Gazeteci, yazar Özgür Mumcu ile edebiyat dünyasına geri döndüğü yeni romanı Dünyalılar’ı konuştuk.
Gazeteci yazar Özgür Mumcu yeni romanı Dünyalılar ile edebiyat sahnesinde. İlk romanı Barış Makinesi’nde uzlaşmanın, bir arada yola devam etmenin mümkün olup olmadığını sorgulayan yazar bu kez dünya dışı varlıklarla bu gezegenin insanlarının karşılaşma olasılığını, birbirlerinden alıp birbirlerine verebileceklerinin sınırlarını tartışıyor. Düşmana, dosta, yabancıya ve yerliye dair önemli sorular soruyor, felsefi sorularını soluk soluğa bir macera hikâyesi ile birleştiriyor.
11 dile çevrilen ilk romanınız Barış Makinesi’nin ardından Dünyalılar'ı yazmaya nasıl karar verdiniz?
Dünyalılar’ın hikâyesi Barış Makinesi’nden sonra aklıma gelmişti. Ama üç sene önce yazmaya karar verdim.
Barış Makinesi özellikle yurt dışı çeviri ve lansmanlarında "Ottoman steampunk" olarak tanımlandı, Dünyalılar'ı hangi başlık, hangi edebi tür altına koyuyorsunuz?
Edebi türlere ve sınıflandırmalara çok inanmıyorum. Ottoman steampunk, benim bulduğum bir kavram değil. Yurt dışında o benzetme yapıldı. Steampunk estetiği, özellikle benim kuşağımda çok kişiyi etkilemiştir. İşin içinde bir makinenin olması da zannederim bu nitelemeye yol açtı. Ancak romanı yazarken “steampunk” bir roman yazayım diye düşünmemiştim. Dünyalılar’ın edebi türüne de insanlar kendileri karar versin isterim.
Konuya gelelim. Her şey İstanbul'a bir uzay gemisinin düşmesiyle başlıyor. Yaşadıklarımız düşünülünce çok da uzak bir ihtimal değil gibi... Böyle bir hikâyeyi odağa almaya nasıl karar verdiniz?
Jung’un Gökte Görülen Cisimler Üzerine Bir Mit adında bir çalışması var. Orada sosyal kargaşa ve varoluşsal endişenin arttığı dönemlerde UFO’ların kolektif bilinç altının arketip sembolleri olarak belirdiğini anlatıyor. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Belki de bu sebeple uzaylılar hakkında düşünmeye başladım. Dünyanın bu hâlinde, tüm insanlığı sarsacak ortak bir deneyim yaşasak buna nasıl tepki verirdik sorusu aklımı kurcalamaya başladı. Bu sorunun peşine düşünce de romanın hikâyesi belirginleşti.
Biyoakustik uzmanı Karla yan karakter gibi görünse de kişisel olarak Can Yaban’dan daha dikkat çekici geldi bana, ilk kez duyanlar için, bu bilimi nasıl tanımlarsınız? Karakteri oluştururken bir ilham kaynağınız oldu mu?
Biyoakustik, doğadaki canlıların çıkarttığı sesleri inceleyen bir bilim dalı. İnsan kulağının duyamadığı frekanslar da buna dahil. Canlıların sesle nasıl iletişim kurduğunu anlamaya yarayan ekosistemlerin korunması için önemli bir alan. Belki ileride hayvanlarla bir çeşit iletişim kurmamızı da sağlayabilir. Karla Silva karakteri kafamda Karan Bakker’ın Sounds of Life kitabını okurken canlandı. Amacım roman bitince hem bu karaktere hem de romanda biyoakustiği kullanmama ilham olan Bakker’a kitabı ulaştırmaktı. Maalesef 2023 Ağustos’unda bu değerli bilim insanını çok erken yaşta kaybettik. Big data ve yapay zekanın sürdürülebilirlik alanında kullanılması bakımından çığır açıcı çalışmaları ve eserleriyle bana hâlâ ilham olmaya devam ediyor.
Kitabın ilk bölümü ekolojik kıyım ve uzay gemisinin dünyaya gelişinden oluşurken hikâye ortalara doğru soluk soluğa bir maceraya, neredeyse bürokrasi ve karar vericilerin “yabancılarla” yüzleşme ve onları kontrol atına alma savaşına dönüşüyor. Yabancı kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Yabancı, insanları kendi aralarında birleştirebilen hem de bölebilen bir kavram. Her birimizin de bir başkasının yabancısı olduğumuzu düşününce aslında akışkan bir kavramla da karşı karşıyayız. Bireysel olarak kimi zaman kendi kendimize ya da yaşadığımız topluma da yabancılaşabiliyoruz. Bu yönüyle de yabancı bizi hiç terk etmeyen bir kavram. Dolayısıyla yabancı hakkında ne karar verileceği, iktidar sahipleri için önemli. Yabancı hakkında karar verme gücüne sahip olmak bir yandan da iktidar sahibi olmanın göstergesi. Dünyalılar da bu iktidar mücadelesini karakterler üzerinden yansıtan bir roman.
Uzaylıların başrolde olduğu pek çok sanatsal üretim var, genelde de düşmanca gösterilir farklı evrenden gelenler. Sizin romanınızda ise asıl korkmamız gereken bu gezegenin vatandaşları gibi... Bu karşıtlık bize ne gösteriyor?
Uzaylılar edebiyatta da sinemada da genel olarak düşmanca gösterilir. Bu bana hep biraz gülünç gelmiştir. Sonsuz evrende toz zerresi kadar dünyamızı bulup gelen dünya dışı zeki canlıların bize fenalık yapmayı hedeflemesi düşük bir ihtimal gibi. Umarım bu sözlerimde yanıldığımı görmem tabii. Bu romanda uzaylılar, dünyalıları anlamak için bir vesile. Bilgiyi ve gücü ele geçirme arzusunun toplumu ve bireyi nasıl etkileyip dönüştürdüğü üzerine düşünmek için bir imkân.
Kitap her şeye ve herkese rağmen umuda, devam etmeye, yaşam için ısrarcı olmaya davet ediyor. Böylesine kötümser günlerde umudu korumaya dair neler söylersiniz?
Distopik romanların bir erken uyarı işlevi var. Fakat distopik anlatı ve estetiğin bir yerden sonra fetişleştirilmesi, uyarıdan çok bir kabullenişe dönüşmesi tehlikesi var. Cyberpunk akımının 80’lerde 90’larda uyardığı geleceğe vardık aslında. Bu noktadan sonra kötümserliği ve distopyayı körüklemek yerine umudu ve yeni bir gelecek tasavvurunu canlı tutmak gerektiğini düşünüyorum. İhtiyatlı bir iyimserliği var Dünyalılar’ın ve bu romanı yazmaya başladığım ilk günden verilmiş bilinçli bir karardı.
Barış Makinesi ile Dünyalılar arasında nasıl bir edebi ilişki var?
Büyük sınanmalar karşısında bireyin ve toplumun hâllerini incelemesi bakımından iki roman arasında tematik bir ilişki var. Barış Makinesi geçen yüzyılın başında geçiyordu. Dolayısıyla üslubu ve biçimi de o dönemin havasına uygundu. Dünyalılar’ın ise günümüzün ya da çok yakın geleceğin daha hızlı, akışkan ruhuna uygun bir biçim ve üslubu yansıtmasını istedim.
Uzun yıllar sonra ikinci romanınızla okurlarlasınız. Peki bir sonraki roman için ne kadar bekleyeceğiz?
Çok bekletmemeyi umuyorum. Üzerinde çalıştığım bir roman var. Hikâye istediğim gibi ilerlerse bir, bir buçuk seneyi bulmadan üçüncü romanı da yayımlamak istiyorum.