15 ARALIK, PAZARTESİ, 2025

Kaptanın Yüz Yıllık Yolculuğu: An Gelir Attilâ İlhan Doğar

Şair, romancı ve düşünce insanı Attilâ İlhan’ın doğumunun 100. yılı vesilesiyle şiirleri, seyahatleri ve düşünceleri ışığında bir yazı.

Kaptanın Yüz Yıllık Yolculuğu: An Gelir Attilâ İlhan Doğar

“Anamdan yolcu doğmuşum / Yedi dağın yolları kalbimden geçer / Salkım salkım mısralar gelir içimden / Dudaklarımda yağmur damlaları / Alır beni yollar beni alır gider” (Şahane Serseri, Attila İlhan)

​İnsanın tarihi, bir yönüyle, göçlerin, seferlerin ve terk edişlerin tarihidir. Yani yolculuk yalnızca coğrafyanın değil, insanlığın da kaderidir. Bu yüzden yolculuk, dini kıssalardan mitolojiye, mitolojiden hikâyelere ve şiire kadar edebiyatın en eski ve en güçlü temalarından biri olmuştur. “Yol” dediğimiz şey aslında farkında olmanın, dönüşmenin, içsel bir uyanışın metaforudur. Bu yüzden şairlerin bir yönüyle her zaman seyyah olduğunu düşünürüm. Ama bu yolculuk trenle ya da uçakla yapılan bir yolculuk değildir. Şair, kelimeler arasında, zamanın içinde, insanın derinliklerinde gezer. Şairin yolculuğu bir arayıştır.

Kaptan Yollarda

“Yeni ve uzun yolculuklara hazırlanmak bana bir çocuk sevinci getirir, alır kabul ederim: İçimde bir yıldız kayar. Bir daha. Bir daha. Al sana zilli düdük bir yıldız yağmuru. Şehir etrafımda başlar mı göbek atmaya? Ben başlar mıyım sıfır numara şairliğe! Minarelerin ucunda karanfiller yanar söner. Kızkulesi’ne dopdolu âşık olurum. Estağfirullah! Halbuki işin aslı sevgilimi bir kalemde terklemişimdir. Terklemişimdir de umurumda filan da değildir. Ulan bu umurum da ne kelime? Nerden gelmiş dilime bu umurum? Herhalde terklediğim sevgilimden gelmiştir. Hoş gelmiş, beş gelmiştir ama, tasını tarağını toplayıp geldiği yere gitmelidir. Kusura bakmasın yolculuk hâli. Ben yine yollar için türküler yakmak hevesindeyim: Hem öyle bir türkü olmalı ki, dumanı Şemdinli’den çıkmalı: ‘Amanın da Şemdinli’nin gelini…’”  (Abbas Yolcu, Attila İlhan)

Attilâ İlhan’ın, ilk gençliğinde, Paris’e gidişi bir kaçış değil, bir arayıştır. 80 yıllık yaşamını İzmir, İstanbul, Ankara ve Paris’e bölen ve 40’ı aşkın kitap yayımlayan Kaptan’ın, 1949 yılında “Nâzım Hikmet’i Kurtarma Hareketi”ne katılmak için Paris’e gitmesinin ardından Duvar’dan sonraki kitaplarında Paris kendini, caddeleri, kafeleri, parkları, garlarıyla yoğun bir şekilde hissettirecektir. Duvar kitabında ise şair, “Hey” şiiri ile “budapeşte roma ille de paris / hey dünya olup bitesiye memleketimiz” diyerek Paris’in yerini ayrı tutar.

Gezginliğin Somut İzi: Abbas Yolcu

Bu gezginliğin en somut izini, 1957’de yayımlanan Abbas Yolcu kitabında buluruz. Attilâ İlhan, halk ağzından üretmeye çalıştığı nesirle Yaşar Nabi’ye mektuplar yazar ve Nabi bu mektuplardan etkilenerek “avâre yolculuklarını” aynı üslupla Varlık’a yazmasını ister. Kaptan mektubu aldığında Paris yolculuğunu bitirmek üzeredir, bu yüzden o kısım Varlık’ta yayımlanmamıştır.

​Kitap, sıradan bir seyahatname değildir. Ne otel anlatır ne bir şehir rehberi sunar. O, yolda düşünen bir şairin iç günlüğüdür. Attilâ İlhan, kitabın önsözünde “Abbas Yolcu metinleri, şairin yeni bir Türkçe nesir üslubu çıkarma teşebbüsüdür. İlk romanlarıma da —özellikle Zenciler Birbirine Benzemez’e— sıçrayacak olan bu çalışma, 40’lı yıllarda epeyce taraftar bulacak; 60’lı yıllardan itibaren artık bilinen ve imzasız da tanınabilen Attilâ İlhan üslubunu oluşturacaktır” der. Ayrıca Kaptan, Abbas Yolcu’yu yarım yüzyıl sonra yeniden okurken en çok; henüz yirmili yaşlarını süren genç bir edebiyatçının, geleceği için yoğurmaya kalkıştığı bu üslup çabasından etkilenir. Bunu belirtirken de aynı nesilden şair ve yazarların hep miyav miyav üslubuyla yazdıklarını hatırlatarak kitabı okurken Abbas’ın sürçmelerini de yer yer mısraya dönüşen cümlelerinin de affedilmesi gerektiğini belirtir.

Yolcudur Abbas

“Yolcudur Abbas” deyimin hikâyesi Azerbaycanlı bir halk şairine olan Abbas Molla’ya dayanır. Gittiği her yerde insanlar ondan biraz daha kalmasını ister ama o hep aynı cevabı verir; “Olmaz, kalamam. Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz.” Bu sözde iki anlam vardır: Biri, yolculuk ve hareket; diğeri, ölümün kaçınılmazlığı.

​Attilâ İlhan’da bu sözün tesiri daha çok çocukluktan itibaren dünyayı gezme olarak zuhur eder. Kitapta bunu, “Ben on bir yaşımda adım adım dünyayı geziyordum. Şimşek şimşek caddeleri, kuleleri, heyecanlı kalabalıklarıyla büyük şehirler; uykulu kasabalar ve denizler, hele okyanuslar beni hayran ediyordu. Kim bilir, içimde yıllar yılı bir golf steam akıntısı gibi sıcak sıcak hissettiğim “dünyayı görmeye gitmek” arzusu belki de daha o zamanlar pırıldamaya başlamıştı. Ben, kocaman gözlü, macera romanları meraklısı çocuk, ne kadar ufaktım ve nasıl iki ayağımdan yeryüzüne çakılmıştım. Oysa dünya ne kadar muhteşem ne kadar büyüktü!” cümleleriyle görürüz.

“Siftah”

Özellikle kitabın ilk bölümü “Siftah”, bir çocukluk hatırasıyla başlar, “Masallardan çabuk sıyrıldım,” der Attilâ İlhan, “ne Kafdağı’ndaki şehzadenin ne sihirli domuzların benim için çekici bir tarafı kalmıştı.” Çocukken okuduğu romanlarla dünyayı hayal eder; Kaptan Grant’ın çocuklarından goril avcılarına kadar... Ve sonra birden dönüp sağdıcına sorar: “Ama iptidai memleketim! Allah için söyle sağdıcım, Allah için! Evinin köşe bucağını bilmeyen adamın sokakta işi ne? Hem Anadolu dünyanın dışında mı?”  İşte bu satırlar, Attilâ İlhan’ın gezginliğini hem romantik hem politik bir zemine taşır. Onun yolculuğu artık yalnız bir coğrafya değil, bir memleket muhasebesidir. Ve o unutulmaz tren sesi… Şair, tren düdüklerini “Unuuuut! Unut! Unuuuut!” diye duyar. O çığlıkta hem ayrılığın hem hatırlamanın sesi vardır.

İnsan Manzaraları

Yol ve insan manzaralarına bakacak olursak “Sıla” bölümünde, 1940’ların başında Adana–İstanbul arasında trenle yaptığı ilk seyahati anlatır. Yalnız bir gençtir; Anadolu onun önünden film şeridi gibi geçer: “Koridorlarda ve üçüncü mevkilerin tahta sıralarında Anadolu. Ben yapayalnız kalmışım. Anadolu beni, Allah bilir kaç yüzüncü sefer, almış almış yerlere çalmış, sıtmaya çalmış, trahoma çalmış…” Bu satırlarda hem bir genç adamın iç sızısı hem de bir ülkenin yorgunluğu vardır. Attilâ İlhan, Anadolu’nun yoksulluğunu anlatmaz yalnız onun içinden bir şiir coğrafyası kurar. Yolculuk ilerledikçe, gemiler, trenler, istasyonlar birer metafora dönüşür. İstanbul’dan Bursa ve Balıkesir’e karlı kış günlerinde yapılan maceralı gemi yolculuklarını anlatır. Şu meşhur dizeleri ise Balıkesir yolculuğu sırasında karaladığını belirtir;

“Sen eskidenberi böyle güzelsin
Ben eskidenberi böyle âşık
Senin hayatın eskidenberi kendi hâlinde
Benim hayatım eskidenberi karmakarışık.”

Akdeniz’den Paris’e

“Yâdel” bölümünde artık yurt dışına açılır. Ankara Vapuru’yla Pire’ye, oradan Napoli ve Marsilya’ya geçer. Limanlarda hamallar, tüccarlar, sokak satıcıları, sevgililer… Her biri başka bir hikâyenin kahramanıdır. Ve Paris. İşte Kaptan’ın gözünde Avrupa’nın kalbi: “Ulaaan! Anlı Paris, şanlı Paris! İhtiyar dünyanın ortası Paris!” Burada karşısına çıkar Annette — Sisler Bulvarı’ndaki “sevgilim” olarak tanıdığımız kadın. Önce Attilâ İlhan’ın şair olduğuna inanmayan ama sonra onun kendisine yazdığı şiirleri annesine okuyan Annette. Attilâ İlhan’ın “Yâdel” bölümlerinde artık Anadolu değil, insanın kendisi coğrafyadır. Şairin yolculuğu dış dünyadan iç dünyaya yönelir. Romanlarında, şiirlerinde, senaryolarında hep bu yolculuğun izleri vardır. Bir nevi türler arasında bir gezgindir.

​Başta da söylediğim gibi Abbas Yolcu’da yalnızca yolculuklarını anlatmaz bir üslup kurma çabası sarf eder. Kimi zaman konuşma diliyle, kimi zaman roman cümleleriyle, kimi zaman da şiirle. Bu karışım, daha sonra onun “Attilâ İlhan üslubu” diye anılacak biçimi oluşturur. Bir nevi Türkçenin içinde yaptığı bir keşif seferidir bu. Önsözde söylediği gibi, gençliğinin üslup arayışı bu kitapta filizlenmiştir.

An Gelir…

Şair vefatından 8-9 ay kadar evvel Bursa’da Tayyare Kültür Merkezi’nde verdiği söyleşide “Bursa’ya bu benim ilk gelişim değil. Zehra’yı görmeye gelirdim. Tanıyorsunuz, uğruna şiirler yazdığım Zehra Kardelin’den bahsediyorum” der ve ardından Yalova üzerinden Bursa’ya nasıl geldiğini, Kız Lisesi’nde okuyan Zehra için okul müdiresinden kendisinin dayısı olduğu palavrasını sıkıp nasıl izin aldığını, sevgilisi ile Yeşil ve Muradiye hattında nasıl dolaştıklarını anlatır.

​Türk edebiyatının karizmatik şairi Attila İlhan edebiyatımızın nevi şahsına münhasır isimlerinden biriydi. Denemeden romana, gezi yazılarından şirine değin tüm yazdıklarının okuyucular tarafından hâlâ sevilerek okunmasının en önemli sebeplerinden biri de komplekssiz bir aydın olması yani geleneği de modernizmi de içselleştirmesi olsa gerek.   Anlayacağınız an gelir Attilâ İlhan ölür, an gelir Attilâ İlhan doğar ve yüz yaşındadır.

0
414
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage