Müphem Tiyatro’nun Cem Burçin Bengisu’nun rejisiyle sahneye koyduğu, Harold Pinter’ın kültleşen oyunu Küller Küllere üzerine bir yazı.
Harold Pinter’ın zamanlar üstü oyunu Küller Küllere, üç sezondur genç tiyatro topluluğu Müphem Tiyatro tarafından sahneleniyor. Farklı mekânlarda sergilendikten sonra nihai sahnesini Postane’de bulan oyun, Cem Burçin Bengisu’nun rejisiyle izleyiciyle buluşuyor.
Soykırım, ayrımcılık ve tahakküm gibi ağır temaları, iki sevgili arasında geçen doğrusal olmayan diyaloglar aracılığıyla ele alan Küller Küllere, gerçek ile düşsel olanı ustalıkla iç içe geçirerek izleyiciyi sürekli uyanık tutuyor. Bengisu’nun rejisi, insanlık tarihi boyunca yaşanmış soykırımları anımsatarak, çağdaş hiyerarşik ilişkilere yönelik melankolik bir perspektif sunuyor.
Anlatısal Belirsizlikler ve Kimliksizleşme
Pinter’ın metninin, anında hazmedilmesi kolay bir metin olmadığını söylemek mümkün. Seyircinin baştan sona kadar dikkatini diri tutması, her sözü ve sessizliği takip etmesi gerekiyor. Oyun, bir kadının sevgilisi, kocası ya da belki de katiline, bir katil tarafından öldürülmeye teşebbüs edildiğini anlatması üzerine kurulu. Adam, kadını anlamaya çalışırken kendi öfkesiyle baş edemez ve kadına psikolojik ve fiziksel tahakküm kurmaya yeltenir.
Kadın ise sessizliğiyle, meydan okuyan tavrıyla ve duygusal geçişlere alan açan doğrusal olmayan anılarıyla bu tahakküme direnir. Oyun boyunca gerçek ve kurgu, hatırlama ve inkâr arasındaki sınırlar muğlaklaşır. Karakterlerin kim olduğu kadar, kimin hakikati söylediği de sorunsallaşır. Küller Küllere’nin oyuncularından İnanç Bükülen, 9 Temmuz tarihindeki söyleşisinde ifade ettiği üzere: “Bu karakterler aslında yok. Erkek de yok. Kadın da yok.” Bükülen’e hak vermemek elde değil. Zira özgün metinde karakterlere Rebecca ve Devlin isimleri verilmiş. Ancak Bengisu, kreatif özgürlüğünü kullanarak karakterlere isim vermeden oyunu yönetmeyi tercih etmiş. Bir anlamda toplum içerisinde vücut bulan tahakküm sistemleri içerisinde bireylerin kimliksizleşmesi olarak da okunabilir.
Sartreyen Perspektiften Küller Küllere
Bengisu’nun oyunu yorumlaması Jean-Paul Sartre’ın düşünce yapısını da hatırlatmakta. Özellikle Dilek Güler ve İnanç Bükülen’in bakışlarıyla oynamaları, Sartre’nın “öteki’nin bakışı” ve tahakküm ilişkilerini düşündürtmekte. Zira Bükülen’in oynadığı adam, Güler’in oynadığı kadını sürekli kontrol altına almaya çalışıp anlama kisvesi içerisinde onu “nesne”leştirmeye çalışır. Kadın ise adama meydan okuyarak sürekli bir kaçış hâlindedir. Düz çizgisel olmayan ve histerik anlatılarıyla adamın çabasını boşa çıkarır. Ayrıca Sartreyen düşüncede insan kendi varlığının sorumluluğunu taşımaktadır. İnsan neyse o değildir. İnsan ne olacaksa odur. Kadın, oyun boyunca kendi travmatik süreçlerini tekrardan inşa eder. Onları yeniden anlamlandırır. Bu eylem, Sartre’a göre bir varoluşsal özgürlük pratiğidir. Travmayı geçmişten gelen bir özden ziyade, onu nasıl kurduğumuz, nasıl anlamlandırdığımızdır aslolan.
Ayrıca, Sartre’a göre kötü niyet (mauvaise foi) kişinin kendi özgürlüğünden kaçıp bahaneye sığınmasıdır. Adam da gerçeklerle yüzleşmek yerine, büyük ayak hareketleri, büyük vücut hareketleri ve futbol analojileriyle kadının gerçekliğini bastırmaya çalışır. Tanrının yokluğu, çamura batması sonucunda gelen sessizlikle yüzleşemez. Zira oyunun ve rejinin güçlü kısımlarından biri sessizliğin etkili bir şekilde kullanılması. Güler ve Bükülen arasında motif hâline gelen sessizlik, seyirciyi rahatsız ederek vahşetin sessizliği, hiçlikler üzerinden inşa edilmiş. Dilek Güler ve İnanç Bükülen, kadın - erkek arasındaki tahakküm ilişkilerini beden hareketleri, sessizlik ve oyunculuk bağlamındaki kontrastlarla başarıyla yansıtabiliyorlar. İnanç Bükülen, kadın üzerinde kuramadığı tahakkümü oyunun sonunda büyük bir melankoliyle sessiz oyunculuğuyla yansıtabiliyor. Dilek Güler ise kadınların, azınlıkların maruz kaldıkları travmalara inat çığlıklar, histeri ve sessizliklerle sahneyi dolduruyor.
Metnin kimliksizlikle yoğrulan yapısı ve Sartreyen düşüncenin oyuna sinen izleri, sahnelemenin görsel ve duygusal katmanlarını da doğrudan şekillendiriyor. Bu felsefi ve dramaturjik yoğunluk, aynı zamanda ışık tasarımı, barkovizyon kullanımı ve sahneye sirayet eden melankolik atmosferle de efektif hâle geliyor. Bengisu’nun rejisi, bu unsurları düşünsel altyapıyı destekleyecek şekilde kurarken, seyircinin duygusal belleğine de seslenen bir dünya inşa ediyor.
Melankolinin Estetiği: Işık, Görüntü ve Sessizlik
Oyuna sinen melankoli ışık yönetimi, sahne tasarımı ve sessizliklerin kullanımında da kendini gösteriyor. Murat Kural, karakterlerin duygu geçişleri, vahşet, sessizlik ve travmayı yansıtacak şekilde ışık tasarımını biçimlendirmiş. İnanç Bükülen’in oyun boyunca ışık topuyla oynaması, ışığın yanmaması da erkeğin kendi içindeki kıvılcımın yoksunluğu ve insanlık tarihi boyunca yaşanan vahşet, soykırım üzerindeki umut ışığının kesintisini simgelemekte. Ancak Dilek Güler’in kucağında ışık sürekli yanar hâle gelmekte. Zira, ışık ezilenler ve mağdurlar içerisinde yanmaktadır. Direniş, çığlıklar, umut üzerinden inşa edilmekte ancak umut sessizlikle ifade edilir.
Oyunda barkovizyonun kullanılışı da karakterlerin bilinç akışını simgeleyecek şekilde ve karakterlerin ruh dünyasının karmaşasını destekleyecek şekilde kullanılmış. Ali Portakal görüntü yönetmenliğinde çekilen videolar, oyun içerisinde yabancılaştırma efekti olarak seyirciyi soykırımın, ayrımcılığın, şiddetin melankolisine davet ediyor. Nihayetinde bütünlüklü olarak susturulan soykırım, vahşet, çığlıklar biçim ve içerikte de melankolik bir boyuttan kendini yansıtmakta.
Küller Küllere, önümüzdeki günlerde Postane’de oynanmaya devam edecek. Soyut ve ağır metnine rağmen oyunculuk, reji, sahne tasarımı, ses ve ışık yönetimi sayesinde ayrımcılık, soykırım konularını melankolik bir perspektiften ve Sartre’ın düşünceleriyle yoğrulmuş şekilde ele alan bir yapım.
Küller Küllere’yi 13 Ağustos’ta Postane’de izleyebilirsiniz. Biletlere bu linkten ulaşabilirsiniz.