24 HAZİRAN, SALI, 2025

“Risksiz Edebiyat, Edebiyat Değildir”

Elçin Poyrazlar, Gölgenin Eli isimli romanında derin devlet, istihbarat, aile sırları, cinayet ve kadınlık üstünden siyasi bir gerilim kurmacası sunuyor okurlarına. Poyrazlar ile Başkomiser Suat Zamir’in dördüncü macerası hakkında gerçeğin kurgusu-kurgunun gerçekliği dengesine, günümüz suçlarına ve ahlaki ikilemlere dair konuştuk. 

“Risksiz Edebiyat, Edebiyat Değildir”

Gölgenin Eli, polisiye türü içinde nerede konumlanıyor? Geleneksel bir dedektif romanı mı yoksa daha çok siyasi gerilim-polisiye karışımı mı?

Gölgenin Eli bir suç kurmacası. Ancak siyasi gerilim ya da kara roman olarak da anılabilir. Suç edebiyatının alt türlerinde bu geçişkenlik bir yazar olarak bana büyük bir alan açıyor. Odağına suçu alan, adalet ve vicdan üstünden toplumun ve bireyin fotoğrafını çeken polisiye artık toplumcu gerçekçi bir edebiyat türüne dönüşüyor. Polisiye metin bugün bireyin yalnızlığı, vicdan yarası ve acil adalet ihtiyacı gibi konulara lafı dolandırmadan sağlam bir kurgu üstünden eğilme imkânı sağlıyor. 

Gölgenin Eli’nde polis teşkilatı, istihbarat dünyası ve derin devlet gibi konular işleniyor. Gerçeğin kurgusu ya da kurgunun gerçekliği gibi meseleler size neler hissettiriyor?

Benim romanlarım gerçekle kurgunun karışımı. Bir tarafta günümüzün suçları gerçek hayata en yakın hâliyle akarken diğer tarafta hayali kahramanlar bu suçların kurbanları, failleri ya da soruşturmacıları oluyor. Başkomiser Suat Zamir’in dördüncü macerası Gölgenin Eli İstanbul’da vahşice öldürülen bir fenomenin karanlık ilişkilerine dalarken Suat’ın geçmişindeki sır perdesini de aralıyor. Bu aynı zamanda derin devletin insanların hayatına hangi kuvvetle ve şiddetle nasıl girdiğinin de romanı. Gerçeği romanda yeniden kurgulamayı hedeflemiyorum. Gerçek -görmek istemediğimiz kadar- vahşi ve acımasız. Ancak kendi yarattığım kurguda gerçeğin neresini bükersem sorduğum sorulara yanıtlar bulabileceğimi araştırıyorum. Suat’ın sıkışmışlığı üstünden kafamda dolanan belki de yanıtı hiç olmayan soruları sorarak metni kuruyorum. Hayali kahramanlar olayı yaşasa da o katı gerçekler bir anda yüzlerini gösteriveriyor. Edebiyatın en sihirli tarafı da bu zaten. Gerçekleri yüzünüze hayali bir dünyadan fırlatabilmesi. Sanat bizi sarstığı ve dengemizi bozduğu sürece sanattır. Diğeri konformist bir propagandaya girer. 

Elçin Poyrazlar ©Vedat Arık

Suat Zamir karakteri oldukça güçlü, kararlı ve sistemin içinde kendine yer açmaya çalışan bir kadın. Onu sokakta, gerçek hayatta görmek mümkün mü? Var mı böyle bir polis sizce?

Suat aslında sistemin pek de içine almak için heves göstermediği, “makul” olmayan bir polis. Bir kere kadın. Ondan beklenenler arasında adaleti sağlaması, kirli çarklara çomak sokması, mevcut nizamdaki karanlık odakları dağıtması yok. Üçüncü kuşak polis olmasına rağmen hâlâ ona karşı bir direnç var. Pek çok sektörde ve alanda kadınların hissettiği bir şey bu. O direnci delmek ve yıkmak için kaç hayat tam potansiyeline erişemiyor, tükeniyor ya da yok oluyor… Suat Zamir’in okurlar tarafından sevilmesinin ardında onun “gerçek” olması yatıyor bence. Bu gerçeklik kurguda kendine yer bulmuş olabilir, ama Suat’ın duyguları, kafa karışıklığı, hırsları, hüsranları ve yalnızlığı gerçek. Milyonlarca kadın gibi. İşin tuhafı birkaç yıl önce bana polis teşkilatından bir kadın komiser ulaştı ve “Ben Suat Zamir’im. Onun mesleğinde başına gelenleri ben de yaşadım” dedi. Şaşkınlığımın nasıl zirve yaptığını siz düşünün. Suat Zamir’in hayali olması onun gerçek olmadığını göstermez. 

Romanda Oğuz Onar, devletin içinde ama aynı zamanda gölgede duran, güçlü ve manipülatif bir figür. Onar, aynı zamanda eril iktidarın da yansıması mı?

Romandaki Oğuz Anar karakteri “devlet baba” figürünün bir temsili. Sert, şefkatsiz, talepkâr, gözetleyici, aşırı korumacı-sahiplenici ve cezalandırıcı. Oğuz Anar’ların onlarca yıldır bu ülkeyi yönettiğini iyi biliyoruz. Suat Zamir’e İstihbarat Şube’den ünlü bir gazeteciyi takip etme görevi gelince Suat’ın itirazındaki nedeni anlayabiliyorsunuz. Bir erkek bir kadından başka bir erkeği kahvaltıda ne yediğini öğrenecek kadar yakın takip etmesini istiyor. O talepteki ima Suat’ın teşkilatta nereye konumlanması gerektiğini söylüyor ona. Suat’a “baban gibi hata yapma” denince işler değişiyor tabii. Çünkü Suat bebekken kaybettiği babasını hiç tanımıyor ve onun peşine düşüyor. 

Suat Zamir’in yolculuğu boyunca en büyük içsel çatışması neydi? Onun psikolojisini ve dönüşümünü nasıl şekillendirdiniz?

Suat Zamir’in en büyük çatışması ve endişesi ölü babasının kim olduğunu keşfetme serüveni üstünden yaşanıyor. Kimliğiniz üstünde size en yakın kişilerin yokluğunun getirdiği boşluk onların varlıklarından daha derin iz bırakır. Suat babasını ararken aslında kendisinin bir polis olarak kim olduğunu da sorguluyor. Suat geçmişini kurcalarken elini pek çok kişinin sakınacağı pisliklere daldırıyor. Peki buna değer mi? Gerçeği öğrenmek onu nasıl birine dönüştürecek? Bu da romanın ana sorusunu oluşturuyor. 

Romanın en dikkat çekici unsurlarından biri Suat’ın ahlaki ikilemleri. Okuru da bu tür etik sorgulamalara çekmek gibi bir niyetiniz var mıydı?

Bence yazarın en büyük becerilerinden biri okuru o ahlak karmaşasına sokup sokmadığı sorusu. Suçlu-kurban dengesi, erkek-kadın arasındaki iktidar meselesi, adalet-vicdan çatışması…Suat bir polis olarak ne yapmak istediğinin farkında ancak bunu engellemek isteyen güçlerle mücadelesinde ne kadar dürüst kalabilecek? Vicdan mı daha önemli onun için yoksa hukuka uygun bir adalet mi? İşte bunlar Suat’ın aklının duvarlarına çarpan sorular. Suat belki de bu anlamda hala sisteme adapte olmayı reddeden biri. Ve bu onu romantik bir idealiste dönüştürüyor. 

Suat ve Selim arasındaki ilişki oldukça derin ama bir o kadar da çalkantılı. Bu iki karakterin dinamiği romanın hikâyesinde nasıl bir rol oynuyor?

Suat ile Selim başkomiser arasında ilk maceradan bu yana bir cinsel gerilim var. Selim bunu aşk sanıyor, Suat kapana kısılmak istemediği bir ilişkiden kaçıyor. Son romanda artık Selim’in duyguları çok daha net. Ne istediğini ve neden istediğini iyi biliyor. Ancak Suat onunla aynı çizgide değil. “Sevdiğim erkeklerle yatmak, yattığım erkekleri sevmek zorunda değilim” diye düşünüyor bir yerde. Aşk, ilişki ve seksin birbirinden çok farklı şeyler olduğunun ayrımına varıyor. Başkomiser Selim ise daha klasik bir Türk erkeği olarak Suat’ı anlamıyor. Selim Suat’ı hiç anlayamayacak. Sevgisi bunu nereye kadar kaldırır göreceğiz.  

Türkiye’de pek çoklarının “riskli” ya da “tehlikeli” olarak sınıflandırabileceği türden metinler kaleme alıyorsunuz. Otosansür gibi bir durumunuz var mı? Söz konusu bu tehlike unsurları sizde ne tür kaygılar yaratıyor?

Risksiz edebiyat, edebiyat değildir. Hem kurguda hem metin yapısında hem konuda hem de dilde risk alırsınız. Romanın siyasi bir mesaj derdi yok. Roman ne bugünü ne siyaseti ne iktidarı ne de ekonomiyi takar. Roman yazılmak için tutuşur. En çıplak, en sert ve en yalın hâliyle sayfaya yerleşmek ister. O havada uçuşan ve geceler boyu sizi çağıran hikâyeyi yakalayıp sayfaya koymak her yazar için korkutucudur. Sesi, ritmi, kurgusu, sonunu, karakterleri nasıl kotaracağınızı aylarca düşünürsünüz. Bunların üstüne bir otosansürü eklerseniz varın siz düşünün yazarın hâlini. Bende otosansür yok, hikâyeyi “aman bana ne olur” diye kurmuyorum. Ülkenin gerçekleri böyleyken suç edebiyatı yazan birinin sığ sularda gezmesi de bir hayli tuhafıma gidiyor. 

Elçin Poyrazlar ©Vedat Arık

Romanın geçtiği mekânlar—İstanbul’un sokakları, emniyet binası, istihbarat merkezleri—çok canlı bir şekilde tasvir ediliyor. Kentin bugünkü politik hâlinin suçla ilgisi nasıl?

İstanbul bir suç makinesi. Ülkenin geçtiği dönemin de buna katkısı var elbette. Hiçbir suç dalgası dönemin siyasetinden bağımsız değil. Bugün kimler suçlu ve kimler kurban baktığınızda siyasetin ve adaletin resmini tüm çıplaklığıyla görebilirsiniz. Ben romanlarımda İstanbul’u seçiyorum çünkü bu yaşlı ve güzel kent bana bir romancı olarak ilham veriyor. İstanbul birlikte yaşamak istediğim ama geçinemediğim bir sevgili gibi. Ben romanlarımda İstanbul’u suçu, tarihi, gücü ve parayı aynı anda kucaklayabilen bir tanrıça olarak resmediyorum. İstanbul izin verdiği ölçüde o küçük insancıklar aşka, adalete, cinayete, başarıya erişebiliyor. Herkes ona şükrediyor ve lanet okuyor. Suç İstanbul’un lokomotiflerinden biri ama tek başına onu tanımlamaya da yetmiyor. 

Polisiye edebiyatın Türkiye’deki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce son yıllarda polisiye romanlara ilgi artıyor mu?

Suç edebiyatını hikâye anlatıcılığının temeli olarak görüyorum. Her edebiyat bir kaçış ise polisiye edebiyat tam kaçıştır. Polisiye, dünyada hem ekranda hem romanda en çok satan türlerin başında geliyor. Bunun şahane örneklerini ve süratle ilerlemesini görüyoruz. Türkiye’de de hak ettiği yere ulaşacağını düşünüyorum. Polisiye artık toplumun suçla ilişkisini, vicdan-adalet dengesini, bireyin yalnızlığını ve iktidarla bağlarını en iyi yansıtan roman türlerinin başında geliyor. O yüzden umutluyum, edebiyattan ümidim hep var. 

Romanın sonunda birçok soru cevabını bulsa da, açık uçlu bazı noktalar var. Devam kitabı düşünülüyor mu?

Kesinlikle. Suat’ı bir sonraki macerasında daha zor sorular ve kararlar bekliyor.

0
552
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage