Betty Danon’ın izleyicisini içindeki absürt, büyülü, mitik tüm zaman ve mekân alternatiflerine kulak vermeye davet eden sergisi “Rainbowland” üzerine bir yazı.
İçinden geçtiğimiz bu zamanlarda sanırım üzerine en fazla düşündüğüm şeylerden biri şu oldu: Bir olayın gidişatını değiştirmek mümkün olsaydı ne olurdu? Burada kastettiğim, bir şeyin nedenlerine, ne içinlerine müdahale etmek ya da onları bükmek değil; daha çok, başka ihtimalleri görebilmek ve en başından itibaren yeni bir rota çizebilmek hasıl olur muydu? Değiştirmek değil de diğer ihtimalleri aynı anda deneyimlemek, görmek, hissetmek, dokunmak ve içlerinden geçmek... Her biriyle oynamak; ondan önce ya da sonra ne olduğunu bilerek. Gerçi, o bilgiye bir kez sahip olduktan sonra, nasıl tadını çıkarabilirdin ki?
Betty Danon’ın 9 - 26 Nisan 2025 tarihleri arasında Ankara’da, Galeri Nev’de ziyaretçileriyle buluşan “Rainbowland” sergisi, soluklanmak için bir vaha vazifesi gördü. Serginin bir tarih aralığına sığmayacak kadar etkisi büyük. Duyguların nereden sekeceğinin tarifini vermeden duyularla kurduğu güçlü bir iletişimi var.
1927’de İstanbul’da doğan, 2002’de Milano’da hayata veda eden Betty Danon tekrarın gücünden ve olası hatanın kaybından yararlanıyor. Çalışmalarını kavramsal sanatın parantezine almak mümkün olduğu gibi ilişkisel sanatın kodlarını da sanatçının işlerinde fazlasıyla görmek mümkün. Güneşli bir sabah, ardından bereketli bir yağmur, sünger gibi içine bükülen kaldırım üstü suyu, soluduğumuz, ferah öteki diyar, geri döndüğümüz yol, ritmini bildiğimiz adımlarımız, ardından gelen sakin hava, sonra yeniden yağmur, yükselen gökyüzü ve tepede belli belirsiz bir gökkuşağı. Bir yatay çizgi, bir dikey çizgi, bir yatay çizgi ve bir büyüktür işareti. - | - > Anlamsız gibi görünen bir karakter dizilimi. Biraz daha bakınca belki bir kuş. Başkası için göçmen. Bir başkası için yön bildiren bir ibare. Danon kelimelerle, karakterlerle, kısacası yan yana geldiğinde bir ifade hâlini alacak şeyin doğasıyla oynamayı seven bir sanatçı. Mevcudiyetin kendisini yeniden ele alıyor ve bir çeşit yapıbozuma uğratıyor. Derrida “différance” kavramıyla anlamın sürekli ertelendiğini ve hiçbir zaman tam olarak sabitlenemediğini savunmuştu. Wittgenstein ise dile dair sınırlarımızın dünyayı kavrama sınırımızla kesiştiğini söylemişti. Ondandır ki kendisinden yıllar sonra söylediği ve daha doğrusu söylemeye çalıştığı şey tartışmalara konu olmuş ve üzerine çeşitli sempozyumlar, oturumlar düzenlenmişti. Hala devam eden kıymetli sohbetler. Betty’nin dünyası, bu iki düşünürü bir parantezin başı ve sonu olarak konumlandıracak olsak tam ortasına denk düşüyor gibi. Bir kelime ya da söz öbeği ona isnat edilen bağlamından sıyrılırsa ne olur? Sanatçı bu fikirle işleri ve onlarla temas edecek ya da belki de hiç etmeyecek ziyaretçileri arasında bir temas kuruyor. Kaybettiği işlevinden ziyade kendini bağladığı yerin eşiğinden kurtulduğunu o durumda söylememiz mümkün olur mu?
