23 ARALIK, SALI, 2025

Savaşın Külleri İçinde Büyüyen Bir Çocuğun Tanıklığı: “Saraybosna Radyosu”

Tijan Sila’nın kaleme aldığı, savaşın yalnızca şehirleri değil, insan ruhunu ve özellikle çocuklukları nasıl paramparça ettiğini anlatan sarsıcı bir tanıklık metni Saraybosna Radyosu üzerine bir yazı.

Savaşın Külleri İçinde Büyüyen Bir Çocuğun Tanıklığı: “Saraybosna Radyosu”

Saraybosna Radyosu, daha ilk sayfalarında okuru kendi içine çeken karanlık ve yoğun bir atmosferi var. Tijan Sila, 1992’de bombaların Saraybosna’ya düştüğü günlerde henüz on yaşındadır. Korkunun sokaklarda dolaştığı, elektriğin kesildiği, suyun ve ekmeğin kıymete bindiği o günlerde çocukluk, oyunla ya da merakla tanımlanabilecek bir dönem olmaktan çıkar. Hayatta kalmak, o yıllarda tüm çocukların zorunlu dersine dönüşür. Sila, savaşın harap ettiği bir şehrin içinde büyümeye mecbur bırakılan bir çocuğun hangi duyguları kaybettiğini, hangilerini ise bilerek ya da bilmeyerek geliştirmek zorunda kaldığını yalın ama etkileyici bir dille anlatır.

Kitabın yapısı parçalıdır. Bu parçalanmışlık, savaşın mantığını açıklamaya çalışmaz; aksine onun yarattığı kırıkları görünür kılar. Bir çocuğun zihninde kesik kesik hatırlanan sahneler, şehrin ritmiyle birleşince savaşın asıl gerçeği ortaya çıkar. Bazen bir patlama sesi, bazen karanlık bir merdiven boşluğu, bazen de kaybedilen bir arkadaş bu parçalı hafızanın yönünü belirler. Sila’nın anlatımı gereksiz süsten uzaktır. Çünkü savaşın dili zaten yeterince gürültülü ve acımasızdır. Metnin bu yalınlığı, yaşananların ağırlığını daha da belirginleştirir.

​​Bu tanıklık yalnızca Saraybosna kuşatmasının gündelik hâlini göstermeyi amaçlamaz. Aynı zamanda savaşın çocuk zihninde bıraktığı boşlukları, tamir edilemeyen kırıkları ve hızla büyümek zorunda kalmanın getirdiği kopuşları gösterir. Açlık, soğuk, hastalık riski ve sürekli tetikte olma hâli, büyümenin doğal akışını bütünüyle değiştirir. Bu nedenle Sila’nın anlatısı bir travma kaydı olduğu kadar bir dönüşüm hikâyesidir. Çocukluk kırıldıkça yerini hem farkındalığı erken gelişmiş bir gençliğe hem de derine çökmüş bir sessizliğe bırakır.

Ailece Almanya’ya doğru uzanan kaçış süreci, kitabın ikinci büyük katmanını oluşturur. Sila, 1994’te ailesiyle birlikte Almanya’ya sığınır. Fakat fiziksel olarak güvenli bir bölgeye ulaşmak, savaşın zihindeki etkisini ortadan kaldırmaya yetmez. Travmanın birden çok yüzü olduğunu biliyoruz; Sila’nın hatırlama biçimi bu gerçeği açıkça gösterir. Bombalardan uzaklaşmak bir kurtuluş değil, yalnızca hayatta kalmanın ilk adımıdır. Zihindeki gürültü, insanın yanında taşımaya mahkûm olduğu uzun bir yankı gibi varlığını sürdürür.

Tarihsel açıdan bakıldığında Saraybosna kuşatması, yirminci yüzyılın son büyük trajedilerinden biridir. Dört yıl boyunca süren bu kuşatma binlerce yaşamı altüst etti ve Balkanların hafızasında silinmesi zor bir iz bıraktı. Sila’nın metni ise bu büyük savaşın toplumsal kayıplarını değil, bir çocuğun kendi iç dünyasından yükselen kaybı anlatır. Bu yönüyle kitap, Bosna Savaşı üzerine yazılan pek çok tanıklık metninden ayrılır. Büyük politik bağlamlar yerine bireyin kırılgan hafızasına odaklanır.

Uluslararası eleştirmenlerin Sila’yı çağdaş Alman edebiyatında dikkat çekici bulmasının nedeni de bu yaklaşımıdır. Avrupa’nın çeşitli edebiyat dergilerinde onun anlatılarını sade, keskin ve duygusal açıdan dürüst bulan pek çok eleştirmen, Sila’nın şiddeti doğrudan göstermeden yazabilme becerisini özellikle vurgular. Almanca yazan yeni kuşak yazarlar arasında kişisel hafızayı toplumsal tarihle birleştiren güçlü kalemlerden biri olarak görülür. Bazı eleştirmenler onun metinlerini savaş sonrası kimlik arayışını modern bir dil ile yeniden kurma çabası şeklinde değerlendirir. Diğerleri ise Sila’nın trajediyi estetize etmeyen, samimi ve sarsıcı duruşunu ön plana çıkarır. Bu geniş kabul, Saraybosna Radyosu’nun uluslararası alanda sessiz fakat derin bir yankı bulmasını sağlamıştır.

Kitabın ritmi yavaş ilerler ama bu yavaşlık okuru metne daha derin bir yerden bağlar. Her bölüm, bir sahne gibi kendi içinde bütünlüklüdür. Bu sahneler bir araya geldiğinde savaşın duygusal topografisi ortaya çıkar. Özellikle korkunun çocuksu biçimlerini anlatan bölümler hem edebi hem psikolojik açıdan büyük bir güç taşır. Sila, hatırlamanın hem bir yük hem de iyileşmeye giden yolu açan bir süreç olduğunu sezdirir.

“Savaş, bir insanı neye dönüştürür?” sorusu kitabın tamamına yayılmış görünmez bir gölge gibidir. Bazı anılar ağırdır, bazıları ise kelimelere dökülemeyecek kadar kırılgandır. Fakat tüm bu parçalar birleştiğinde çocuğun savaşla kurduğu ilişki belirginleşir. Sila’nın kitabı bu nedenle yalnızca bir savaş anlatısı değil, insanın karanlık zamanlarda nasıl bir iç savunma geliştirdiğini gösteren bir metindir. Aynı zamanda okura, barışın değerini ve savaşın uzun süre dinmeyen uğultusunu hatırlatır.

Tijan Sila’nın yaşam öyküsü, kitabın temelinde duran gerilimi açıklayan en önemli unsurlardan biridir. 1981’de Saraybosna’da doğan yazar, savaş yıllarının tanıklığını hafızasında taşımayı bırakmamış bir anlatıcıdır. Heidelberg’de aldığı eğitim ve Almanya’da sürdürdüğü yazarlık hayatı onun edebi biçimini güçlendirmiştir. Travma, aidiyet, göç ve kimlik gibi temalar tüm eserlerinde merkezi bir yer tutar ve uluslararası okur tarafından ilgiyle takip edilir.

Saraybosna Radyosu, okurun içine çöken bir uğultu bırakır. Bazı kitaplar biter ama etkileri uzun süre devam eder. Sila’nın tanıklığı da tam olarak böyle bir metindir. Sayfalar kapanır, fakat anlatının bıraktığı iz okurun belleğinde sürer. Ve belki de en önemlisi, savaşın yalnızca tarihsel bir olay olmadığını, insan kalbinde uzun yıllar yankılanan bir karanlık olduğunu hatırlatır.

Başlık fotoğrafı: Sarajevo, Bosnia-Herzegovina, June 25, 1992. (AFP Photo)

0
316
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage