştirisi yapmak gibi bir gayeyle yola çıkmadığı bu söyleşi dizisinde aldığı cevaplarla aslında Türkiye’de yükselen sanayileşme ve kentleşme profilini çizer. Aynı işi erkek işçinin yevmiyesinin yarı fiyatına yapan kadın işçiler düzen için kârlıdır. Erkek işçilerin fabrikalardan çıkarılması yerine, aynı mesaiye karşılık yarı fiyatına çalıştırılacak kadın işçiler bilinçli bir tercihle seçilir. Ardından çocuk işçilerin, kadın işçilerin mesaiye karşılık yarı fiyatına çalıştırılan çocuklarının yerini almaya başladıklarını ifade ederler.
Kentli kadın ve köylü kadın profilini de ele alır. Kentte çalışmanın yanında ev, çocuğa kimin bakacağı gibi yeni sorunların doğumu hız kazanırken, köyde yaşayan kadınlar için değişen bir düzenin olmadığını köyden kente göçen kadınlar aktarır. Tarlada çalışan kadının, fabrikadakinden farklı emek kavramına; çocuğa bakım veren evdeki nineden lohusalığa kadar birçok konuya değinir.
Bu kapsamlı çalışma, dilerim erken Cumhuriyet dönemi çalışanlara, kadın ve çocuk odaklı yapılacak ve en önemlisi Suat Derviş’in edebiyattaki yerine dair yeni bir taş olur. Arşivlerin ciltlerinde saklı kalan Suat Derviş’in gür sesini bize ulaştırmak için emek veren herkesin emeğine sağlık.