Freedom is choosing your place on the rainbow, sanatçının işlerinden birisi bu. Sergide yer alan işlerin çoğunluğu Betty’nin depresyonda olan bir arkadaşı için ürettiği işlerden oluşuyor. Başladığı yerden gittiği yere kadar bir gökkuşağının sonsuz frekans aralığından faydalanıyor. Kimi sanatçılar için boya kimi sanatçılar için nesnenin kapladığı alan, kimileri için sözün kendisi o sonsuzluksa az evvel söylediğimin, bu şeyin değeri nedir? Betty’nin bilgisayar dilinin tekrarlardan oluşan sonsuzluğa -yani bir nevi dil mefhumuna-, katman olarak eklediği gökkuşağı dolaylı bir benzeşim kurmanın ötesine geçiyor. Sonsuz bir simgeler ve karakterler dünyası içinde mevcut gerilime içkin düşüncede kırılma yaratacak bir şeye ihtiyaç var. İmdada yetişen gökkuşağı figürü duyulduğu anda zihinde mutluluk, neşe, kederden uzak her şeyin mümkün olduğu bir aradalık çağrıştırıyor. Sanatçının dilde ve benzeşimde kurduğu tezatlık, olası bir dünyanın sınırına dair mekanik bir işlev kazandırıyor. Aşınan ama kazdıkça kazmak isteyeceğiniz mekanik bir uğraşı. Zihinde müthiş gerilim ve beklenmedik bir karşılaşma alanı yaratıyor. Bu gerilim, anlamı sabitlemektense onu açıyor ve çoğullaştırıyor. Gökkuşağı ise bir ferahlama mesafesi. O mesafenin bantlarından taşan kendine ait pulları olan, bir sürü kartpostal, bir sürü not, eskiz, unutmamak için değil unutmak için paraf atılan sayılar, kendine ait kocaman bir dünya yaratıyor işte sanatçı. Ve o dünyanın içinde ‘tutarsız’ ya da ‘kusurlu’ olan bir şeyler rahatça bir köşeye sığıyor. Sonsuzluk başa dönüyor. Ve kendine yeni baştan dolanıyor.
Danon’ın sanatçı olarak uzattığı bir el var. O eli tuttuğumuz anda sizi kendi dünyasına olanca hızıyla sokmaya muktedir. Geldiğiniz yeri unutturmak, bir gezintinin rüyasına sizi kaptırmak gibi bir niyeti yok. Kısacası yolculuğun içinde öğüt yok. Bir dünyanın içinde başka bir dünya bulmak gibi. Bir hayatı başka bir hayat ile bölmek. İçinden yeni bir parantez açmak. Sanatçının açtığı o parantezi neyle ya da nasıl dolduracağınız size kalmış. ( ) Ucu açık değil evet. Ama ne kadar esneyebileceğiniz meselesi askıda bekliyor. Yanlardan sıkıştığınız zaman bakacağınız yere dair örtük bir ipucu geliyor sanatçının deneyiminde. Simgelerle bu denli yoğun ilgilenmesi zihnimizin onlara ısrarla vermeye çalıştığı yer-yön algısının farkında olmasındandır. Bu makale sanatçıyla karşılaşmayan bir yazarın onun fenomenolojisini sabitleme endişesi taşıması ve onun hayaletiyle sohbet etmeye devam etmek istemesinden ötürü bir dizi soruyla bitecek. Karşıya değil yukarıya bakmanın formülü olur mu? Neşeyi geride kaldığı yerden çekip çıkarmak mümkün mü? Zamandan talep ettiğimiz şeyin karşılığı ne? İlişkiler geçmişe bağlıysa şimdi onlara akışkan bir form vermek mi?
Hareket ve yolculuk: Rainbowland
. . . ︵︵︵ . . →→→ ( ) ---· · · // // ……… { } ~~~
Noktalar adımları izliyor. Adımlar dalgalara ve zamana karışıyor. İnişler, çıkışlar ve varılması gereken bir yer var. Varmıyorum. Geçitlerde bolca bekliyorum. Engeller hep var. Konuşmak ise daha çok var. Sevgili Betty Danon’ın hayaletine. Sohbet için. Ve çokça sevgiyle.