20 HAZİRAN, PAZARTESİ, 2022

Aidiyetin Peşinde Bir Sistem Kırıcı: "N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali"

Tiyatro sezonunun öne çıkan yapımlarından Tiyatro Hemhâl'in yeni oyunu N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali hikâyesi, dili ve Hakan Emre Ünal'ın performansıyla izleyiciye -kendi deyimiyle- "seratomim" salgılatıyor. Oyunun yazarları Hakan Emre Ünal, Alis Çalışkan ve yönetmenleri Ayşe Draz, Nezaket Erden ile oyunun ortaya çıkış süreci, Yusuf Umut'un temsil ettikleri, günümüz tiyatrosu, Tiyatro Hemhâl ve gelecek projeleri üzerine uzunca sohbet ettik.

Aidiyetin Peşinde Bir Sistem Kırıcı:

Tiyatro Hemhâl bu sezon Sevgili Arsız Ölüm: Dirmit ve Tırnak İçinde Hizmetçiler oyunlarının yanına yine çok konuşulan bir oyun ekledi: N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali. Hakan Emre Ünal’ın fikriyle yola çıkılan kolektif bir çalışmanın ürünü olan oyun, kurallara karşı gelen, sınırları aşan, tekinsiz ama bir o kadar da sevimli, ürettiği diliyle, kurduğu evrenle özgün bir karakter sunuyor. Oyun, Hakan Emre Ünal’ın performansıyla izleyiciyle buluşuyor ancak bu tek kişilik oyunun ardı oldukça kalabalık. Hakan Emre Ünal ile Alis Çalışkan yazar olarak, Ayşe Draz ile Nezaket Erden ise yönetmen olarak oyunun yaratıcıları. Yolda şekillenen, herkesin hayatına “arsızca” sızcan Yusuf Umut’u yaratıcılarıyla konuştuk.

N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali İki yönetmenli, iki yazarlı kalabalık bir tek kişilik oyun. Nasıl ortaya çıktı bu hikâye?

Hakan Emre Ünal: Bu fikir 4-5 yıl kadar öncesinde vardı ama o zaman birkaç farklı oyunda oynuyordum ya da cesaret edemiyordum herhalde, fikir olarak kalmıştı. Tırnak İçinde Hizmetçiler’den sonra Nezaket’le kendi aramızda bu oyunu çıkartmayı denedik. Ayşe “Bu dönem yapmasak, kalabalık bir şey denesek daha iyi olur” demişti.

Ayşe Draz: 2017 sonu 2018 başı Tırnak İçinde Hizmetçiler’e çalışmaya başlarken Emre’nin bu hayali vardı ama dedik ki bu dursun kenarda bir gün çıkacak ama bugün değil.

Hakan Emre Ünal: O zaman olmamıştı işte. Sonra Tırnak İçinde Hizmetçiler çıktı, araya beş kişiyle çalıştığımız Berci Kristin’in Çöp Masalları girdi. Ona da 5-6 ay çalıştık sonra pandemi olunca oyuncuların hepsi bir yerlere dağıldı, biz zaten 7-8 ay hiçbir şey yapamayız diye düşündük. Pandeminin biraz hafiflemesiyle beraber tekrar bu fikir benim gündemime geldi. İlk başta Ayşe ve Nezaket’e kısa kısa bahsettim. Resmiyete ise Alis’e teklif etmemle geçti. Alis’e de “Benim böyle bir fikrim var, tek başıma yazmaktan da korkuyorum çünkü konsantre olamamak gibi endişelerim var.” dedim. Onun da kalemine güveniyorum, Herkes Kocama Benziyor’da beraber çalıştık. O metin geldiği zaman -ki kısa metindi Herkes Kocama Benziyor- Alis’e “Metni değiştirmeye, dönüştürmeye açıksan çalışalım” demiştim. O da açık olunca çok güzel bir iş ortaya çıktı. Oradaki deneyimden sonra dedik ki bu metni ortak bir yazarla çalışacaksak o Alis olsun. Alis de kabul edince oyunun 6-7 aylık süreci başladı.

​Ben fikrimi açıkladım, o bir şeyler yazmayı denedi; ben ses kaydı attım, o bir şeyler denedi. Onun yazdığı şeylerin üzerine ben bir şeyler yazdım. Sonra bir dönem hiçbir şey yazamadım diye üzülürken bir gün bir giriş yazdım, Alis’e ve Ayşe ile Nezaket’e okudum. İlk başta çok tutulmadı ama ben o girişe çok güveniyordum. Benim için hem seyirciyi hem karakteri karşılama ve tanıma konusunda önemliydi. Sonra benim bir askerlik anısı bölümüm vardı, Alis’in gerçeklik payı olan bir ev krokisi fikri vardı. O evden yola çıkarak Alis bir şeyler yazdı derken parça parça, içinde ayrı tek kişilik oyunlar olabilecek potansiyele sahip 7-8 tane episode’u olan bir oyun çıktı.

Üzerine düşünülmüş yoğun bir metin, bunun sahneye taşınması nasıl bir yolculuktu? Yazarların tercihleri, yönetmenlerin tercihleri sahnede neler oldu?

Ayşe Draz: Aslında organik bir süreç gelişiyor. Oyuncunun sahne ve metin üstündeki doğaçlamalarına Alis de müdahil olup ortaya çıkan doğaçlama malzemeleri alıp tekrar metnin doğru yerlerine yerleştiriyordu. Bu süreçte klasik, geleneksel anlamda bir yönetmenlikten bahsetmek çok zor. Emre’nin kendisi de sık sık o doğaçlamalardan ve karakterden çıkıp bizimle masa başına geçiyor, Alis’in getirdiği metnin ve mevcut episode’ların üstüne doğaçladıklarını kendi içinde tutarlı hâle getirmeye, bütün oyunu baştan sona tutacak bazı izlekleri belirlemeye çalışıyordu. O anlamda herkesin dahil olduğu, geleneksel süreçten farklı çok daha kolektif bir süreç oldu oldu.

Hakan Emre Ünal: Aslında yönetmenler metni de yazarı da yönettiler. Yazar, yönetmen, oyuncu hepimizin birbirimizi yönettiği, bazen benim kendimi yönettiğim enteresan bir süreç oldu. Ama son kararı veren iki kişi Ayşe ve Nezaket’ti; çünkü kolektif çalışmalarda bir yerden sonra herkesin fikri ayrışılabiliyor, özellikle çalışmanın son döneminde. Gerçekten her bölüm çok uzun ve detaylı çalışıldı. Doğaçlama konusunu da açayım: Karakter belli, nasıl bir karakter olduğuna çalıştık, sonra karakter de dönüştü ama çıkış noktası çok belliydi. Metnin nerede başlayıp nerede biteceği belirsiz olmasına rağmen geçeceği dünya belirliydi. O dünya belirli, karakter belirli olunca doğaçlamak aslında tam doğaçlama olmuyor. Sende daha var olduğunu bilmediğin belli şeyler çıkıyor. Aslında sahne üstünde olmak ve o karakterin hâliyle bulunma hâli bazı kelimeler ortaya çıkartıyor.

Ayşe Draz: Dilini üretiyor oluyorsun. Doğaçlayarak de deniyorsun, senin kafanda imgesi, hayali var.

Hakan Emre Ünal: Sağlam bir tartışma, konuşma, dramaturji sürecinden sonra hadi şimdi çık bir şeyler anlat bakalım Yusuf Umut, gibi bir şey değil. Doğaçlama dediğin şeyin ucu açık.

Ayşe Draz: En başından oyuncunun sahne üzerinde seyirciyi konumlandırdığı yer,  seyirciyle kuracağı ilişkinin biçimi belliydi. Doğaçlamanın ucu açık olmuyor zaten. Emre karakter olarak her seferinde belli durumların içine giriyor ama doğru dilini oturtmak için bazı kısımlar en nihayetinde atılıyor, bir kısmı tutulduktan sonra da o dili metnin diğer taraflarına yayıyorduk.

Nezaket Erden: Aslında hem zevkli bir çalışma hem de yorucuydu. Bir süre sonra o metnin içine o kadar girdik ki, hepimiz karakteri de çok sevdik. Onun için de bu çıksın, bu kalsın, buna gerek yok yapmak zor oldu bazen. Onu en rahat Ayşe yapıyordu :).

Ayşe Draz: Başta vazgeçmek konusunda hepimiz zorlandık.

Nezaket Erden: Elimizde çok malzeme vardı. Alis’in getirdiği bir malzeme vardı, Emre’nin öyle, üstüne bizim fikirlerimiz vardı. Atılan yerlerden de yeni bir oyun yapılır.

Alis Çalışkan: İki yazar olarak, Emre de ben de ilk kez çalıştık, farklı bir deneyimdi. Sonuçta Emre hem yazıyor hem oynuyor fakat sahneye çıktığında doğaçlamalarıyla sahnede bulduklarıyla metne bir şeyler ekleniyor. Karakter zaten Emre’nin fikriydi, bunun üzerinden gelişti ama bütün bu üretim süreci boyunca Emre’nin sahnede buldukları benim yazdığım metne ve dilime yansıdı. O ortak dili bulduktan sonra zaten akmaya başladı her şey.

Hakan Emre Ünal: Alis’in bana kızdığı, tartıştığımız olmuştur.

Alis Çalışkan: Ama faydalı tartışmalar.

Ayşe Draz: Bu da çok doğal. En zoru Emre açısından oldu çünkü hem yazıyor hem oynuyordu; o dünyanın o kadar içindeydi ki bazen onun dışına çıkabilmesi kolay olmadı.

©Tara Demircioğlu

Aslında bu ortak çalışma konusunu konuşuyorken şunu sormak isterim. Birbirinizle daha önce farklı projelerde çalıştınız. Birbirinizi tanımanız, iş yapış şeklinizi bilmeniz size yeni bir oyun ortaya çıkartırken nasıl yardımcı oldu? Ortaya çıkan işe ne şekilde yansıdı?

Ayşe Draz: Zorlukları oldu ama daha önceki çalışmalarımızda da test edilmişti, birbirimizi daha iyi tanıyoruz çalışırken. Bir yandan Emre ile Nezaket’in de karı koca olma durumu var, onlar 24 saat ortak bir dünyanın içindeler. Alis ve ben de dışardan bakabildiğimiz için özellikle bizi daha çok dahil etmeye çalıştılar. Bizim ekipte sevdiğim şey farklı yönlerden bakabiliyoruz ama bunu defansa geçerek bir inatlaşma ya da saldırı olarak almak yerine birbirini tamamlayacak bir unsur olarak doğru yerlere ve doğru şekilde oturtmaya çalışıyoruz. Bunun temelinde yatan müthiş bir güven var.

Hakan Emre Ünal: Birbirimizi tanıdığımız için sonuçta kuvvetli bir işin ortaya çıkacağını biliyorsun. Şunu diyebilirim, Nezaket de Ayşe de Alis de her biri ayrı ayrı önemli, biri eksik olsa bu oyun olmazdı diye düşünüyorum. Olmazsa olmazlardı diyebileceğim bir ekip.

Yusuf Umut’u konuşalım o zaman.  Güzelin, özgürlüğün, huzurun peşinde bir karakter. Buna erişmek için her türlü yolu deniyor. Siz Yusuf Umut’u nasıl anlatırsınız? Nasıl bir şey “aradığı ortam”? Yusuf Umut karakter olarak neleri temsil ediyor?

Ayşe Draz: Gelirken biraz düşündüm, Yusuf Umut kimdir, nasıl bir karakterdir, diye. Yusuf Umut bir yandan çok sevilesi ve hatta takdir edilesi bir karakter çünkü hayatın içinde hepimize dayatılan lüzumsuz otoriteye, iktidara karşı; aslında hepimizin aklından geçirip söyleyemediklerini söyleyebiliyor. Bunun bedelini de çok ağır bir şekilde ödüyor. Hepimizin içinde biraz Yusuf Umut’çuk var. Öteki taraftan da bir var olma arsızlığı var. Her hâlden, her durumun içinden tekrar ayağa kalkıp devam edebilme gücü var. O da belki mevcut hayat koşullarının gerektirdiği bir arsızlık; belki bizler de küçük ölçeklerde o arsızlığı göstermek durumunda kalıyoruz sık sık. Yusuf Umut’ta bu doz çok fazla olduğu için bize fazlaca arsız gelebiliyor; sorumluluklardan vazgeçmek uğruna yaşama arsızca sarılıyor. O yüzden de ona sinir olup kızıyoruz ama o arayışını çok açık yaşayan bir karakter. Bir yandan da elle tutulamayan, tanımlanamayan bir karakter.

Alis Çalışkan: Yusuf Umut tanımlanamayan, sınırları olmayan bir karakter olduğu için de korku verici bir tarafı var. Tekinsiz, ne yapacağı belli değil. Sınırı yok, her türlü sınırın karşısında var ediyor kendini.

Hakan Emre Ünal: Çabuk kandırabilir, çabuk kandırılabilir de.

Nezaket Erden: Her şeye açık. Yusuf Umut sınava girip bekçi de olabilir, onu her şekilde görebiliriz. Emin olduğumuz şey hiçbirinde sonsuza kadar kalamayacağı. Biraz önce de konuştuğumuz gibi metnin bizi bu kadar zorlayan kısmı oydu. Her şeyi yapabilir ama ne yapsa olur, ne yapmasa da olur. Bu yüzden metinden bir şey elemek de çok zor. Onu tarif etmesi için kalması gereken ne? Onu tespit etmek çok zor oluyordu gerçekten.

Hakan Emre Ünal: Herkesin ailesinde bu karaktere benzeyen biri var. Alis’e bahsettiğimde o dedi benim böyle bir dayım var; Nezaket’e bahsettiğimde o da bir tanıdığına benzetti. Yusuf Umut ilk başta daha depresif, daha tekinsiz, daha underground bir karakterdi, annesi babası yüzünden, onları suçlayan bir yerdeyken çalışmamızla bu hâli aldı. Mesela annesinin babasının ayrılığını hiç sorun etmiyor, herkes herkesten ayrılabilir ona göre.

Babanın yokluğu oyun boyunca hiç tekrar edilmiyor. Böyle bir erkek karakterin babasıyla da bir çatışması olur ama siz baba figürü yerine dede figürünü koymuşsunuz.

Hakan Emre Ünal: Aslında hiç babasından bahsetmeyerek bile babasından bahsediyor, ondan bahsetmemeyi tercih ediyor. Miraç ile sürecinde, dedesiyle olan sürecinde erk figürünü görüyorsun. Bir ait olma hissi yaşamak istiyor ama özgür olarak. Bizim evde Karadut adında bir kedi var. Kendini sevdirmiyor ama dışarda da ne olacağı belli değil. Eve geliyor yüzümüze bakmıyor. Bu nasıl kedi, dedim ben ilk başta. Ama zamanla aramızda bir şey oluştu, o bana saygı duyuyor, ben ona. Bunu kabul edemediğin zaman çatışma oluyor ve bunun kimseye faydası yok. Yusuf Umut da annesi ile babası ayrıldıktan sonra annesiyle dedesinin evine geliyor “dedenin evinin kuralları vardır ve buna uymak zorundasındır” diye bir doğruyu kabul etmek istemiyor. Anneannesi bunu yıllar boyu kabul etmiş, annesi de gelir gelmez Yusuf Umut’a öğrettiklerinin tam tersini kabulleniyor. Yusuf Umut bunu kabullenemiyor ama konuşmaktan da kaçıyor. Bu konuşulabilecek bir şey değil bu olması gereken bir şey ve sonra kaçıyor.

Ayşe Draz: Ev nedir, aidiyet nedir? Kendi ailesinde dayatılan koşulları olduğu gibi kabul etmiyor ama girdiği diğer ortamlarda, bir aidiyetin de peşinde olduğu için bukalemun gibi onların ortamına uyum sağlıyor. Miraç’la Miraç gibi, Nina’yla Nina gibi takılabiliyor. Hatta onlardan öğrendikleriyle kendisini tanımlıyor. Oyunun başında duyduğumuz, onu tanımlayan bütün parçaları aslında hayatında vakit geçirdiği karakterlerden toplamış ve onların arasına girdiğinde, en başta kendi öz ailesine yaptığı gibi sorgulamıyor. Bir de çocuksu bir tarafı var. Bu çocuksu hevesle her şekle girerek tamam aitim diyor, ta ki onun olmadığını fark edinceye kadar.

Yusuf Umut, çok tanıdık da bir karakter. Bu tanıdık kişinin tanıdık hikâyesini anlatılmaya değer kılmak gerçek başarı. Bu karakterin yaratım süreci nasıl gelişti? Bu tanıdıklığın hem yazma hem yönetme hem de oynama açısından nasıl katkıları, handikapları oldu? Bir de temel çelişkilerinden biri olan iki isimli oluşu? Bu iki isim meselesi nedir?

Ayşe Draz: Bana bu oyunun ana teması nedir diye sorulduğunda tek bir şey söylemekte çok zorlanıyorum. Belli kalıplar vardır aslında, kahramanın yolculuğu gibi bir dönüşümden geçer karakter. Genelde kahramanın hikâyesini aktarmak tanımlı bir kalıp tekrarladığı için okuyan, izleyen için de daha kolaydır. Burada bunun dışında bir şey denedik. Biraz daha hayattaki gibi, çok da dramatik bir dönüşüm geçirmiyor aslında karakter. Neyse öyle olmaya devam ediyor ama farklı durumların içinde kendini buluyor. Biz kendi hayatlarımızda kendimizi bir şey olarak tanımlamaya odaklanıyoruz, o tam da bir şey olarak tanımlayamadığı için bu kadar zengin. Tek bir şey olarak tanımlasa belki birileri sadece özdeşlik kuracak, diğerleri bir yabancının hikâyesi olarak dinleyecek. Burada kendisini içinde bulduğu farklı durumların hepsi hayatın içinden ve insanların başına gelen durumlar. Yusuf Umut’un bu durumlar karşısında nasıl davranacağı belli çünkü onun bir karakteri var, biliyoruz ki başta çok yükselip sıkıca sarılacak oradan kendini inşa edecek unsurları toplayacak ama sonra bir an gelecek “yetti” diyecek ve arkasına bakmadan sokağa çıkacak.

Hakan Emre Ünal: Hepimizin ailesinde benzer sıkıntılar vardır, hepimiz okuldan kaçmak istemişizdir, öğretmenlerle sorunlar vardır, kıramadığın kurallar, yargılar vardır kabul etmek durumunda kalırsın. O isyan içimizde bir şekilde sönüyor, bitiriyoruz okulu, o aile içinde büyüyoruz bir şekilde yani bu sıkıntılara içeriden bakabiliyoruz. Yusuf Umut’a bir de dışarıdan bakabiliyorsun. Şuradan gelip senden para isteyen, çok tatlı ama tekinsiz bir yanı da olan o kişi. Hem dışarıdan hem de içeriden bakabiliyorsun ona. Bir seyirci “Benim için çok tekinsiz bir karakterdi” demişti. Aslında bu ülkede bir sürü böyle genç var, nereye gittiği belli olmayan. Baktığın zaman bir sürü borcu olduğunu söylese de ödemek gibi bir hedefi yok Yusuf Umut’un. Her türlü dertten gülümseyerek çıkıyor ama arkasında başkaları için bir enkaz bırakıyor. Bir yandan da çocukça bir bencilliği de var. Bu sebeple bir yandan mesafe alıp bir yandan empati kurabilmek daha kuvvetli bir ilişki doğuruyor.

Alis Çalışkan: Yusuf Umut’u diğerlerinden farklı kılan şey evden kaçsa bile eve geri dönmeden önce bir süreci tamamlıyor olması.

Nezaket Erden: Bu kadar doğrudan davranan bir karakter olduğu için de sıradanlaşmıyor. Olaylara tavrı evi terk eden biri gibi değil. Çoğu zaman çok cinsiyetsiz biri de.

Ayşe Draz: Bir taraftan da çok sorumsuz, arkada o enkazları bırakırken hiçbir sorumluluk almıyor. Bir şekilde metin ve oyun onun sorumluluk almadığı anları bile kabul edilebilir bir hâle getirdiği için oradan empati kurabiliyor seyirci. Bir yandan da ona kızıyorsun, en çok da kendine zarar verdiğini düşünüyorsun hatta.

Alis Çalışkan: Aslında içindeki çocuksuluk ana nedeni gibi. Çocuk, tekinsiz de bir şeydir ya. Yusuf Umut’un da içinde büyüyememiş bir çocuk var ve tekinsiz tarafını orası besliyor. Hiçbir şeyin sorumluluğunu almıyor, her şeyin peşine takılıp gidiyor, her şeyden çok çabuk sıkılıyor.

Hakan Emre Ünal: Bir de şu yönünü unutmayalım, bu hikâyeyi anlatan kendisi, kendi bakış açısıyla anlatıyor. Oyunun sonunda, kullanmadım ama, şu geldi aklıma: “20 yaşıma kadar anlattım bu tek kurgu, beş tane kurgu yaptım. Geçen dedemin evinde kuzeni gördüm annemle konuşuyordu, annem de anlatırsa s.çtık.” Bir de annesinin, dedesinin dilinden dinlesek ne olur. Hepsi kendince haklı temel, kaos da orada oluşuyor. Ben Yusuf Umut’a her hâlükârda hak veriyorum. Çünkü beni şu lafı duymak sinir ediyor: “Evet babamız kötüydü ama bütün evlatlarını okuttu ya da anneme bir fiske vurmamıştır.” Bu erdemli olmak ya da bir marifet değil. Kendini evin sahibi olarak gören dede figürünün her şeyini kabullenen anne ve anneannenin kabullenmesini kabullenmeyen bir çocuğun hikâyesini dinliyoruz.

Bir film var System Crasher (Oyun Bozan) diye. Bizim bu karakteri üretirken ilham aldığımız şeylerden biri de oydu. Bu çocuk da artık bir yok olsa herkes rahatlayacak dedirtiyor ama bir yandan da çok seviyorsun. Bağrına basasın geliyor.

Nezaket Erden: Bir yandan da bağrına basamayacağın çok belli.

Hakan Emre Ünal: Çok sevdiğim bir oyuncu arkadaşım Sennur, “Çok seviyorsun ama evine davet etmezsin, sarılasın geliyor ama sarılsam mı diye düşünürsün. Ben de böyle bir etki bıraktı bu karakter.” demişti.

Ayşe Draz: Yusuf Umut kendi gözünden anlatsa da olayları, diğer bütün karakterleri kısmen de olsa anlayabiliyoruz. Kimseyi antagonize etmiyor. Seyirci diğer karakterlere dair fikir ediniyor. Yusuf Umut kahraman diğerleri kötü diyemiyorsun kesinlikle. O da anti kahraman diğerleri de anti kahraman.

Hakan Emre Ünal: Ben Yusuf Umut’un annesini dinlemek istiyorum, merak ediyorum. Bu oyunun yeri değil belki “Yusuf Umut 2”de olur. Annenin Yusuf Umut’a bir an sus bir dinle cesareti göstermesini ve onun da dinlemesini görmek istiyorum.

Alis Çalışkan: Yusuf Umut’un iki isimli oluşu onun hayatını ve arada kalmışlığını en iyi tarifleyen şey gibi geliyor bana. Aslında içinde sıkıştığı, ona yüklenen ve ondan beklenenlerin isimler üzerinden kendisindeki tezahürü. Yusuf’u dedesi istediği için koymuşlar, Umut’u annesi. Yusuf peygamber ismi olduğu için konulmuş, Umut Batılı aydınların kitaplarını okuyup çocuğunu yetiştirmeye çalışan bir annenin umudu olsun diye. O yüzden Yusuf’la Umut sürekli bir çatışma hâlinde aslında. Hiç barışamıyorlar. Yusuf geldiğinde Umut, Umut geldiğinde Yusuf silikleşiyor. Bence zaten Yusuf Umut’un en büyük çatışmalarından biri de ikisini aynı bedenin içinde var etmeye çalışmak.

©Nazlı Erdemirel

Hakan Emre, Yusuf Umut karakteri başından nasıl geçti ve geçiyor? Sahnede izlediğim kişinin gerçekliğini karıştıracak kadar üstüne iyi oturtmuş olduğunu düşünüyorum.

Hakan Emre Ünal: Bu çok çalışmakla alakalı bence. O karakter, altı ay boyunca bana nüfuz etti. Benim Yusuf Umut’la alakam yok, çok kaygılı bir insanım. Bundan dolayı onun rahatlığı bana ilham da verdi aslında. 06.30’da kalkıp yürüyüş yaparken sürekli metne ne eklenebilir, ne çıkartılabilir diye düşünürken aslında bir şeyler inşa oldu ama o kaygıyla da oyun çıkartılmaz, rahatlamak lazım. Nezaket de, Alis de, Ayşe de artık çalışma, ara ver, önemsemediğin yerde daha başka şeyler çıkacak dediler. Hakikaten Hakan Emre ve Yusuf Umut birbirini etkiliyor mesela o kadar hızlı konuşan biri değildim daha hızlı konuşuyorum. Karakteri de tanıyorum, etrafımı gözlemleyince, okuduğum ya da izlediğim bir şeyde Yusuf Umut’u görüyorum, buluyorum.

Ayşe Draz: Karakterin bir iskeleti vardı ama metni yazım ve çalışma sürecinde Emre o iskelet karaktere bakıp, kendi gözünden kendi dilinden o karaktere dair doğaçladıklarıyla inşa ettiği için onun da bakışından, dilinden çok etkilendi.

Hakan Emre Ünal: 13-14 kişilik bir ekibiz ve benim dışımdaki herkes son iki haftaya kadar kadındı. Bu hikâyede bir şeyi tartışırken herkesin bakış açısıyla şekillendi. Bu karakter kuvvetli kurgusal bir karakter ama yaşıyormuş gibi hissediyoruz. Yani sokakta böyle insanlarla karşılaşıyoruz diyoruz ama böyle bir insanla pek karşılaşmıyoruz.

Nezaket Erden: Yusuf Umut’un dili klasik bir sokak dili de değil. Kendine has, onu ayırıyor. Hakan Emre’nin de ona kattığı şeylerden biri bu.

Hakan Emre Ünal: Ben tek başıma çalışsam bu hikâye daha başka bir şey olurdu. Kalabalık bir kadroyla, farklı gözlerle çalışınca farklı bir şey oluyor.

Oyunda Yusuf Umut’un “çok güzel ya”, “işte aradığım ortam”, “nooo” “çiçek” “seratomim” gibi kalıplar ve çekyata karşı net tavır öne çıktığı gibi akılda da kalıcı. Bunları anlam üretmesi açısından nasıl bir yöntemle kurguladınız?

Alis Çalışkan: Part part yazıldığı için her bölüm, benim yazmamla Emre’nin çıkıp oynamasıyla oradan bir şey getirmesiyle, Nezaket’in ya da Ayşe’nin bir soru açmasıyla karakterin dramaturjisi yavaş yavaş oluştu. O imza cümlelerin de birçoğu sahnedeki doğaçlamalarla ortaya çıktı, hangisinin ne ara oluştuğunu bile hatırlamıyorum.

Ayşe Draz: Bir durum oluyor, Emre o durumun içinde Yusuf Umut olarak tepki veriyor. Oyuncu zekasıyla çalışırken, böyle bir durumda Yusuf Umut olsa ne derdi diye empati kurarak o duruma da, geçmişine de hakim olduğu birinin dilini inşa ediyor. Ondan sonra Alis’in yaptığı ortaya çıkan şeyi doğru yerlere yerleştirmek, onun fazlalıklarını, tekrarlarını törpüleyip hikâyenin içinde doğru şekilde konumlandırmak.

Alis Çalışkan: Karakteri aramızda o kadar çok konuştuk ki, o kadar iyi tanıdık ki Emre’nin söylediği bir şey mesela “seratomim”, evet onu der diyorduk.

Hakan Emre Ünal: Yazılmamış ama o durum oluştuğu için ağızdan çıkan bir şey. Farkında olmadığımız bir yazım, benim bedenimde sözlere dökülüyor.

Ayşe Draz: Emre’nin Yusuf Umut’a bakışıyla ortaya çıktığı için de Emre’nin onu sahiplenmesi kolay oluyor.

Hakan Emre Ünal: Mesela Dirmit’te “Durur muyum durmadım” ile kurguyu yaparken o eklem yerlerini bağlayarak çok iyi bir şey yapmıştı. Burada da “çok güzel yaa”, “aradığım ortam bu” bunlar aslında kurguyu rahatlatan, esnekleştiren şeyler. Oyun neredeyse 100 dakika sürüyor, o tekrarlar doğru yerlerde kullanılmasa uzatılan süre hissedilir. Mesele çekyatla ilgili tekrarlar, “annem çekyat olsa nasıl dururdu” gibi doğru tekrarlar seyircinin zihninde bir şekilde öncekini de tetiklediği için oyundan kopmamasını sağlıyor. Seyirciyle anda ilişkisi olan bir oyun olduğu için bazen sekiz inisiyatif kullanıyorsam bazen bunun üçü-dördü yanlış olabiliyor.

Sahnede hâlâ denediğin, inisiyatif kullandığın anlar oluyor mu?

Hakan Emre Ünal: Evet oluyor, şekilleniyor onlarla ama artık %90’ı sabit, %10’u dönüşüme açık. Eskiden bu %70’e %30’du.

Ayşe Draz: Kendi altyapıma ve deneyimlerime baktığımda ben aslında daha teknik bir yaklaşımda rahat eden, her şeyi önceden bilmek isteyen biriyim. Bütün bu süreçteki doğaçlamalarla çok daha yaşayan bir karakter çıktı ortaya; ama doğaçlamadan kast ettiğim ucu açık bir şey değil. Bunu seyircinin üstünde de denemek değil, provalar bunun için var; çünkü neyin işlemediğini de orada görüyoruz. Biz bir şey koyuyorsak 50 şey denemiş oluyoruz, böylelikle vazgeçebilmeyi de öğrenmiş oluyoruz.

Hakan Emre Ünal: Metin seyirciyle de buluşunca yazılmaya devam ediyor; çünkü karakter seyirciyle buluşunca ortaya çıkan bir oyun. Aslında onu tahayyül etmek lazım yazarken de oynarken de.

Akış sırasında en hoşuma giden şeylerden biri Yusuf Umut’un sürekli değişen mekânları ve oradaki mevcudiyetiydi. Yine ışık tasarımının da Yusuf Umut’un hikâyesine katkısı büyük. Başta cep telefonu feneri ve arkaya yansıyan renkli aydınlatmalar. Işık tasarımında bu tercihler nasıl oluştu? Hareket tasarımı da keza öyle. Tüm bu dengeyi nasıl kurdunuz?

Nezaket Erden: Aslında tüm süreçler iç içe geçti. Bir tek fener son anda provada ortaya çıktı, renk olmasını en baştan beri istiyorduk ama nasıl olacağını bilmiyorduk. Onu da deneyerek bulduk. Tüm parçalar metin gibi süreç içinde gelişti.

Ayşe Draz: İngilizcede “devising process” dedikleri, beraber ortaklaşa üretim olarak da çevriliyor, bir yaratım biçimi var. Burada da herkes her şeyin içinde beraberdi ki ışık tasarımcısı da geldiğinde bizimle o dünyanın içerisine girip beraber denedi her şeyi. Süreç kendi ihtiyaçlarını doğuruyor ve biz o ihtiyaçları karşılıyoruz.

Hakan Emre Ünal: Birkaç somut örnek vereyim: Alis yazar olarak dahil olmasaydı, bu karakter temel yazım kurallarından çok daha bağımsız, daha ucu açık bir yere gidebilirdi. Alis’in oradaki teknik katkısı tüm oyunu toparlayan bir şey. Işık konusunda da bazı fikirlerimiz vardı ama bu işte uzman biriyle birleşince bu hâli aldı.

©Nazlı Erdemirel

Çok farklı sahnelerde hatta şehirlerde oynandı oyun. İzleyicinin oyuna yaklaşımı nasıl? Yusuf Umut’a nasıl dönüşler oluyor?

Hakan Emre Ünal: Her yerde muhakkak bir karşılığı oluyor. Batman’da başka, Diyarbakır’da, Ankara’da başka ama ortak da bir anlamda. Hayal etsem böyle bir şey hayal ederim herhalde. Nereye gitsem bir karşılığının olması mutlu ediyor. Alımladıkları yerler farklı olabiliyor ama yine de var bir karşılığı. İlk iki oyunda, özellikle Moda Sahnesi’ndeki ikinci oyunumuzda, o oyun iki perde ve 140 dakikaydı. Oyunun uzunluğu bütün dramaturjisinin, karakter tasarımının, metnin yani her şeyin önüne geçtiği için bizim için milattı. Yine oyundan sonra çok güzel şeyler söylediler ama hep uzunluğu üzerinden konuşuldu. Üçüncü oyundan itibaren hem süresini kısaltmak, hem daha sık ve farklı şehirlerde oynamak derken hikâye insanları hem teatral yönden hem hayata dair konuşmaya, duygu paylaşımı yapmaya teşvik ediyor. Bu Hemhâl’in üçüncü oyunu, Tırnak İçinde Hizmetçiler ve Sevgili Arsız Ölüm: Dirmit ile beraber. İlk iki oyunda bunu başarabildik, üçüncüde de bunu başarabilmek bizim için önemli. Ekibimiz de gitgide çoğalıyor. Üç oyunumuz da oynuyor, benzer tepkileri farklı oyunlarda alınca mutlu oluyoruz. Geçtiğimiz günlerde uzun zamandır oynayamadığımız Tırnak İçinde Hizmetçiler’i oynadık, o kadar güzel oldu ki. Oyun ister 4’üncü, 5’inci senesinde olsun her buluşmada yepyeni bir şey oluyor. Yani o tazeliği korumak çok önemli, Yusuf Umut’ta da onu yavaş yavaş oturtuyoruz.

​Farklı şehirlerdeki tepkilerine gelirsem de Diyarbakır bence içinde Yusuf Umut’lar barındıran bir şehir. Daha isyankar. Oradaki insanların devletle, aileyle bir sorunları var ve Yusuf Umut’un hâliyle çok örtüşüyor. Oyun daha komik gibi görünürken orada daha sert bir notadan ilerliyor. Bir şekilde mutlu olmayı becerebilmek her yerde farklı etki yaratıyor.

Son zamanlarda, belki pandeminin etkisiyle böyle oldu, sahnede kalabalık ekiplerdense tek kişilik oyunların daha çok tercih edildiğini düşünüyorum. Tek kişilik performansların sahnedeki etkisini profesyonel taraftan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ayşe Draz: Bence monodrama uzun bir süredir tercih ediliyor. Hatta Erdem Şenocak’ın Tehlikeli Oyunlar oyunuyla başladı diyebiliriz. Tiyatro dışında farklı kaynaklardan uyarlamaya duyulan bir ilgi var. Hikâye anlatımı, bu coğrafyada, köklerimizde olan bir şey zaten. Dolayısıyla belki de köklerimize geri dönüş ihtiyacı, insanların birbirlerinin hikâyelerini dinleme ihtiyacından ötürü ülkenin mevcut kaosu içinde bir diyaloğun kurulabilmesi için böyle bir biçim doğdu ya da yeniden ortaya çıktı. Bunun başka sebepleri de var elbette. Büyük prodüksiyonların maddi ve zamansal olarak altından kalkmak zor. Tek kişilik oyunu her isteyen, amatör biri de, deneyebilir. Bu hepsi olgunlaşacak demek değil ama tiyatro tarihine de baktığınızda dönem dönem bazı şeylerin trend olduğu ve birçok insanın da izledikten sonra bir fikir edinip o biçimi denemek istediğini görüyoruz. Böyle bir sürece girdi Türk tiyatrosu. Çok iyi örnekleri de var, olgunlaşmamış denemeler de. Pandemiden önce biz de kalabalık bir şey deneyelim demiştik ama pandemi tekrar tek kişilik bir sürecin avantajlarını ön plana çıkardı. Bir süre sonra başka şeyler denenemeye yeniden ilgi duyulacak eminim.

Alis senin de yazdığın üç tek kişilik oyunun var. Bu konuda yorumun nedir?

Alis Çalışkan: “Şimdi tek kişilik oyun yazacağım” gibi çıkmadı aslında hiçbiri. Sadece Herkes Kocama Benziyor öyle çıktı, çünkü birinin hikâyesine odaklanmak istiyordum orada. Ayten’in hikâyesini anlatmak istiyordum ve o yüzden yazdım. Sonra pandemi süreci yaşandı. Hep birlikte evlere kapanmışken Kadıköy Emek Tiyatrosu 8 Mart haftasında boş durmayıp dijital bir festival düzenledi: “Bellek Festivali”. Orada beş kadın yazar, beş kadın oyuncu için “ekrana” bir oyun metni yazdık ve bunun da tek kişilik olması gerekiyordu. Ardından Kadıköy Emek Tiyatrosu benim yazdığım bu kısa oyunu uzatmak ve sahneye taşımak istedi. Sanki Hiç Unutmayacakmış Gibi böyle ortaya çıktı. Sonrasında Yusuf Umut’u da Emre getirdi. “Böyle bir karakter var anlatmak istediğim, ne dersin,” diyerek. Yusuf Umut’u da kazıyacak, oradan çıkarılacak çok fazla şey olduğunu düşündüm. Emre’nin anlattıkları o heyecanı uyandırdığı için kabul ettim aslında. Yoksa bütün bu süreç, “Hadi şimdi tek kişilik oyun yazacağım,” diyerek şekillenmedi benim için.

Ayşe Draz: İhtiyaçtan değil de sadece yapmak için yapanların işleri olgunlaşmıyor çoğunlukla. Yeni bir biçim görüyor ve hemen o biçimi denemek istiyor. Bir kitap alayım, uyarlayayım, tek kişilik bir iş yapayım. Hakikaten kitabın hikâyesiyle senin bir bağın yoksa, hikâye anlatmak senin için bir ihtiyaca dönüşmemişse ya da gerçekten empati kurduğun bir karakterin gözünden hikâyeyi aktarmak istemiyorsan, genelde ortaya çıkardığın iş de pek oturmamış oluyor.

Alis Çalışkan: Bunlar biraz da bizim koyduğumuz tanımlar aslında mesela kadın oyunu diye bir tanım var.

Hakan Emre Ünal: Trom’dan önce de çok fazla tek kişilik oyunda oynadım ben aslında. Seyircinin gözlerinin içine baka baka oynama deneyimim çok fazla. Üniversitede araştırdığım konu da anlatıcılık üzerineydi. Sadece oyuncunun performansıyla olacak şey değil bu, dediğim gibi ne yaparsam yapayım doğru metinsel kurgu, doğru tekrarlar, doğru ışık, atmosfer, seyirciyi iyi tartabilmek ve metnin dili hepsi bir katman. Sahneye gelmeden metin en önemlidir, sahneye gelince oyunculuk ve diğer şeyler metnin önüne çıkar. Bazen de performansın düşüktür metin taşır seni. Çoğu oyunda oyuncu metni taşıyor. İkisi de aynı kuvvette olursa bambaşka oluyor.

Ayşe Draz: Bizim organik çalışma sürecimizde rol, oyuncunun üzerine tam oturuyor, çünkü oyuncunun bedenine göre dikiliyor. Oyuncu giydiği o giysinin içinde küçülmüyor ya da orasını burasını yırtıp patlatmıyor, üzerinde sakil durmuyor. O analojiden gidersek, tam bedenine göre dikildiği için işliyor.

Bağımsız tiyatroların sahneye yeni oyun koyması zor. Bu konuda sizin düşünceleriniz nedir? Tiyatro Hemhâl 2018’de yola çıktı ve şu an sahnelenen üç oyunu var. Bugünkü şartlar altında yol haritanızı nasıl belirliyorsunuz?

Hakan Emre Ünal: Beraber tiyatro yapmak çok kıymetli. Üçümüz bir araya geldiğimizde, sevdiğimiz arkadaşlarımızla proje bazlı çalıştığımızda kendi istediğimiz şeyi deneyebiliyoruz ve orada denediğimiz şeyin tutup tutmadığını görüyoruz. Yani içimizde kalmıyor denemek istediğimiz şey. Birlikte çalışırken sevmek de samimiyet de yetmez herkesin kendi alanında yetenekli olduğu, deneyimlediği bir şey var, onları paylaşmak, kavga edebilmek kıymetli. Geçen gün oyundan sonra bir arkadaşımız “Yusuf Umut, tükendikçe çoğalıyor.” demişti. Biz de en tükendiğimiz anlarda yepyeni bir şey bularak çıkıyoruz. Sahne üzerinde tek, iki kişi gözükebilir ama Tiyatro Hemhâl’de en az 50 kişinin katkısı vardır.

Nezaket Erden: Birlikte üretmek yakınlaşmayı gerektiriyor. Bir dönem o insanlar hayatındaki herkesten yakın oluyor sana. O fikre birlikte bakmak onu gerektiriyor. O yakınlık bir süre sonra bunalmaya da dönüşebiliyor. Son çalışmamızda da bütün tartışmalar güzel dönüşlere vesile oldu.

Alis Çalışkan: Emre ile Herkes Kocama Benziyor’la tanışıyorduk ama Hemhâl ekibiyle çalışmadan önce de Nezaket’in ve Ayşe’nin Herkes Kocama Benziyor’a büyük katkısı oldu. Emre de Yusuf Umut ile gelince zaten hikâye de çok tatlıydı, dayımla da benzeşen yanları vardı, o hikâyede açılacak şeyler vardı. Birlikte bir şey üretmek zor, bir de iki yazar ve iki yönetmenle birlikte üretmek daha da zor. Birbirimizi dinlemeyi bilmesek, tartışmayı bilmesek, bu kadar sevgi ve saygı duymasak olmazdı. Bir yerde mutlaka biterdi. Benim için çok değerli ve güzel bir süreçti.

İKSV’den Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü armağan edildi. Ödül Latife Tekin’in Berci Kristin’in Çöp Masalları romanından uyarlayacağınız yeni oyununuza geldi. Latife Tekin metni olan Sevgili Arsız Ölüm’den sonraki ikinci uyarlama olacak. Latife Tekin eserlerinde sizi bulan, sizin bulduğunuz ne oluyor? Nasıl bir uyarlama olacak, ne zaman sahnelenecek?

Ayşe Draz: 2022 sonu, 2023 başı provalara gireceğiz. Projeyi “sizin içinize sindiği zaman sahneleyebilirsiniz” dediler ve bir deadline vermediler ama 2023 yılı içinde çıkmasını hedefliyoruz.

Hakan Emre Ünal: Ona da aslında 6-7 ay çalışıldı. Latife Tekin’de bizi çeken şeyi Nezaket daha iyi anlatır ama sahnelemesi ve uyarlaması bizim gibi kolektif çalışan bir ekip için kolay gibi ama bir yandan da çok kaotik ve belli kararlar alman gereken bir dünya var. O kaotikliği hem basit hem de kaotik bir şekilde anlatman lazım ki seyirci de işi takip edebilsin. Romanın dili tanrı anlatıcıyla anlatılan kısa kısa hikâyeler ama aslında ön planda rüzgarlı bir tepeye kurulan ve yıkılan bir gecekondu mahallesi üzerindeki nevi şahsına münhasır karakterlerin hikâyesi.

Nezaket Erden: Onların da her birinden vazgeçmek çok zor. Her biri ayrı ayrı çok güzel, hangisini seçeceğimiz çok zorlaştırıyordu işimizi. Berci Kristin’i Sevgili Arsız Ölüm’den bile önce çalışmak istiyorduk. Sonra o rafa kalktı. Önce Sevgili Arsız Ölüm: Dirmit’i sonra Tırnak İçinde Hizmetçiler’i çıkarttık ama yeni bir oyun çalışma isteği duyduğumuzda tekrar aklımıza düştü, Ayşe okudu o da çok sevdi, Emre zaten biliyordu. Latife Hanım’a bu kez sorarken gerilmiştik “Yeter artık siz yapmayın, başkaları yapsın” der diye. Ama sorduğumuzda “Siz yapın” dedi direkt. Ama Berci Kristin gerçekten kaotik bir roman, çalışma sürecinde zorladı bizi.

Ayşe Draz: Ben önce Dirmit’i izledim, sonra romanı okudum. Tabii Latife Tekin’in diline hayran oluyorsun, kurduğu büyülü ama gerçek dünyaya ve onu anlatma biçimine ayrıca hayran kalıyorsun. Ama Nezaket ve Emre’nin Latife Tekin ile kurduğu özel ilişkiden dolayı oradaki uyarlama zekasını da fark ediyorsun. Berci Kristin’i okuduğumda bu da bir başyapıt dedim, hemen gözümde imgeler canlandı. Bir şekilde altından kalkabiliriz dedik, giriştik.

Hakan Emre Ünal: Latife Tekin’in ele aldığı dertler bu dönemde yaşayan herkesin bağ kurabileceği dertler o büyülü gerçekçi bir dille ele alıyor tabii. Latife Tekin ile o kadar hemhâl olduk ki üretim dilimize de yansıdı. Yusuf Umut da Latife Tekin’in dünyasından bir karakter olabilir. Dirmit’le aynı evrenden gibi ama değil de. İster istemez bu dönemde Latife Tekin ile karşılaşmamız hayata bakışımızı da, dilimizi de etkiledi.

Ayşe Draz: Sizler oyun çalışırken karakterin dilini üretiyorsunuz, Latife Tekin de sadece dil işçiliği yapmıyor her bir romanında bir başka dünyayı ona ait bir dille kuruyor.

Hakan Emre Ünal: Uyarlamada önemli olan özünü koruyabilmek. Serbest bir uyarlama yapabilmek gerekiyor, kitabı birebir uyarlamak değil. Kurgudur, sahnenin büyüsüdür, oyuncunun kattığıdır, bizim o romanı nasıl algılayıp nasıl sunduğumuz önemli.

1. Hakan Emre Ünal, Ayşe Draz, Nezaket Erden, Alis Çalışkan
2. Begüm Kakı, Hakan Emre Ünal, Alis Çalışkan, Ayşe Draz, Nezaket Erden

N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali devam ediyor ancak gelecek projelerinizden bizlerle neler paylaşırsınız?

Hakan Emre Ünal: Ayşe mesela stand up yapmak istiyor.

Ayşe Draz: Evet var öyle bir düşüncem ama belki tek kişiyle değil kalabalık bir şey yaparız. Belki Nezaket ile bir şey olabilir bu.

Nezaket Erden: Bu sene Yusuf Umut’un çok içindeydik. Bu sezon bitsin, biraz onu sindirelim.

Ayşe Draz: Berci Kristin artık gerçekleşmesi gereken bir proje, ayrıca çok da çalışıldı ona geri döneceğiz. Ama bir yandan çok fazla başka hayaller odağı dağıtabilir. 2022’nin sonuna kadar hepimiz kendimize ve mevcut işlerimize bakmalıyız ki ben ayrıca eylülde Ortak Yapım Projesi kapsamında Enka Kültür Sanat’ın payına düşen iki metinden birini yöneteceğim.

Hakan Emre Ünal: Oyunları izledikçe bizimle ortak bir şey yapmak isteyen, çok sevdiğimiz yazarlar, oyuncular var. Bir yerde de onlarla buluşuruz gibi geliyor. Yaparız ama insanın biraz yası yaşaması gerektiği gibi coşkuyu da yaşayıp atması lazım. Biraz Yusuf Umut’un coşkusunu atmamız lazım.

Alis Çalışkan: Ben de İnsan Hakları’yla ilgili bir proje var, kısa oyun olacak, onu yazıyorum şimdi. Eylül- ekim gibi prömiyer olacak.

N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali oyununu 17 Ocak'ta Bahçe Galata'da, 23 Ocak'ta DasDas Sahne'de, 24 Ocak'ta Besa Sahne Cevahir'de, 25 Ocak'ta İzmir Sanat'ta, 30 Ocak'ta Moda Sahnesi'nde, 8 ve 28 Şubat'ta Kadıköy Emek Tiyatrosu'nda izleyebilirsiniz.

0
11843
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage