Sınırları kaldıran bir yayınevi olma hayaliyle yola çıkan Düşbaz Kitaplar, “Kısa’nın uzun, az’ın çok olduğuna inananlara” sloganıyla koleksiyonuna Düşbaz Kısa’yı ekledi. Düşbaz Kitaplar’ın Yayın Yönetmeni Cansu Canseven ile yayınevinin yolculuğuna ve Düşbaz Kısa’ya dair merak ettiklerimizi konuştuk.
Ayrıntı Yayınları’nın daha renkli, çağdaş yüzü olarak yayın hayatına başlayan Düşbaz Kitaplar, 2025’e Düşbaz Kısa müjdesi ile girdi. Öncelikle Düşbaz Kitaplar’ın yolculuğu nasıl gidiyor, okur ile nasıl bir bağ kurdu geçen zamanda?
Kıymetli yorumlarınız için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Düşbaz Kitaplar güzel gidiyor, 60 kitabı geçtik, geriye dönüp bakınca inanamıyorum bazen. Ajansta çalıştığım günlerde, yeni yayıncılara ya da yeni markalara “100 kitaba ulaşınca işler değişir,” derdik, bir de onları “Bir beş yılı gözden çıkarmanız gerekir,” şeklinde uyarırdık. Bunları bizzat ben yaşıyorum şimdi, kendime arada bu tavsiyeleri veriyorum. Düşbaz’a baktığında farklı kültürlerden, dillerden, alanlardan kitaplar bulabilecek bir okur kitlesi yaratmaya çalışıyoruz; zamanla oturuyor bence. Yeni gelen yerli dosya başvurularında Düşbaz’dan çıkan çeviri kitaplara ithaflar görüyorum arada, çok mutlu oluyorum. Düşbaz sınırları kaldıran bir yayınevi olma hayaliyle çıkmıştı yola, o yolda ilerlemeye devam ediyoruz.
Düşbaz’ın yayımladığı kitaplardan oluşan koleksiyonu nasıl tanımlarsınız? Bu koleksiyon neleri temsil ediyor? Nasıl bir vizyona sahip?
İşin içinde olunca insan kendini değerlendirmekte zorlanıyor, aslında keşke sizler de yorumlarınızı paylaşsanız, olumlu ya da olumsuz eleştirilerinizi sunsanız, Düşbaz şunları da yapsa ya da bunları yapmasa deseniz, ne güzel olur. Yeri gelmişken, okurlarımızı da buna davet ediyorum, her türlü geribildirim beni/bizi sadece mutlu eder ve güçlendirir.
Koleksiyonumuz aslında çok çeşitli, kurmacada Köpeğin Pençesi gibi modern klasik bir eser de var; Japoncadan, Koreceden, Çinceden çağdaş romanlar da var; Almancadan Ariana Koch ve Alois Hotsching var mesela. Çok kıymetli yerli yazarlarımız var. Erkek hikâyeleri, kadın hikâyeleri, farklı aile hikâyeleri, farklı bakış açılarıyla tartışılan sosyal meseleler. Süt Lekesi, mesela. Kadınlığı, anneliği kutsallaştırmadan, tüm gerçekliğiyle anlatan bir lohusa romanı. Ben Sadece Kuşları Severim: Kötülüğün portresini çizen korkunç bir kötünün romanı, bu kadarı olmaz dediğiniz ne varsa yaşanan bir roman. Bilindik hikâyeler varsa dilde bir şeyin farklı olmasını istedim ben; üslup da biricik olsun, hikâye kendine münhasır olsun, karakterler gerçek olsun, orada olması için öylesine olmasın. Gerçekten de seçtiğimiz her kitabı bu gözle ve hissiyatla seçtik; okumadan aldığımız, sırf ödül aldı diye listemize eklediğimiz hiçbir kitabımız yok, her birinin arkasındayız ve hepsinin de inanın bir gerekçesi var bizim için.
Kurmaca dışı başka bir alan, orası benim için de yeni ve heyecan dolu bir macera, her alandan kitaplar basıyoruz desem yanlış olmaz, okurun taleplerini dinliyor ve onlara cevap verecek kitaplar seçiyoruz. Bana Bir Hikâye Anlat ile Ben Bunları Çocuğuma Nasıl Anlatırım, çok sevildi, bunlar kendi içinde bir birliktelik oluşturacak ve birbiriyle konuşan “ebeveynlik” kitapları. Resimdeki Kadın, Benim Bedenim Benim Hayatım mesela, aslında “kadın” kitaplığının bir parçası. Bugün Yeniden Başlıyorsun ve Hayat Devam Ediyor, elbette başka iki yazarın iki farklı kitabı ama el ele okunacak, üst üste konacak “kişisel gelişim” kitapları. Sayıların İktidarı, Akıl Sır Ermeyen 13 Şey ile Dünyanın Kısa Tarihi bilim ve matematik türünün en sevilenleri. Mösyö Şokola’nın Resimli Yemek Kitabı, Kalori Alacaksan Buna Değecek ve Şimdi Yemek Zamanı, “yemek” listesinin bir parçası. Freelance çalışma koşullarına değinen, uzaktan iş yürüten ya da kendi işinin patronu olanların kitabı Tek Başına ile yapay zekâ ile meselelerin yoğun tartışıldığı bu döneme geçmişten de bir bakış getiren Yapay Zekânın Kısa Tarihi de popüler kurmaca dışı kitaplarımızın favorileri. Yani aslında kafamda bir kitaplık var, her birinin kategorisi başka, ben onları yavaş yavaş dolduruyorum. En nihayetinde de kocaman bir kütüphane hayal ediyorum.
Yayınevinin yeni bir macerası var. Düşbaz Kısa, “Kısa’nın uzun, az’ın çok olduğuna inananlara” sloganıyla yeni yılda yola çıktı. Bu dizi nasıl bir ihtiyacın sonucuydu? Tetikleyen fikir neydi?
Düşbaz Kısa, bize yeni bir alan daha açıyor, kendi listemizde kategorilendiremediğimiz metinleri, özellikle de öyküleri yayımlama fırsatı tanıyor. Düşbaz’dan hiç öykü basmadık ama bu dizinin adını da Düşbaz Öykü koymak istemedik çünkü en başta dediğim gibi bunu da sınırlamak istemedik, kısa olup bizi heyecanlandıran metinleri de kucaklayacak bir dizi olsun dedik. Çok sevgili direktörüm Gökçe Alper, özellikle öykü konusunda çok heyecanlıydı en başından beri; ben de keza. Zamanın gelmesini bekledik, yeni bir fikir değildi aslında, yeni bir adım oldu.
“Kısa’nın uzun, az’ın çok olduğuna inananlara” sloganını biraz daha açabilir misiniz?
Hiçbir türü kırmadan nasıl doğru ifade edebileceğimi düşünüyorum. Bundan yıllar yıllar önce (15 yıl olmuş Begüm!) Murat Belge’den bir sertifika programı kapsamında şiir dersi almıştım ve onun dersinden kalan notlarımda şöyle yazıyor: “Öykü, genel kanının aksine romanla değil, şiirle kardeştir.” Bence de öyle. İyi öykücüler sonra iyi roman da yazıyor mesela ama iyi romancıların hepsinin iyi öyküler yaz(a)madığını düşünüyorum. Yani aslında öykü bir başlangıç gibi görülürken ve öyle kabul edilirken aslında iyi dil ve üslubun turnusolü bence. Bu bağlamda bizim Kısa dizimiz de kısa ama uzun, yani derin, kapsamlı, yoğun metinleri okurlarla buluşturacak. Hem kurmacada hem de kurmaca dışında bunu yapmaya çabalayacağız.
Öykü kitapları, novellaların yanı sıra kurmaca dışı kısa metinleri de yayımlayacaksınız. Nasıl bir seçki sunacak Düşbaz Kısa okurlarına? Kitaplıklarda bu dizi nasıl bir yer tutacak sizce?
Bu diziyi oluştururken tasarım olarak da sade ve standart bir yaklaşımdan yana olduk. Öyle olunca yeni kitaplar eklendikçe bu dizi iyice renklenecek, görseller birleşecek ve onların her biri başka kapılar aralayacak. Okur rafta yan yana durunca birbiriyle konuşan kitapları seviyor, bence bu dizi için de bir raf açsınlar kendilerine.
Sadece okur değil yazarlar için önemli bir fırsat niteliği taşıyor. Yazarlardan beklentileriniz neler bu noktada? Dosya başvuruları alacak mısınız yoksa keşifler üzerinden mi ilerleyeceksiniz?
Tabii, ilk yazarların çoğu önce öyküyü deniyor, kolaymış gibi! (Gülümseyerek söylüyorum tabii.) Zor olanı yapmaya kalkıyor ve yapabilen de iyi yapıyor vallahi. Biz dosya başvuruları hep alıyoruz, her başvuruya olumlu ya da olumsuz muhakkak dönüş yapıyoruz, o belirsizlikte bırakmak istemiyoruz yazar adaylarımızı. Bazen gecikmeler oluyor elbette ama şu anki Kısa dizimizde de Düşbaz markamızda da dosya başvurularından gelen çok yazarımız var, çevirmenimiz var, tasarımcımız var, lütfen yazın ve bizimle iletişime geçin. Bu dizi de kalemi güçlü olan, ilk eserlerini, özellikle de öykü ve novellalarını okurla buluşturmak isteyenlere önemli bir kapı açacak.
Düşbaz Kısa’nın ilk kitaplarını yayımladınız, başlangıç için doğru eserler olduğuna nasıl karar verdiniz?
Aslı E. Şenal’ın Öte Yaka Fırtınası’nı, Yasemin Olur’un Golgota Sanayi Sitesi’ni ve son olarak da Anıl Çetinel Örselli’nin yeni öykü kitabı Bizi Yalan Bil’i mayıs ayında okurlarımızla buluşturduk. Sırada Gülçin Kaya Rocheman’ın Hasarsız Satılık Beden’i var. Anneliğe dair düşünceleri alaşağı edecek, çok cesur metinlerin buluşması. Ayrıca şu an için imzalarını tamamladığımız iki yurt dışı telif anlaşmamız var: Hollanda’da 1 milyondan fazla okurla buluşan ve 25’ten fazla dile satılan çoksatar yazar Toon Tellegen’in insan psikolojisini hayvan hikâyeleri üzerinden ele aldığı dizisinden bir kitap yayımlayacağız: Kirpi’nin Yalnızlığı. Bu kitapta ana karakter kirpinin yalnızlığıyla baş etme macerası üzerinden yalnızlığın okumasını yapacağız. Diğer sürprizimiz de başarılı Bojack Horseman dizisinin yaratıcısı; Amerikalı aktör, komedyen ve yazar Raphael Bob-Waksberg’in öykü kitabı Someone Who Will Love Your Damaged Glory bu yıl içinde okurlarla buluşacak.
Kısaların, öykü, novella ya da kurgu dışı metinlerin yayıncılık dünyası için yeri ve önemi nedir sizce? Kısa metnin karakteri edebiyatı nasıl etkiler?
Bunu tabii uzun uzun konuşmak gerekir, iki üç cümleyle söyleyeceklerim yanlış anlaşılmasın isterim. O yüzden biraz genel bir yanıt vereceğim; metinleri niceliğine göre değerlendirmek ya da yargılamak değil buradaki amaç. Ama okurların farklı zamanlarda, çeşitli okuma mekânlarında değişen okuma deneyimleri oluyor. Toplu taşımalarda, gece uykuya dalmadan önce komodinin üzerinde, çantada, bir kafede arkadaşını beklerken de okunabilir bu metinler; sakin bir akşam geçirmek isterken de. Ama kısa metinler çeşitlilik, yenilik ve sınırları zorlamak bazen.
Bir okur olarak sizin hayatınızda yer edinen öykü, novellaya da kısa metin var mı? Varsa neden o olduğunu açıklar mısınız?
Ernest Heminway’in “Cat in the Rain”i ile Anton Çehov’un “Lady with the Pet Dog” öykülerinin bendeki yeri başkadır. Lisans eğitimimde çok kıymetli bir hocam vardı, Sertaç Hoca, onunla bu iki öykünün çevirisini birebir çok çalışmıştık, canıma okumuştu iki kısa öykü (için). Yazar tartışmasına girmeden mekân ve nesne kullanımı açısından Ömer Seyfettin’in “Yüksek Ökçeler”ini de çok severim. Ama bir okur olarak, Sait Faik Abasıyanık öykülerinin yeri bende başkadır. Oğuz Atay’ın “Babama Mektup”unun hem içeriği hem teknikleri benim için ilham vericidir. Daha çok var tabii ama kısaca böyle. Unutamadığım öykü kitabını sorarsanız da Gamze Arslan’ın Kanayak’ını örnek veririm. Gamze hep yazsın.