
Kate DiCamillo’nun sevginin dilini keşfetmeye davet eden, tüm duyuları harekete geçiren hikâyesi Edward Tulane ve Mucizevi Yolculuk üzerine bir yazı.
Gerek çocuk gerekse yetişkin edebiyatında bir romanın ayırıcı özelliklerinden biri, olay örgüsünün gerilimiyle duygusal boyutundaki kenetlenmenin birbiriyle uyumlu olmasıdır. Çocuk edebiyatında yakalanması oldukça zor olan bu uyumu yakalayan yazarlardan birinin Kate DiCamillo olduğu da sıklıkla dile getirilir. Çocuk edebiyatının önemli ödüllerinden Newberry Ödülü’nü iki kez alma başarısını gösteren yazarın her kitabı ilgi devşirecek niteliktedir gerçekten. Kısa süre önce Tudem Yayınları tarafından yayımlanan Edward Tulane ve Mucizevi Yolculuk adlı kitabı da bunlardan biri. Bugüne değin 30’dan fazla dile çevrilen, opera ve tiyatroya uyarlanan, 40’tan fazla ödüle değer görülen bu romanın, Rus asıllı illüstratör Bagram Ibatoulline’nin her biri tabloyu andıran ve kimi zaman renkli, kimi zaman sepya resimlerinin de katkısıyla okurda iz bırakan bir yapıta dönüştüğünü belirtmek gerekir. Romanı Türkçeye kazandıran Gözde Koca’nın yazarın sıcak anlatımına uzak düşmediğini görmek de ayrıca sevindirici.
Edward Tulane ve Mucizevi Yolculuk’un ana karakteri porselenden yapılmış oyuncak bir tavşan. Bilindiği gibi Kate DiCamillo romanlarında hayvan karakterlere ağırlık veren bir yazar. Diğer kitaplarında fil, fare, domuz, kaplan gibi karakterleri odak noktasına yerleştirmişken bu kez Edward adındaki porselen tavşanın kaybolma hikâyesine serpiştirdiği duygusal arınmalarla çıkıyor çocukların karşısına.
Romanın ilk sayfalarında Edward’la yeterince tanışıyoruz. Edward porselenden yapılmış cansız bir tavşandır ama kolları ve bacakları telle birleştirildiği için dizleri ve bilekleri bükülebilmektedir. Kendisi konuşamasa da insanların sözlerini anlayabilecek yetenektedir. Kulakları tavşan kürkünden, kuyruğu da tavşan tüyünden yapılmıştır. Tulane ailesinin bir bireyi gibi yaşamaktadır. Olağanüstü gardırobunun yanı sıra altın bir cep saati bile vardır ve ailenin on yaşındaki kızı Abilene tarafından özellikle sahiplenilmiştir. Abilene her sabah Edward’ı özenle giydirir, saatini ayarlar, okuluna öyle gider. Böylesi ilgiyle her geçen gün daha da gururlanan ve kendini beğenmişliği kibir düzeyine çıkaran Edward Tulane’in yaşamı ailece çıktıkları bir deniz yolculuğunda kâbusa dönüşür. Çünkü gemide karşısına çıkan iki kardeşin hoyrat davranışlarının yarattığı kargaşada denize düşer ve böylelikle “mucizevi” yolculuğunun ilk aşaması başlar.
Kate DiCamillo romanında Edward’ın oradan oraya savrulmaya dönüşen kayboluş zincirlerini ayrı bir serüvene dönüştürürken okuru yeni karakterler ve duygu durumlarıyla baş başa bırakıyor. Bu serüvenlerde özellikle yaşlı balıkçıyla eşi ve kızına, çöplükteki berduşa ve köpeğine, bahçıvan kadına ve yardımcısına, lokantacı ile oyuncak tamircisine yüklenen yardımlaşma, sevgi, acımasızlık, özveri, umut gibi izlekler Edward’a duygusal deneyimler kazandırarak dönüştürücü bir etkiye bürünüyor. Bir başka deyişle, yaşanılan her serüven Edward’ı insan doğasına ait yansımalarla buluşturuyor, bu da romanın hem dokunaklı hem de keyifli bir yapıya kavuşmasını sağlıyor.
DiCamillo gibi metne önem veren yazarların satırların arasına kendini çok da belli etmeyen incelikler yerleştirdiği bilinir. Edward Tulane ve Mucizevi Yolculuk’ta da bu türden inceliklerin sayısı oldukça fazla. Yaşlı denizcinin ağlarına takılan Edward’ı bir çocuğa değil de karısına armağan etmesi bunlardan biri örneğin. Kadının da Edward’a Susanna adını vererek cinsiyetini değiştirmesi, hoş bir bakış açısı. Nitekim savrulduğu her yeni ortamda Edward’ın adının ister istemez değişmesi de kişiliğine eklenen yeni bir tomurcuklanma ve olgunlaşma evresi olarak dikkat çekiyor. Böylelikle Edward’ın anlatılan hikâyelere daha çok önem vermeye başladığını ve yaşamsal çalkantılara dayanıklı olmaya hazırlandığını görüyoruz. (s.66)
Öte yandan Kate Di Camillo, her şeyi duyup anlamasına karşın Edward’ın insanlarla konuşamamasındaki çaresizliğini örtük bir şekilde sunarken romanın son sahnesinde onu antika bir bebekle konuşturuyor ve aradaki ayrımı zekice “gösteriyor.” Edward’ı çöplükten çıkaran berduşun davranışı da akılda kalıcı; Edward’a yeni bir giysi giydirirken köpeğinden arkasını dönmesini istemesi ve porselen bir tavşana utanma duygusu eklemesi çok güzel bir yaklaşım.
Başının dertten kurtulduğu her durumda kendisine yardım eden insanları ve yaşadığı duygusal uyanışları, gökte parlayan yıldızların yaydığı huzurla ilişkilendirmesi ve sevginin gücüne tıpkı yıldızlar gibi evrensel bir bağlantı noktası olarak bakması da gözden kaçırılmaması gereken bir nokta. Romanın son bölümlerinde yaklaşık yüz yaşında olan oyuncak bebeğin Edward Tulane’e söylediği cümle de varılmak istenen hedefin özeti gibi duruyor: “Eğer sevmek ve sevilmek gibi bir niyetin yoksa, o zaman bütün bu yolculuk anlamsız.”(s.172)
Gerçekten de insan, bu iç ısıtan romanı okudukça porselen bir tavşan gibi kırılgan bireylerin her zorluktan mucizevi kurtuluşlarla sıyrılabileceğini ve bütün bunların bir anlamı, bir değeri olabileceğini düşünmeden edemiyor. Edward’ın son anda karşılaştığı kişi de umut denilen beklentinin ne denli yol açıcı olduğunu kanıtladığı için de ayrıca “umut verici”.