23 OCAK, SALI, 2024

Son Üç Yıla Ayna Tutmak: “A Brief History of My Last Three Years”

Halil Altındere ile “A Brief History of My Last Three Years” başlıklı kişisel sergisi üzerinden sanatında ele aldığı temel meseleler, yakın dönem çalışmaları ve son üç yılı üzerine konuştuk.

Son Üç Yıla Ayna Tutmak: “A Brief History of My Last Three Years”

Halil Altındere, 23 Kasım 2023 – 20 Ocak 2024 tarihleri arasında PİLOT Galeri’de gerçekleşen yeni kişisel sergisi “A Brief History of my Last Three Years”ta yakın dönemde üzerinde çalıştığı işleri bir araya getiriyor. Belirli noktalarda sanatçının kişisel yaşantısına belirli noktalarda ise dünyaya bakışına ışık tutan sergi, izleyicilere aynı zamanda zamansal anlamda sınırlandırılmış bir sanatçı otobiyografisi sunuyor.

Yeni kişisel serginiz “A Brief History of My Last Three Years”, öncelikle taşıdığı otobiyografik görünüm/değer ve sizin son üç yılınızı merkezine almasıyla dikkat çekiyor. Öte taraftan pandemi sonrası süreçte gerek kişisel gerekse toplumsal ve evrensel anlamda büyük bir değişimin söz konusu olduğu söylenebilir. Bu son üç yıl, sizin için nasıl bir anlam/değer taşıyor?

Son üç yıl sadece benim için değil, tüm dünya için tarihte hiç olmadığı kadar farklıydı. Bill Gates’in dediği gibi, “Salgının dünya savaşından tek farkı, hepimizin aynı cephede olması”. Bu süreçte hepimizin alışkanlıkları değişti. Pandeminin en belirgin özelliği de ekonomik ve sınıfsal farklılıklar gözetmeksizin herkese etki etmiş olması. Herkes kendi işi doğrultusunda etkilendi. Ben de bir sanat üreticisi olarak, bu dönemde belirsiz bir geleceğe doğru bir bekleyiş başlamışken, birçok sanatçı gibi çalışma pratiğimi yeniden konumlandırdım. Bu dönemde bienal etkinlikleri, müze ve galeriler kapalı olunca dijital ortamda daha çok vakit geçirmeye başladık. Tam da bu sırada fiziksel sergilemeye ihtiyaç duyulmadan dijital platformlar aracılığıyla kitlelere ulaşabilen kripto sanat ön plana çıkmaya başladı. Kısa süreli NFT videolar ile ilgilenmeye başladım. Öğrenmek için okuyup araştırmalar yaptığım sırada, genç arkadaşlarım Elyo Elvaşvili ve Güneş Aydoğan Türkiye’deki ilk sanat odaklı NFT platformu Carny’i kurmuşlardı ve sanatçı olarak beni de katkıda bulunmak üzere davet ettiler. Hızlıca dolaşıma giren ve dünyanın farklı yerlerinden binlerce insan tarafından izlenebilen bu form ilgimi çekti ve bir dizi bir dakika civarında kısa süreli videolar ürettim. Öğrenme ve üretme sürecimde farklı diller, formlarla çalışan mimar, tasarımcı ve 3D sanatçılar ile tanıştım. Yaptığım iş birlikleriyle, uzaktan çalışarak 20’ye yakın kısa süreli videolar yaptım. Pandemi sonrasında da her ne kadar kripto sanat ve NFT platformları popülerliği azalmış olsa da bu alan hoşuma gittiği için bu üretim dilini bir yan dal olarak sürdürmeye gayret ediyorum. Geçici modalara göre değil, yoğun emek ve prodüksiyon gerektiren üretimler gerçekleştirmeye çalıştık. Piyasa odaklı değil daha sanatsal bağlamda olan işler. Açıkçası benim dışımda bu alanda üretimler yapmaya devam eden var mı bilmiyorum. “A Brief History of My Last Three Years” sergisinde son üç yılla ilgili bir şey yapmışken benim için önemli olan ve zaman ayırdığım bir kanal olarak One Minute Videos adı altında altı tane videoyu sergilemeye karar verdik. Bu videoların çoğu İstanbul ağırlıklı. Bir tanesi ise yaz aylarımı geçirdiğim Çanakkale’deki Truva Ören Yeri’yle ilgili. Ancak hepsinin ortak noktası kendi cep telefonumla 4K çektiğim videoların üzerine, farklı mimar ve 3D sanatçılarının 3D animasyon müdahalelerinden oluşmaları.

Son üç yıl içerisinde birçok önemli felaketten, toplumsal, kişisel, evrensel anlamda birçok krizden söz edilebilir; ki siz de bu tür meseleleri eserlerinde işleyen, tartışan bir sanatçısınız. Dünyanın/ülkenin geçirdiği bu son birkaç yıl sizin sanatınıza nasıl yansıdı?

Üretimlerimde gündelik hayattan beslenen işler yaptığım için kaçınılmaz olarak bu işlerimde de son dönemde özellikle Orta Doğu’da yaşanan dönüşümlere, gelişmelere odaklandım. Bu coğrafyadaki gelişmeler çok hızlı oluyor. Hatta bazen o kadar hızlı oluyor ki yakalamakta güçlük çekiyorsunuz. Yunanistan haricinde neredeyse bütün sınırlarımızda bir savaş hâkim. Pandemi sonrasındaki savaşlarda Baykar Teknoloji’nin “yerli ve milli” üretimi olan Bayraktar, Aksungur, Akıncı gibi insansız silahlı otonom askeri araçları ön plana çıkmaya başladı. Bu araçların Azerbaycan’daki, Libya’daki ve Ukrayna’daki savaşların kaderini değiştirdiğini gördük. Ve bu dronların lansmanları da bir şekilde tekno festlerde bir milli gurur olarak yapılıyor. Örneğin Sarayburnu’na çekilen dev TCG Anadolu savaş geminin güvertesinde halka arz ediliyor, hatta seçim propagandalarında bile kullanıldı. İçinden geçtiğimiz zamanların en popüler imgelerden biri olarak görüldüğüm için bu savaş dronlarını, bir şekilde eserimde işlemek istedim. Serginin merkezinde yer alan “Turkish Military Drones Rug-1” isimli halı projesi de tam olarak bununla ilgili. Son dönemlerde teknolojinin yapay zekayla beraber çok farklı yerlere evrildiğini görüyoruz. Askeri aygıtlar da yavaş yavaş insansızlaşıp otonomlaşıyor. Bu yeni nesil İHA ve İKA’lar uzaktan kontrol edilerek savaşların kaderini değiştiriyor. Bu savaşların çoğunun Orta Doğu ve yakın coğrafyalarda yaşanmakta olmasından yola çıkarak, bu insansız savaş aygıtlarını bölgenin halı motifleri ile birlikte işlemeye karar verdim. Yapay zekayı bir asistan olarak kullanıp bu coğrafyalardaki halıların ortalama bir motifini buldum. Ardından bu savaşlarda kullanılan dronlar halı motifleri ile birlikte örüldü. Halının üretiminde insansız robotik bir teknoloji ile gerçekleştirildi. Sonuçta üretimde hem yapay zekanın katkısı hem son güncel teknolojilerin kullanımı hem de günümüzün ön plana çıkan politik, siyasi ve askeri durumunu da içinde barındıran bir halı ortaya çıktı.

Sergide video, tuval, halı, heykel gibi birçok farklı alanda ürettiğiniz işler yer alıyor. Her bir iş, ele aldığı bağlam ve bu bağlamı ortaya koyan farklı bir disiplin/görünüm alanı üzerinden gün yüzüne çıkıyor. Bu noktada işler ve bu işlerin merkezine aldığı konuları/içerikleri/sorunsalları örtüştürürken nasıl bir çalışma süreci geçiriyorsunuz? Videolar tuvallerden, halılar heykellerden nasıl ayrıldı/ayrıştı?

Bir sanatçı olarak her zaman yapacağım işte konu ve kavramı ön plana koyuyorum. Eserin üretiminde ele aldığım kavram ya da konuyla ilgili hangi form gerekliyse eseri o formla hayata geçiriyorum. Form benim için ikinci aşamada. O yüzden de üretim biçimimdeki formlarda çeşitlilik artıyor sürekli. Bu bir fotoğraf olabileceği gibi bir video, bir heykel, bir halı ya da ışıklı bir iş de olabiliyor. Önemli olan mesajı doğru medyumlarla iletmek ve bu medyumları en iyi şekilde hayata geçirecek insanlar ile iş birliği yapmak. Bu sergide gelenekselleşmiş gibi görünen ama en son teknolojinin kullanıldığı bazı işler var; minyatür ve halı gibi. Minyatür çalışmaları için Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi, Geleneksel El Sanatları Minyatür Bölüm Başkanı Filiz Adıgüzel ve Fatma Akdaş bu işlerin gerçeklemesinde katkıda bulundu. Star Wars figürlerinin giysi motiflerinin 16 yüzyıla adaptasyonunda yapay zekadan destek alındı; halıda da aynı şekilde yapay zeka asistanlığından faydalanıldı. Sultan Selim’in Nil Nehrinde Timsah Avı’nda Sultan Selim’i ve ışın kılıçlı bir Star Wars karakterinin bir timsahı nasıl alt ettiğini gösteriyor. Bu, bugün Topkapı Sarayı koleksiyonunda yer alan ve Osmanlı padişahlarının sefer ve kahramanlıklarını anlatan Hünername’deki Nakkaş Osman’ın yaptığı minyatürün üzerine Star Wars karakterlerinin eklenerek oluşturulan bir kompozisyon. Bunlar hem geçmişin hem geleceğin hem bugünün hem de yapay zekanın içinde olduğu ve sıklıkla sırt çevrilen minyatür ve halı gibi klasik formların yeni teknolojilerle yeniden hayat bulduğu örnekler oldu.

İşlerinizde siyaset, militarizm, teknoloji gibi birçok farklı aksa uzanan oldukça geniş bir düşünce skalası söz konusu. Yeni kişisel serginizde de bu başlıkların peşinden gidiyorsunuz. Türkiye gibi oldukça zorlu bir süreçten geçmiş/geçen bir ülke/coğrafya üzerinden siyaset ve militarizme dair düşünmek sizi nasıl etkiliyor? Bu tür meseleler işlerinize nasıl yansıyor?

Aslında bir sanatçı olarak sadece benim değil bu ülkede yaşayan herkesin her gün gazetelerde, haberlerde gördüğü, bazılarının maruz kaldığı ya da tanık olduğu konuları direkt sanatıma taşıyorum. Doğru bağlamı kurduktan sonra, o konuları bir şekilde konuk bir oyuncu gibi eserlerime dahil ediyorum. Bu insansız hava araçları da bir şekilde konuk oyuncu olarak eserlerimde yer alıyor.

“A Brief History of My Last Three Years”, sanatçının zihin haritasının dününe/bugüne dair apaçık bir otoportresi olarak kabul edilebilir mi? Altındere’nin zihni, son üç yıl içerisinde neleri hafızasında tuttu?

Pandemiyle başlayan kapanma sürecinde, benim farklı ilgi alanlarımı göstermesi açısından o bireyselliği var. Sanatçı olarak da tamamen iç dünyasına, atölyesine hapsolup oradan bir şeyler üreten bir sanatçı olmadığım için dışarıya karşı her zaman açık oldum. O yüzden de gördüğüm, yaşadığım, deneyimlediğim ya da yakın çevremde ve coğrafyamızda yaşananların bir şekilde yeni teknolojik aygıtların da desteğiyle sanatıma yansımış hâli bu işler.

Sergi salonunun hemen girişinde yer alan “otoportre”, bütün bir alana bu iş ile girilmesi ve merdivenlerden iner inmez bizi karşılaması ile farklı bir yerde duruyor; hemen her kurumda yer alan bir devlet büyüğü portresi, otoriteyi ve “büyükler tarafından izlenme”yi hatırlatan bir imge olarak görünürlük kazanıyor. Öncelikle bu iş ve sergileme biçiminde karar kılarken nasıl bir düşünce ile hareket ettiniz?

Çok doğru bir saptamada bulunmuşsunuz. Ben, 2009 Şharjah Bienali’nde sergilenen Şeyhin Portresi adlı işimi yaptığım dönemde, gezdiğim müzelerde, otellerde ve devlet kurumlarında bizdeki Atatürk imgesi gibi her yerde girişlerde Şeyh’in portresinin asılı olduğunu görmüştüm. Ben de bundan etkilenip, bienal için Şeyh’in portresinin birebir replikasını yapıp müze girişine asma önerisinde bulundum, bir menteşeyle duvara tutturulmuş ve 45 derece açık bir şekilde müze sergi giriş duvarına asmıştı. Bir farkla, tablonun arkasına da duvara bir para kasası gömmüştüm. O aslında bakan, gözetleyen iktidar gücünü böyle küçük bir manipülasyonla bağlamından koparıp böyle yeni bir okumaya açma girişimiydi. Bu sergi girişindeki kırmızı duvarda asılı büyük ölçekli realistik portremde, bir yandan Louvre ve Met gibi önemli müzelerde gördüğümüz dev tabloların sergileniş biçimlerindeki estetiği kullanmaya çalıştım. Bir yandan da sosyalist realizm estetikli Sovyet, Meksika ve Çin devlet büyükleri portrelerinin parodisi… Tehditkâr ve itaatkâr bakış…

Sergi mekânının ortasında yer alan halı, gerek referansları gerekse bugünün Türkiye’sine dair ortaya koyduğu imlerle ayrıksı bir yerde duruyor. Peki Türkiye’nin yakın geçmişte üzerine yoğun bir şekilde eğildiği askeri araç gereçlerin işlendiği Turkish Military Drones Rug (2023), günümüz toplumu ve bu toplumun inşa ettiği devlet üzerine neler söylüyor?

Son dönemlerde Ortadoğu’daki değişimle beraber Türkiye de bu değişimde bir aktör olmaya çalışıyor. Ben de bu ülkede yaşayan bir sanatçı olarak bu gelişmeler çerçevesinde “yerli ve milli” olma deyimine ilgi duyuyorum. Bir askeri aracın üretilerek teknofest’lerde milli gurur hâline getirilip çocuk, kadın, erkek demeden bir sevgi gösterisiyle karşılanması çok enteresan geliyor bana. Herhalde insanları öldüren bir F16’nın milli gurur hâline getirilmesi dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu biraz da toplumları militerleştirme. Sonuçta o uçaklar insanları yok etme üzerine kurulu ve bunun oyuncağının bile yapılması enteresan gelmişti bana. Bunu bir şekilde içinden geçtiğimiz 2020’li yılların farklı bir dönüşümü olması açından eserin parçası hâline dönüştürmeye çalıştım. Aslında bir tür topluma ayna tutuyor.

Silahların giderek normalleştiği, vahşetin, suçun, karanlığın giderek daha geniş bir alana yayıldığı bu süreç ve coğrafyada Anka, Akıncı, Karayel ve Aksungur gibi drone’lar, toplar tüfekler, teknolojinin hemen her alanının seferber edildiği askeri üretimler, sizin zihninizde nasıl bir imgeye dönüştü? Sanat, teknoloji ve siyaset, sözgelimi Müzik Benim Silahımdır, Revolver Gun (2021), Invisible Bullet (2021), Turkish Military Drones Rug (2023) gibi işlerde nasıl bütünleşti, iç içe geçti?

Bu teknolojik aygıtlar çoğunlukla heykellerimde kullandığım bir form. Dronlar da öyle. Dronları, 2013’ten beri yaptığım filmlerde kullanıyorum. Bazen bir gözetleme pozisyonunda bazense denizde boğulan bir mülteciyi kurtarmak için bir can simidi taşıyan formda görünüyor. Bazen de bir tehdit ya da bomba taşıyan insansız hava aracına dönüşebiliyor. Dolayısıyla yeni teknolojileri yakından takip eden birisi olarak bu askeri oyuncakların sanatıma yansıması gayet doğal. Sergide gördüğünüz yamulmuş bir silah olan Görünmez Kurşun, bir tür Rus ruleti silahı. Diğeri Revolver Gun ise kendini vurma olasılığının olduğu bir suikast silahı heykeli. Müzik Benim Silahımdır da öyle. Burada müziğin dünyayı değiştirmesinde büyük gücün olması, bazen tarihsel gidişatların kaderini değiştirdiğini biliyoruz. Örneğin John Lennon ve Yoko Ono tüm Vietnam Savaşı’nda müzikle barış çağrısında bulundular. Bu eserim de biraz müzik ve savaşların tarihsel ilişkisi üzerine.

Ortak iş(ler), birçok farklı sanatçı ile beraber/birlikte gerçekleştirdiğiniz işler bu serginin merkezinde yer alıyor. Ortak bir üretim gerçekleştirmek, bir işi başka bir el ile beraber gün yüzüne çıkarmak sizin sanat pratiğiniz ve sanata bakışınız/yaklaşımınız çerçevesinde nasıl bir değer/anlam ifade ediyor?

Ben kariyerimin başından beri iş birliklerine ve birlikte işler üretmeye inandım. Onu hem yaptığım küratöryel sergilerde hem yayına hazırladığım dergi ve kitaplarda, hem de kendi üretimlerimde önemsedim. Bir işi yaparken o işi en iyi yapacak ekipleri bulmak, onlarla iş birliği yapmak benim için kaçınılmaz bir şey. Sanatçının kutsal bir varlık gibi sihirli elinin değmesi gerekmiyor ve her şeyi kendi elleriyle yapması gerekmiyor. Farklı bir dönemden geçiyoruz ve atölyeye kapanıp her şeyi tek başımıza yapamayacağımız zaten belli. Dolayısıyla nasıl iyi bir fotoğraf çekilmek istediğimizde iyi bir fotoğrafçıya gidiyorsak ya da iyi bir film üretmek için iyi bir ekip kuruyorsak bunlar diğer işlerde de böyle. İyi bir bronz dökmek, iyi halı üreten bir yerle iş birliği yapmak gibi iyi resim yapan birine kavramı verip senin kavramınla sadece boyama kısmını yapan biriyle iş birliği yapmak kaçınılmaz bir şey. Tıpkı benim kendi başıma bronzu eritip bin beş yüz derecede dökemeyeceğim gibi. Yaptığım tüm videolarda 3D animasyonu da bir kişinin işi değil. Çünkü burada mimarlarla, 3D sanatçılarla ve dijital heykeltıraşlarla iş birliğim oluyor. Bu yüzden sergide eser künyelerinde hepsinin kredisini veriyorum.

Zamana kazınmak birçok farklı biçimde olabilir. Pandemi dönemiyle birlikte kripto değer ve kripto sanat bu anlamda büyük bir değer olarak gün yüzüne çıktı. Siz de sergide yer alan Time (The Prince of Crypto) (2022) ve Forbes (Crypto King) (2023) başlıklı iki çalışmanızda kripto dünyasını yaratan iki önemli figürü (Ethereumun yaratıcısı Vitalik Buterin ve kripto para borsası Binance’nın kurucusu CZ) ön plana çıkarıyorsunuz. Pandemi ile farklı bir değer yaratan bu kripto dünya, bir sanatçı olarak sizin ilginizi nasıl çekti? Bu iki isim nasıl oldu da “zamanı belirledi” ve sizin (dijital) dergi kapaklarınızda kendilerine yer buldu?

Bununla ilgili iki şey söyleyebilirim. Birincisi pandemi döneminde benim kripto sanatına ilgi duyma sebebim müze ve galerilerin kapalı olması ve yaptığım işlerin bu dijital platformlar üzerinden kitlelere ulaşmasıydı. Bunu deneyimlediğimde de aslında daha önce hiç ulaşmadığımız hem yaş olarak hem de anlayış olarak farklı kitlelere ulaştığımızı fark ettim. Sadece ev ödevini yapmış, galeri/müze müdavimi insanları değil daha önce hiç galeri gezmemiş, sergi görmemiş insanları da kazanmak, onları da bu kitlenin içine dahil etme açısından bunu önemsedim. 2020’lere ileride bugüne baktığımızda bu dönemi belirleyen bir figür olması açısından Time kapağı tablosu için kripto para birimi etheryumu yaratan Vitalin Buterin’i seçtim. Bu yüzden ismi Kripto Prens oldu. Bir diğer kişi de Binance dediğimiz uluslararası kripto sanat borsasını yaratan CZ’nin bir hacker gibi hoddie giymesi ve doğrudan kameraya bakması da alışık olduğumuz bir iş dünyası dergisinin kapaklarına benzemiyor. Ve tartışmalı olan bir konu da sıcak para ama sanal para. Bu sanal paralara kimlerin yatırım yaptığı, nasıl el değiştirdiği ve ileride paraların dijitalleşip dijitalleşmeyeceğine dair tartışmaları da beraberinde getirdi. Tüm dünyayı merkezine hızlı bir şekilde aldı. Dönemin tanıklığı olması açısından da CZ’nin Forbes dergisindeki kapağını seçtim. 2008’de yaptığım Hürriyet Gazetesi’nin ‘Ordu Yönetime El Koydu” kapağı gibi dönemin belgelenmesi. Bugün için olmasa bile ileride dönemin tanıklığı olabilecek imgeler bunlar. O açından onları seçtim.

Son olarak Star Wars: Royal Hunt (2023) başlıklı işiniz üzerinden 21. yüzyılın yapay zekâ teknolojisi ile 16. yüzyılın minyatür tekniğini sizde birleştirmeye yönlendiren ana faktör ve motivasyonun ne olduğunu sormak istiyorum. Bu iki farklı dünya, çağ, zihin Star Wars: Royal Hunt’ta (2023) nasıl iç içe geçti?

Bu sergide üç tane eserlerde Star Wars karakterleri konuk oyuncu olarak yer alıyor. Bir dakikalık videolardan Truva Savaşları: İmparatorun Dönüşü’nde Truva, 8-9 bin yıllık geçmişi olan mitolojik ve destansı bir metinden doğuyor. Star Wars’ta ise belli bir tarihi olmayan ama tarihte belli bir geçmişe doğru binlerce yıl geri giden, yandan da gelecekle ilgili olan bir savaşı görüyoruz. Bu iki şeyi bir araya getirdiğimizde de pek de farklı olmadığını görüyoruz. Örneğin Truva Savaşı’nın sembolü olan Truva atıyla Star Wars’taki AT-AT Walker isimli dev 4 ayaklı robotun ortak yönleri var. İkisi de içerisinde askerleri gizliyor. Gerektiğinde askerlerin dışarıya çıkması üzerine kurulmuş, planlanmış bir şey. İkisi de ilk kez bir araya geliyor. Sergide avlanma kavramı da ön plana çıkan bir konu. Sultan Selim’in Nil Nehrinde Timsah Avı isimli murakkada bir avlanma söz konusu. Truva Savaşı’nda da öyle. Birde sergideki halıda da bir tür insan avı yapan insansız silahlı drone araçların olması bütün bu kavramları birbirine bağlıyor. Tarihte ve popüler kültürde yapay zekâ aracılığıyla yapılan zamanlar arası bir yolculuk.

0
2275
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage