R. F. Kuang’ın çeşitlilik, ırkçılık ve kültürel sömürü gibi meseleleri yayıncılık dünyası içinde anlattığı, sosyal medyanın ürkütücü yanını ortaya koyduğu romanı Sarı Yüz üzerine bir yazı.
R. F. Kuang’ın Sarı Yüz’ü, geçtiğimiz mayıs ayında İthaki Yayınları’ndan Elif Ersavcı’nın çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Daha kitap raflara çıkmadan her yerde kitap hakkında ufak ufak “fısıltı gazetesi” çalışmaya başladı. Bu durumun temel sebebi elbette kitabın farklı dillere çevrilerek dünya edebiyatında bir kitleye ulaşmasıydı. Öyle ki The New York Times kitabı şöyle tanımladı: “21. yüzyılın en önemli kitaplarından biri.” İçinde bulunduğumuz çağa kadar atfedilebilecek bir kitap, okuyucuda başka bir merak odağı yaratıyor.
Çin asıllı Amerikalı yazar R. F. Kuang ile tanışmamı sağlayan eser, Sarı Yüz (Yellow Face) oldu. Kuang’ın yarattığı kurmacayı okuduktan sonra, meraklı her okuyucu gibi ben de yazarlık geçmişine baktım. Kendisi 29 yaşında. Bu kadar genç olmasının yarattığı dünyaya yansımasını kullanması ise oldukça içten. Bunun temel sebebi, bu yüzyılın insanı olması. 19. yüzyılda gerçekleşen endüstri devriminin ardından, 21. yüzyılda henüz kesin tanımı yapılamasa da sosyologların üzerinde çalıştığı, insanlığın rüzgarına kapıldığı dijitalleşme devriminin tüm izlerini yansıtan bir roman olmuş. Bu kitap, tam da günümüzde maruz kaldığımız Twitter linçleri, Instagram’daki içeriklerin etkileşim kaygıları ve yayın dünyasının güncel durumlarının yansıması niteliğinde.
Kitabın kapak tasarımı ve başlığı dikkat çekici. Romana geçmeden önce Sarı Yüz ifadesine dair bilgi paylaşmak istiyorum. Sarı Yüz, Avrupa ırkına mensup Amerikalıların sahnelerde, beyaz perdede ve televizyon işlerinde Doğu Asyalı bireyleri temsil etmek adına yaptıkları bir makyaj hâlidir. Öznelerinin doğrudan sahnede yer alması yerine, makyajla ayrıcalıklı kimliklerin temsilde yer bulması anlamına gelir.
Roman, Çinli-Amerikalı genç ve başarılı bir yazar olan Athena Liu ile onun üniversiteden arkadaşı, ünlü bir yazar olma hayaliyle yanıp tutuşan June Hayward’ın arkadaşlığıyla başlıyor. June, deyim yerindeyse Athena’nın gölgesinde kalmıştır. İstemediği bir işte çalışarak hayatını sürdürmektedir. Athena ise yalnızca yazarlık yaparak geçimini sağlamakta ve bunun da ötesinde, yazdıklarıyla edebiyat dünyasında büyük ses getirmektedir. Athena, June’un hayalini kurduğu hayatı yaşamaktadır. June, Athena’ya karşı gizli bir kıskançlık beslemekte ve bu duygunun etkisiyle, kendi hayatında edilgen bir konuma düşerek Athena’nın yazar kimliğine saplantılı bir şekilde odaklandığı bir düşünce sarmalında var olmaya çalışmaktadır.
“İnsanlar kıskançlığı hep keskin, yeşil, zehirli bir şey gibi tarif ediyor. Mesnetsiz, sirkemsi, habis. Ama anladım ki kıskançlık yazarlar cephesinde, daha çok korkuya benziyor. [1]
Athena Liu’nun bir eserinin Netflix ile anlaşmasının kutlandığı gecenin ardından Athena ve June, Athena’nın evinde kutlamaya devam ederler. O gece trajikomik bir olayla yaşamını yitiren Athena Liu’nun ardından June, içindeki sesi bastıramaz ve Athena’nın yazı odasına girer. Athena’nın yarım kalan roman dosyasını alarak onun üzerine çalışmaya başlar.
June, Athena’nın yarım kalan yazılarının üzerine konmayı deyim yerindeyse kendinde hak görür. Çünkü June’a göre, Athena’nın bu denli başarılı olmasının sebebi Çinli bir Amerikalı olmasıdır. Yayın dünyasında bu başarının kaynağı, Athena’nın “öteki” oluşudur. Kuang burada bizlere ayrımcılığın farklı bir penceresini açıyor. Sanat, edebiyat ve sinema hep ötekilerden beslenirken, beyaz olan bu sektörlerin neresinde?
June’a göre kültür endüstrisi ötekilere hep ayrıcalık sunmaktadır. Athena’nın başarısının temel sebebi, Çin asıllı bir sarı yüzlü kadın oluşudur. Hâlbuki, bir yazarın başarısı yalnızca anlatacaklarının değil, nasıl anlattığının da bir sonucudur. Athena, çevresindeki insanların trajik ve travmatik anılarını eserlerine konu ederek yazarlığını sürdürmektedir. İşte bu noktada June ve Athena’nın yolları kesişir. June, insanların yaşadıklarını bir mühendislik hesabıyla kitaplarına konu etmenin etik bir sorun olmadığını düşünerek, insan ilişkilerini yazarlığına sermaye etmeyi ahlaki bir mesele olarak görmez.
June, Athena’nın ölümünden sonra onun eserini çalarak üzerinde eklemeler yapmayı bir intihal olarak görmez. Ona göre, “öteki” olmadığı için yakalayamadığı başarının telafisi, bir nevi ödüldür.
İşte tam da bu noktada durup düşünmek gerekiyor. İçinde bulunduğumuz bu “gürültü” çağında, insanlığın en büyük deformasyonu; sahip olmadığımız –ya da başarısızlık olarak gördüğümüz– durumlarda, ne kadar emek harcadığımızı sorgulamadan, sorumluluğu başkalarının omuzlarına yüklemek oluyor.
June için Athena’nın yazarlık başarısı, Çin asıllı bir Amerikalı olmasıydı. June’un saatlerce oturup yazma pratikleri yapması, her romanı için araştırmalar yapması, merak etmesi, denemesi… bunlar başarıya giden yolda bir ölçüt değildi.
Gerçi, değişen yeni dünya düzeninde, bir şeye emek vererek başarı elde etmeye olan inanç çoktan tükenmiş durumda. Bize pompalanan şey: Ahlaki normları önemsiz kılan bir şekilde çok hızlı yükselmek. Para kazanmak, kariyer yapmak… Tüm bunlar için kimsenin sabredecek zamanı yok. Bu zamanın olmayışı bireyden değil, sistemden kaynaklanıyor. Sistem bize “hızlı ol, çabuk yüksel, çok tüket” diyor. Bunları yaparken hümanistliği, etik değerleri düşünme. Çünkü düşünürsen hızın kesilir. Yaşadığımız kapitalist sistemin köpürttüğü tam olarak bu: “Üzümünü ye, bağını sorma.” Peki ama bağın suyu, toprağı nereden geliyor? Artık bunlarla ilgilenmeyen bir düzen içinde üretmek zorundayız.
Sarı Yüz’e dönersek: O gece June, Athena’nın yazma ritüeline dair de notlar düşer. Athena, Moleskine defterlerine ve yapışkanlı kağıtlara karaladığı notları Remington daktilosunda temize çekmektedir. Bu detay, okuma boyunca zihnimde döndü durdu. Gariptir, her yazarın nasıl, hangi araçla yazdığını merak ediyorum. Kurmaca dahi olsa yazma pratiklerini öğrenmek, bana hep bir neşe katıyor.
June, dosyayı bitirdiğinde, Birinci Dünya Savaşı ekseninde Çinli işçileri anlatan metniyle yayın dünyasında büyük ses getirir. Hayalini kurduğu yazar kimliğini edinir; sosyal medya hesaplarındaki takipçi sayısı hızla artar, yayın dünyasındaki etkinliklere davet edilen “ünlü” bir yazar kimliğine kavuşur. June’un hayatı değişir. Artık hayalini kurduğu hayat standartlarına ulaşmaya başlar: Yeni bir semtte, refah içinde Ikea mobilyalarıyla döşediği bir ev… İmza günleri, söyleşiler, kitap kulübü toplantıları…
Tüm bunlar yaşanırken, June’un iç sesi hiç susmaz. Athena’nın yazmaya başladığı romanı tamamlamak intihal sayılır mı? Yaptığı düpedüz bir fikri hırsızlık mı? Bu sorular June’un zihninde dönerken, bir Twitter hesabı June’un kitabını Athena’dan çaldığına dair bir flood yazar. Edebiyat dünyası birden altüst olur.
June, yoğun anksiyete atakları geçirir. Korktuğu başına gelmiştir: Bu sırrı açığa çıkaran kim? Tüm bu çalkantılar devam ederken, June’un yayınevi editörü, bu şaibeli durumların son bulması için ondan yeni bir eser vermesini ister.
June, susmak bilmeyen vicdanının sesiyle boğuşurken, ruhunu esir alan Athena’dan kurtulmaya çalışır. Ondan kurtulmalıdır ki yeni bir eser yazabilsin ve yazar olarak itibarını yeniden kazanabilsin. Ancak bu hiç kolay olmaz. Adeta tüm zihni kilitlenir; ne yazabilir ne de kelimeleri bir araya getirebilir. Tam bu noktada yine Athena devreye girer. Ona ait bir pasajdan ilham alarak yeni romanını yazar. Fakat bu çaba, yayın dünyasındaki itibarını kurtarmaya yetmez.
Sarı Yüz, aslında kurmacasındaki konu farklılığından ziyade, zihin açıcı ve katmanlı bir duyarlılık sunuyor. “Duyarlılık” kelimesini burada özellikle kullanıyorum. Irkçılık, örtük ırkçılık, cinsiyet eşitsizliği, sınıfsal farklar gibi pek çok konuda biz bir yerden duyarlıyız ama aynı zamanda faşizmin kıskacındayız. Farkında olmak, bunu dile yansıtmak çok önemli. R. F. Kuang, bu kurmacasıyla tüm bunlara yeni bir pencere açıyor. Duyarlılık iskelesini sallayan dalgaları zihnimizin derinliklerinde buluşturuyor.
R. F. Kuang, ele aldığı konular itibariyle bu yüzyılın “kriminalize tanımlarına” dair yeni açılımlar sunuyor. Her meslek grubunda olduğu gibi, yazarak para kazanan düşünce emekçileri de şunu düşünüyor: Bizim kalemimizin yerini AI mı alacak? Bu, intihalden daha büyük bir tehlike değil mi? Komplo teorileri bu eksende dönerken, şimdilik AI’nin bir yazarlık deneyimini hakkıyla gerçekleştiremediğini biliyoruz.
R. F. Kuang’ın pandemide, evlere kapanıp belirsizlik sarmalıyla boğuştuğumuz günlerde kurmacasını oluşturduğu bu kitap; Goodreads tarafından "Yılın En İyi Romanı", İngiliz Kitap Ödülleri tarafından ise "Yılın Kurgu Romanı" ödülünü kazandı. Okuma boyunca temposu hiç düşmeyen bu kitapla, ırkçılık, sosyal medya linçleri, yayıncılık ve yazarlık üzerine yeni düşünme pencereleri açacağınıza eminim.
[1]Sarı Yüz, Syf.14, İthaki Yayınları