Çağdaş sanatın var olmadan önce görünür olma isteğine, piyasanın artık sanat eserinin konusu hâline gelmesine, sanatın kendisinden geriye ne kaldığına Jeff Koons, Damien Hirst, Takashi Murakami, Maurizio Cattelan gibi sanatçılar üzerinden eleştirel bir bakış.
Bir zamanlar sanat eserleri dünyaya karşı direnirdi: Gürültüye karşı sessizlik, hıza karşı yavaş bakış, akışa karşı madde. Günümüzde ise, sanat daha var olmadan önce görünür hâle geliyor. Sanat piyasasının büyük tiyatrosunda, bazı çağdaş sanatçılar bu tersine çevrilişi kusursuz biçimde sahnelemeyi başardı. Jeff Koons, Damien Hirst, Takashi Murakami, Maurizio Cattelan… Eserleri müzayedelerde ya da lüks markaların vitrinlerinde birer ödül gibi parlıyor. Fakat bu parlaklık gerçekte neyi anlatıyor? Her şeyin gösteriye dönüştüğü bu çağda, sanatın kendisinden ne kaldı?
Bu sanatçılar artık yalnızca yaratıcı değil; birer marka, stratejist, illüzyon ustası. Eserlerinin üretimini birer şirket yöneticisi gibi planlıyor, işleri devrediyor, dış kaynak kullanıyor, otomasyona başvuruyorlar. El ortadan kalkıyor, jest bir kavrama, kavram bir ürüne dönüşüyor. Bu yalnızca sanat değil: Bu, arzunun mühendisliğidir.
Jeff Koons hiçbir şeyi saklamaz; çalışmaz, gözetler. Heykel yapmaz, tasarlar. Ve onun “dahiliği” olarak sunulan şey, aslında görsel tanınırlığın gücüdür: Balondan köpek heykelleri ilk bakışta tanınır, herkesin erişimine açıktır, ilk görüşte çarpıcıdır — Instagram’da bir fotoğraf için idealdir, minyatürü, çantası, posteri vardır. Damien Hirst ise vitrinleri haplarla, kelebeklerle, elmaslarla doldurur: Ölüm kaygısı burada dekoratif bir fetişe dönüşür. Takashi Murakami ise manga ile Warhol’u birleştirerek şekerleme tadında bir pop imparatorluğu kurmuştur. Hepsi, kendi yöntemleriyle, şunu kavramıştır: Bir sanat eseri, herhangi bir anlam taşımadan önce önce kendini satabilmelidir.
Geleneksel Bir Ticaretten Yeni Bir Giysiye
Sanat ile iktidar, eser ile sipariş arasındaki ittifak Jeff Koons’la başlamadı. Mediciler’in fresklerinden Bourbon krallarının pohpohlayıcı portrelerine kadar sanat her zaman güçlülerin arzularıyla ve piyasanın gerekleriyle uzlaşmayı bilmiştir. Rubens ücretlerini bir diplomat titizliğiyle pazarlardı; Bernini, barok Roma’yı papalığın hizmetinde bir sahne yönetmeni gibi inşa etti; hatta yalnız dâhi olarak anılan Rembrandt bile bazen müşterilerini memnun etmekte zorlanıyordu. Sanatçı, uzun zaman boyunca yalnız bir yaratıcı değil, çağının zevklerine ve sosyal oyun kurallarına hâkim bir profesyoneldi.
Günümüzü farklı kılan şey, sanatın ticarileşmesi değil — bu çok eski bir durumdur — asıl fark, piyasanın artık sanat eserinin konusu hâline gelmesidir. Eskiden ticaret, sanatın dışsal bir koşuluydu; bugünse onun malzemesi, motoru, hatta içeriği hâline geldi. Koons cilalı çelikten dev bir balon heykeli diktiğinde, yalnızca beğenilmek için yapmaz; lüksün kodlarını birebir yeniden üretir, onları abartır, sanat kisvesi altında anında nakde çevrilebilir bir biçime sokar. Velázquez iktidarla oynarken, Koons satın alma gücüyle oynar.
Hâmiden Piyasaya: Yeni Prensler, Yeni Saraylar
Bir zamanlar sanatçı, bir papa, bir kral ya da görkemli bir cumhuriyet için çalışırdı. Günümüzde ise muhatabı, dağınık bir oligarşidir: Milyarder koleksiyonerler, büyük galeriler, müzayede evleri, özel vakıflar, lüks markalar. Bir Medici’nin beğenisinin yerini algoritmaların hesapları, görsellerin viral etkisi aldı. Ve bu tahtsız yeni sarayda, en görünür sanatçılar yalnızca resim ya da heykel yapmayı değil, paraya çevrilebilecek, çoğaltılabilir ve tanınabilir bir evren kurmayı en iyi bilenlerdir.
Sanat ticaretini icat etmediler; onu öyle derinlemesine içselleştirdiler ki, pratiğin özü hâline geldi. Jeff Koons, kitsch’i elit bir fetişe dönüştürdü: Doğum günü süslemelerini andıran dev balon heykelleri külçe gibi parlar, yat gibi satılır. Damien Hirst, ölüm korkusunu parçalayıp ticarileştirir: Formol, elmas, iskelet — hepsi lüks ürünlere dönüştürülmüştür. Takashi Murakami ise tekrar estetiğini daha da ileriye taşır: Gülen çiçekler, kawaii figürler, Louis Vuitton iş birliği — küresel bir kültürün Warhol’u gibidir.
Bu sanatçılar piyasadan kaçmaz; kimi zaman tatlı bir ironiyle kimi zaman açıkça onunla alay eder ama aynı zamanda onun içinde serpilirler. Nadide olmayı, görünür olmayı, hikâye yaratmayı çok iyi bilirler — ve bu kodları ustaca kullanırlar. Koons “zevkin demokratikleşmesi”nden bahseder ama eserleri yalnızca ayrıcalıklı devrelerde dolaşır. Hirst, izleyiciyi insan kırılganlığıyla yüzleştirmek istediğini söyler, fakat eserlerini finansal varlıklar gibi pazarlar. Murakami, marka estetiğiyle boşluğu renkli bir neşeyle süsler.
Piyasanın Göremediği Şey
Sanatta hesaplamaya, ölçüye, değere sığmayan bir şey vardır — ya da en azından olmalıdır: Bir yavaşlık, bir kırılganlık, bir ürperti. Gerçek bir eser, izleyeni hemen baştan çıkarmaz; direnir, bekler. Parlak ve pürüzsüz bir ayna değil, belleğin takıldığı, bakışın sendelediği pürüzlü bir yüzeydir. Piyasa-sanatı işte tam da bunu siler: Bulanıklığı, kuşkuyu, sessizliği.
Koons ya da Murakami’nin eserlerinde her şey oradadır, hem de anında görünür. Artık sır yoktur, geri çekilme yoktur, fısıltı yoktur. Eser bir yüzeye, bir gösteriye, bir sinyale dönüşür. İzleyicinin içine girmesini talep etmez — doğrudan gözünü alır. Ve parladıkça boşalır. Cattelan ya da Hirst’teki provokasyon bile artık tehlikeli değildir: Öngörülebilir, fiyatlandırılmış, neredeyse eğlencelidir. Skandal artık dişsizdir; pazarlanabilir bir yan ürün olmuştur.
Dönüşen yalnızca eser değil, bakışın kendisidir. Artık bir esere gizem aramak, bir çatlak keşfetmek, içsel bir yara bulmak için yaklaşmıyoruz. Şaşırmak, eğlenmek, onaylanmak istiyoruz — ve hızlıca. Sanat hızlı bir deneyime, toplumsal bir etkinliğe, paylaşılası bir görüntüye dönüşüyor. Ve bu hızlandırılmış estetik tüketim içinde yavaş formlar, sessiz eserler, isimsiz sanatçılar ortadan kayboluyor.
Sanatçı Olarak Marka
Eskiden bir sanatçının imzası tablonun alt köşesine atılırdı. Bugünse, eser daha ortaya çıkmadan önce imza oradadır. İsim bir logoya, bir arma, bir güven damgasına dönüşmüştür. Artık bir jesti, bir üslubu ya da bir arayışı değil — bir değeri temsil eder. Jeff Koons, Damien Hirst, Murakami ya da Cattelan yalnızca sanatçı değildir artık; ticari varlıklardır, kendi kendini çoğaltan sistemlerdir. İsimleri görünürlük sözü, kârlılık garantisi, projeden önce satılabilir bir ürün hâline gelmiştir.
Bu dönüşüm yeni değil ama hız kazanmıştır. Warhol bu değişimi kendi zamanında sezinlemişti. Onun mirasçılarıysa bu sezgiyi tükenme noktasına kadar zorladılar: Koons lüks reklamlar gibi parlayan yüzeylerle, Murakami kodlarla dolu pop imparatorluğuyla, Hirst ise kurgusal eczaneler ve ölüm laboratuvarlarıyla.
Her birinin bir tarzı vardır, elbette — ama asıl olan görsel bir kimliktir, bir marka bütünlüğüdür. Atölyeleri artık birer sanat mekânı değil, üretim tesisidir. Eserler bir ürün yelpazesi gibi planlanır. Bazı parçalar seri hâlinde üretilir, numaralanır, geliştirilir — lüks saatler gibi. Sanatçı artık yalnız bir yaratıcı değil; bir pazarlama şefi, postmodern bir yaratım direktörüdür.
Fiyatlandırılmış Skandal
Bir zamanlar sanatta skandal gerçek bir kopuştan doğardı. Bugünse genellikle önceden planlanır, kurgulanır, iş modelinin parçası hâline getirilir. Maurizio Cattelan bir muza bant yapıştırdı. “Comedian” adlı bu “eser” 120.000 dolara satıldı. Damien Hirst ise ölümü parçalayıp klinik vitrinlerde sergiliyor. Artık hiçbir şey tabu değil — yeter ki iyi ışıklandırılmış olsun. Skandal burada ahlaki değil ekonomiktir. Ahlaksızlık eserde değil, işlemde gizlidir.
Bu sanatçıların provokasyonları dışlayıcı değil; aksine, birleştiricidir. Hiçbir şeyi ifşa etmezler; sistemin zekâsını teyit ederler. Böylece skandal bir aksesuar, basın dosyasına eklenmiş bir satır hâline gelir. Hiçbir şeyi değiştirmez, kimseyi rahatsız etmez — sadece satış yapar.
Eser Bahane, Olay Asıl Mesele
Bu sistemde başarılı bir eser, artık hafızada değil, gündemde var olan bir eserdir. Ona bakılmaz, fotoğrafı çekilir. Üzerine düşünülmez, paylaşılır. Başarı, bir bakışın yoğunluğu ya da bir sessizliğin süresiyle değil, kalabalığın yoğunluğuyla, söylentinin gücüyle, yayılma hızıyla ölçülür. Eser, bir hikâyenin içeriği değil, geçici bir anlatının dekoru hâline gelir. Akışın içinde başka imgelerle yarışan bir duraklama noktasıdır yalnızca.
Demokratikleşme İllüzyonu
Sanatı erişilebilir kıldıklarını söylüyorlar. Ama bu parlak yüzeylerin ardında radikal biçimde dışlayıcı bir sistem gizlidir. Erişim yalnızca görsel düzeydedir, asla ekonomik değil. Bu, halk için üretilmiş bir sanat değildir — halk sanatını taklit eden, sonra onu kutsal fiyatlarla yeniden satan bir sistemdir. Görmek serbesttir, ama sahip olmak yalnızca ayrıcalıklılara tanınmıştır.
Sanattan Ne Kaldı?
Piyasa, eleştiriyi, ironiyi, skandalı yuttu. Her şeyi geri dönüştürüyor, sindiriyor, hatta direniş fikrini bile satılabilir kılıyor. Ona sızamayan hiçbir şey kalmamış gibi görünüyor — belki de sadece, görünmeyi, satılmayı, tekrar edilmeyi reddeden şeyler hariç.
Spot ışıklarının uzağında hâlâ yavaş formlar, logosuz sanatçılar, dünyanın yükünü değiştirmek istemeyen ama onu başka türlü yaşamak isteyen küçük jestler var. Kenarda karalanmış bir defter. Ziyaretçisiz bir salona asılmış bir tablo. Kimseye yazılmış bir şiir.
Belki sanat hâlâ orada yaşıyordur: Kaçan, dolaşmayan, akışa direnen şeyde. Görüntüde değil, deneyimde. Görünürlükte değil, yoğunlukta. Çarpıcı bir vaat değil, kırılgan, sessiz, yeri doldurulamaz bir bağ kurma imkânı.
Ve belki bugün gerçek sanat, dikkat çekmeye çalışan değil — bekleyen sanattır.
Kaynakça
1. Sanat Piyasası Üzerine Eleştirel Kuramlar
• Raymonde Moulin, Sanat Piyasası: Küreselleşme ve Yeni Teknolojiler, Flammarion, 2009.
• Nathalie Heinich, Çağdaş Sanat Paradigması: Bir Sanat Devriminin Yapısı, Gallimard, 2014.
• Don Thompson, Çağdaş Sanat Piyasası: Akıldışılığın Perde Arkası, Denoël, 2008.
• Alain Quemin, Çağdaş Sanatın Yıldızları: Görsel Sanatlarda Tanınırlık ve Meşruiyet, CNRS Éditions, 2013.
2. Sanatçılar ve Marka Mantığı
• Jeff Koons, Jeff Koons: Bir Retrospektif, Whitney Museum of American Art / Yale University Press, 2014.
• Damien Hirst, Hayatımın Geri Kalanını Her Yerde, Herkesle, Birebir, Daima, Şimdi Geçirmek İstiyorum, Booth-Clibborn Editions, 1997.
• Takashi Murakami, Superflat, The Museum of Contemporary Art, Los Angeles, 2001.
• Francesco Bonami (ed.), Maurizio Cattelan: All, Guggenheim Museum, 2011.
3. Estetik, Kuram ve Kültürel Eleştiri
• Yves Michaud, Gaz Halindeki Sanat, Stock, 2003.
• Jean Baudrillard, Sanat Komplosu, Sens & Tonka, 1996.
• Boris Groys, Yenilik Üzerine: Estetik Bir Politika Denemesi, Lignes, 2013.
• Walter Benjamin, Teknik Olarak Yeniden Üretilebilen Sanat Yapıtı, Gallimard, 2008.
• Arthur Danto, Sanatın Sonrasındaki, Seuil, 1996.