19. yüzyılın en önemli şairlerinden Emily Dickinson’ın kişiliği, şiir dünyası ve altı şiirinin yeniden çevirisi.
19. yüzyılın en önemli Amerikan şairlerinden Emily Dickinson’ı (10 Aralık 1830 - 15 Mayıs 1886), hayatını Amherst, Massachusetts’teki aile evinde, odası ile bahçesi arasında geçiren bir peri olarak düşünebiliriz. Hayatı boyunca yakın çevresi dışında bir şair olarak tanınmamış Dickinson, şiirlerinin yayımlanmasıyla ilgilenmeyi yazma serüveninin en başlarında bırakıyor. Buna rağmen, Dickinson 1800’e yakın şiirinden çoğunu temize çekerek fasiküller hâlinde özenle düzenliyor. Dickinson’a, edebiyat çevrelerinin beklentilerini unutturup, kayaları aşındıran bir akarsu gibi yazma cesaretini veren şey, politikacı ve yazar Thomas Higginson ile mektuplaşmaları. Bu yazışmalar, ona kendi dizelerinin ne kadar özgün olduğunu fark ettirdikçe, Dickinson için dil, çevresindeki insanlarla bir sohbet aracı olmaktan çok, mektuplar aracılığıyla kurulan bir yakınlık hâline geliyor. Hatta, onu bir şair olmaktan önce bir mektup yazarı olarak görmek bile mümkün. Şiirlerinin büyük bir bölümü, hayat boyu kendisine ilham kaynağı olacak Susie (Susan Huntington Gilbert Dickinson) ile yazışmalarında gelişiyor, bu şiirlerin çoğu onunla kurduğu özel ilişki içerisinde en son hâllerini alıyor. Bu yakınlıkla beslenen şiirlerin dünyası renkli ve çok sesli. Söyleyişi yalın ve keskin, tasvirleri sıra dışı, coğrafyasının sınırları geniş. Hayata karşı tavrı felsefi ve sorgulayıcı; hissiyatı melankolik ve çekingen. Mutlulukları beklenmedik ve esrik, üzüntüleri dipsiz, beklentileri ise hep gerçekçi ve sonlu.
Dickinson küçük bir kasabada, anne veya eş olmak gibi toplumsal beklentilerden sıyrılabilmeyi başarabilmiş istisnai bir ruh. Bunda Dickinson ailesinin Amherst’te edindiği yer ve statü elbette etkili fakat Dickinson’ın özgün kişiliğinin rolü de yadsınamaz. 19. yüzyıl Amerika’sında çoğu erkek akranının bile erişemediği astronomi, coğrafya, fizyonomi, geometri bilgisi, Dickinson’ın hayal gücüne hayati bir zenginlik katıyor. Hep mesafeyle ama yakından ilgilendiği İncil’in ve İngilizce sözlüğünün yanı sıra, Dickinson’ın kitaplığındaki en önemli kaynaklar William Shakespeare başta olmak üzere William Wordsworth, Elizabeth B. Browning, Lord Byron, Charlotte Brontë ve Ralph Waldo Emerson. Thomas Reid’in Sağduyu felsefesi, romantizm ve transandantalizm gibi edebiyat ve düşünce akımlarının Dickinson üzerinde belli bir miktar etkisi olsa bile, onun aklı ve kalemi çağının ötesinde, 20. yüzyıl şiirinde karşılaştığımız geleneksel yapıları zorlayan bir görünüme sahip.
Doğayı romantik bir tarzda idealize etmeden, dünyayı barındırdığı gizem ve çatışmalar etrafında tasavvur etmeyi tercih eden Dickinson, bunu gösterişsiz ama bilmecelerle dolu bir tınıyla duyuruyor. Uzun çizgiyi çoğunlukla virgül yerine – şiirsel imgelemin nefes alabilmesi için – kullanan Dickinson, mısralarını beklenmedik yerlerde kesip, dünyayı tecrübe ettiği tını ve ritmi hissettirme çabasında. Dickinson’ın şekilcilikten uzak fakat geleneksel dörtlüklere ustalıkla yerleştirilmiş dizeleri, mekân ve zamanla kurulan topografik bir bağa işaret ediyor.
