Vuslat’ın bilgi ve hikâyenin kuşaktan kuşağa devredilen, dönüşerek varlığını sürdüren birer emanet olduğu fikrini odağına aldığı, yolculuğu Baksı Müzesi’nde başlayan Troya Müzesi’ne uzanan “Emanet” sergisi üzerine bir yazı.
Bir hikâye anlatıldığında, dinleyici yalnızca onu işitmekle kalmaz; aynı zamanda bir armağan alır. Armağan (The Gift) kitabının yazarı Fransız antropolog Marcel Mauss’un 20. yüzyılın başında ortaya koyduğu gibi, armağanlar yalnızca fiziksel nesneler değildir; aynı zamanda insanlar arasında görünmez bağlar kuran, toplumsal ilişkileri şekillendiren sembolik eylemlerdir. Bir armağan aldığınızda, onu veren kişiye karşı bir sorumluluk, bir karşılık verme yükümlülüğü üstlenirsiniz. Hikâyeler de böyledir; her anlatı, onu dinleyen kişiye anlatıcı olma sorumluluğunu devreder.
Vuslat’ın Troya Müzesi’nde açılan “Emanet/Troya” sergisi, bu döngüsel anlatı ve paylaşım biçimini hem içerik hem de biçim açısından sorguya açıyor. Sergi, iki farklı coğrafya ve zaman diliminden gelen iki temel metinden ilham alıyor: 12. yüzyılda İran'da yaşamış sufi şair Ferîdüddin Attar’ın kaleme aldığı Mantıku’t-Tayr ve M.Ö. 8. yüzyılda Antik Yunan'da şekillenen Homeros’un İlyada destanı. İlk bakışta birbirinden uzak gibi görünen bu metinler, sergi bağlamında ortak bir düşüncede birleşiyor: Bilgi ve hikâyenin, bireysel mülkiyete ait değil; kuşaktan kuşağa devredilen, dönüşerek varlığını sürdüren birer emanet olduğu fikri.
Ferîdüddin Attar, tasavvuf geleneğinin en önemli metinlerinden biri olan Mantıku't-Tayr'da, otuz kuşun rehberleri Hüthüt öncülüğünde padişah Simurg'u aramak için çıktıkları yolculuğu anlatır. Yedi vadiyi geçerler, türlü sınavlarla yüzleşirler ve sonunda fark ederler ki aradıkları Simurg, kendileridir. “Simurg” aynı zamanda Farsça'da “otuz kuş” anlamına gelir; yani arayış, dışsal değil, içsel bir keşiftir. Bu anlatı yalnızca İran sınırlarında kalmamış; sözlü gelenek yoluyla Anadolu'ya, Orta Asya'ya hatta Hindistan'a dek taşınmıştır. Homeros'un İlyada’sı da benzer şekilde sözlü bir anlatı olarak ortaya çıkmış, kör ozan Homeros tarafından ezberden ve çalgı eşliğinde aktarılmıştır. Zamanla Yunan kökenlerinden sıyrılıp Roma mitolojisine adapte edilmiş, Bizans kültürünün parçası hâline gelmiş ve dünya edebiyatının temel taşlarından biri olmuştur.
Mauss’un Armağan eserinde bahsettiği armağan verme döngüsü de hikâyelerin bu aktarımında devreye girer. Bir hikâyeyi dinlersiniz, onu belleğinizde taşırsınız ve zamanla başkasına anlatırsınız. Bu aktarım süreci, anlatıcıya göre tekrar tekrar şekillenir; yeni anlamlar eklenir, çağın ruhuna göre dönüşür. Hikâyelerin bu şekilde canlı kalması, kültürel mirasın yaşamasını ve büyümesini sağlar. Serginin en etkileyici yönlerinden biri de tam bu noktada ortaya çıkar: Farklı kültürlerin anlatılarını yan yana getirerek kurduğu diyalogla, hikâyelerin evrensel gücünü görünür kılar. Los Angeles'taki yangında yanmış odun parçalarını içeren Los Angeles Yangını (2025) adlı yerleştirmeye, farklı dillerden kelimelerin yankılandığı dört kanallı ses enstalasyonu Babil Kulesi (2025) eşlik eder. Bu buluşma anlatıların mekân ve zaman ötesinde nasıl birleşebileceğini, ortak bir insanlık hafızası yaratabileceğini gösterir.
Bu katmanlı yapıyı en somut şekilde görünür kılan eser, Vuslat & Pelda Aytaş'ın iş birliğiyle üretilen ve "emanet" kelimesinin farklı dillerdeki karşılıklarının yer aldığı Kucaklaşma (2024) adlı yün dokumadır. Arapça ve Farsça'da ortak kökten gelen amanah/amanat, "güvenmek, güvenli olmak, korkusuz olmak" anlamındaki "emn" mastarından gelir ve hem fiziksel emanet hem de güvenilirlik ve dürüstlük gibi ahlaki değerleri içerir. Türkçede ise bu anlam duygusal bir boyut kazanarak, sevilen birinden kalan hatıra ya da kutsal bir sorumluluk hissine dönüşür. İbranice emunah ise doğrudan "inanç" ve "güven" anlamına gelir. Her bir dilde "emanet" farklı bir duyarlılık barındırır; bu da kavramın evrensel olduğu kadar, her kültürde benzersiz anlamlar taşıdığının altını çizer.
Serginin dış mekâna uzanan kısmında, Kuşların Konferansı (2025) adlı ses yerleştirmesi yer alır. İlyada'da adı geçen farklı kuşların sesleri, ziyaretçiye bahçe boyunca eşlik eder. İlyada’da kuşlar yalnızca doğal varlıklar değil, aynı zamanda ilahi mesajların taşıyıcılarıdır. Homeros'un destanında kuş uçuş yönleri ve sesleri gelecekte olacakları müjdeler; savaşçıları destekler veya onlara saldırır. Serginin son bölümünde ise bir meşe ağacının altında, Vuslat'ın anneannesinden dinlediği bir Anadolu masalını kendi sesiyle aktardığı Küçük Serçe Masalı (2023) ziyaretçiyi karşılar. Meddah geleneğinin çağdaş bir uzantısı gibi işleyen eser, sözlü kültürün bir emanet gibi nasıl devredildiğini gösterir.
Antropolog Claude Lévi-Strauss'ın Mythologiques kitabında belirttiği gibi, kuşlar yaşam/ölüm, doğa/kültür, insan/tanrısal gibi kavramsal karşıtlıkları çözmede aracılık eden bilişsel araçlardır ve bu sebeple mitolojide insanların temsilcileridir. Onların sesleri, kültürel kodlardan bağımsız evrensel bir hikâye anlatıcılığı sunarken, aynı zamanda her kültürün kendi anlatılarında farklı bir boyut kazanır. Sergideki her eser, hikâyelerin çevresel ve kültürel yolculuğunu vurgularken, binlerce yıl boyunca farklı şekillerde tezahür eden görünmez anlatım zincirine yeni bir halka ekler.
Bu sergide hikâyeleri deneyimlemenin ötesinde, onları koruma ve aktarma sorumluluğumuzu hatırlarız. Her anlatı, izleyiciye onu yaşatma görevini yükler. Bu görev yalnızca anlatmakla sınırlı değildir; hikâyelerin değerini kavramak, onları aktaracak alanlar yaratmak, gelecek kuşaklara anlatı kültürünün önemini anlatmak da bu sorumluluğun parçasıdır. “Emanet/Troya” sergisi, nihayetinde bize şunu hatırlatır: Aradığımız hikâye, bizatihi kendimiziz. Anlatıları koruyup paylaştığımızda, aslında kendi varlığımızı da sürdürüyoruz. Çünkü tarihimiz, anlatılar üzerine kuruludur ve ancak onlar paylaşıldıkça yaşamaya devam eder. İnsanlığın en kadim ve en değerli geleneği de budur zaten.
Vuslat’ın “Emanet/Troya” başlıklı sergisini 25 Temmuz tarihine kadar Troya Müzesi’nde ziyaret edebilirsiniz.