Dickinson’ın şiirleri, kendiliğinden dile gelmeyen; küçük, önemsiz, sıradan görünen ama aslında varoluşun temelini oluşturan varlıkları, karşılaşmaları, hisleri konu alıyor. Dickinson’ın karakterinin içe dönük yönü insanlarla olan ilişkilerini sembolize eden odasında şekilleniyorsa, dışa dönük, neşeli ve şakacı yanı ise canlı ve cansız tüm varlıklarla olan sohbetlerinde açığa çıkıyor. Dickinson şiirinin odak noktası insandan koparılmamış hâliyle, bir büyüme ve ortaya çıkma anlamında doğanın kendisi. İnsandan başka canlıların dünya tecrübesini ve sınır ilişkilerimizi anlatan şiirlerinde ‘‘hayvan” sözcüğü bir kere bile geçmiyor. Burada örümcekler, sincaplar, kelebekler, tanrılar, köylüler, melekler hep bir arada, birbirlerinin varlıksal sınırında ve komşuluğunda. Dickinson’ın kalemi ‘‘hayvan” ve “insan” zekâsı ve davranışları üzerine yazılmış felsefi denemelerin dile getirmekte zorlandığı ufukları şiirle anlaşılır kılmayı başarıyor. Belki de bu yüzden, Dickinson doğaya bir şeyler söyletmeye çalışmak yerine, doğada olmanın anlamını farklı varlıklar açısından düşlememize yer açıyor. Dünyayı, bir günbatımının turuncusunun, bir okyanusun uçsuz derinliğinin, bir yelkenin gümüşten rüzgarının, bir sabahın serpiştiren karının temposunda okumaya davet ediyor. İnsan olmayan tüm eşyayla candan ve gürültüsüz bir muhabbetin olanağının peşinden koşuyor. Dickinson’ı okurken, bir dala yumuşakça konan bir kuş, rüzgârda yolculuk eden bir kelebek, gece ağını örmek derdiyle çırpınan bir örümcek, yolunu bulmaya çalışan bir arı, göklerden bir sır saklayan bulut, sabah vakti yaprakta gururla pırıldayan çiy damlası, yol ile muhabbet hâlinde olan bir çakıl taşı oluyoruz.
Dickinson’ın şiirlerinden seçmeler daha önce Selahattin Özpalabıyıklar, Dost Körpe, Ayşe Lahur Kırtunç ve Dilek Değerli gibi isimler tarafından Türkçeye tercüme edilmiş. Yine de, 2016 yılında Cristanne Miller’ın Thomas H. Johnson ve R. W. Franklin nüshalarından farklı olarak, asıllarına en sadık hâliyle derlediği şiirlerin tam bir çevirisi hâlâ mevcut değil. Dickinson’ın şiirleri yalnızca Türkçeye değil, tüm dillere çevrilmesi her zaman zor olan düşünsel bir tırmanış. Böylesine dik bir yamaç, bir çevirmenin ömrünü adayacağı çetin bir yolculuk anlamına geliyor. Aşağıda sunduğum çeviriler ise, her metnin yeni söyleyiş ve yorumlara açık olduğu fikrine dayanarak, hem bir filozof hem de bir şair olarak Dickinson’ı Türkçede düşünürken yürüdüğüm kır yollarının bendeki yankıları.
Açılması ve Kapanması Varlığın
Benzer olduğu kadar
Ayrışır da, tıpkı
Bir Dal ve üzerindeki Çiçek kadar –
Eşit bir Tohumdan
Eşit bir Tomurcuğa
Yan yana yürür, kemale erişir
Çürüyüp gitmiş olmalarında. (J1047, Fr1089, M 486)
***
İşte bu – Günbatımının yıkadığı – diyardır –
Bunlar – Sarı Denizin Kıyılarıdır –
Nerede doğup – nerelere koşar
Bunlar – Batı’nın Sırrıdır –
Geceden Geceye,
Mor deviniminden serpilir
Balyalar dolusu Gökkuşağı taşı –
Rıhtımda Tüccar gemileri – süzülür ufukta –
Bir dalıp – kaybolur – Sarıasmalar gibi! (J266, Fr297, M 139)
***
“Doğa” gördüğümüzdür –
Tepe – İkindi –
Sincap – Tutulma – Yaban arısı –
Yok – Doğa cennettir –
Doğa duyduğumuzdur –
Pirinç kuşu – Deniz –
Gök gürlemesi – Çekirge –
Yok – Doğa ahenktir –
Doğa bilip de –
Anlatacak bir yolumuz olmayandır
Bizim bilgeliğimiz
Onun sadeliğine pek acizdir (J668, Fr721, M 361)
***
Çekirgeler şarkı söylüyordu
Ve batıyordu Gün
Ve İşçiler kapıyordu birer birer
Üzerlerinde dikişlerini Günün
Çiyle yüklü alçak Çimende
Dikiliyordu Alacakaranlık, bir yabancı gibi
Elinde şapkası, kibar ve yeni
Kalsa mı yoksa gitse mi
Bir enginlik, bir Komşu gibi, geldi
Bir Bilgelik, ne Yüzü ne Adı vardı
Bir Barış, evinde rahat Yarımküreler gibi
Ve böylece Gece doğdu (J1104, Fr1104, M 493)
***
Sarıydı Göğün öte yüzü
Sarıdan sarıya nakşolmuş
Safran süzüldükçe Nar kırmızısına
Dikişi görünmez olmuş – (J1676, Fr1733, M 675)
***
Anlatmak Güzelliği azaltır
Açıklamak büyüyü alçaltır –
Hecesiz bir deniz vardır
Ki o kendisinin işaretidir –
Meramım, onun sözü için didinir
Başaramasa da avunur
Mirasıyla mest eden –
İçrek madenler misali – (J1700, Fr1689, M 663)