İzleyicisini patriarkal toplum düzenine karşı, toplumsal cinsiyet, kadınlık, insanlık hâlleri üzerine düşünmeye sevk eden Fernweh tiyatro oyunu üzerine bir yazı.
Glasszone Art’ın yapımcılığını üstlendiği ve Güney Coska’nın yazıp yönettiği Fernweh toplum içerisinde vücut bulan bütün kadınlıkların hikâyesini tek bir potada eritiyor. Oyun oldukça hacimli ve ağır metniyle seyirciyi toplumsal cinsiyet, kadınlık, insanlık hâlleri üzerine düşünmeye sevk ediyor. Almancada “uzaklara özlem” anlamına gelen fernweh kavramı da kadınların ataerkil dünyanın ötesinde bir dünyaya duydukları hasreti simgelemek için kullanılmış. Ancak yönetim ve ışık tasarımı, metni yarı yolda bırakıyor. Ancak Ayşegül Seda Demir ve Burçin Nokic’in yin ve yang’ı andıran dinamikleri; özellikle Burçin Nokic’in kil gibi şekillenen oyunculuğu oyunu ayakta tutan kısımları arasında yer alıyor. Fernweh, tüm artıları ve eksileriyle birlikte bu sezonun izlenilmesi gereken, özellikle toplumumuzun toplumsal cinsiyet konusunda verdiği ağır sınav sonucunda seyirciyi soru işaretleriyle bırakan bir oyun.
Benlik Oyunları ve Hindistan Cevizi
Oyun, bilinmeyen ve zamansız bir uzamda Assia ve Zephina’nın bellek oyunu oynamalarıyla başlar. Bu bellek oyunu, toplum içinde insanların kendilerini tekrardan hatırlama, eril kültür içerisinde sindirilen kadınların kendilerini hatırlama oyunlarıdır. Zira, oyunda mühür motiflerden biri olan hindistan cevizi, Assia ve Zephina’nın açmaya çalıştıkları fakat açamadıkları erktir, eril kültürdür. Ancak hindistan cevizinin sertliği, Assia ve Zephina’nın erkle oynamaları, kendi konumları üzerine düşünmelerine engel değildir. Öte yandan hindistan cevizi, Hinduizm’de Brahma (yaratan), Vişnu (koruyan) ve Şiva (yok eden) üçlemesini temsil eder. Bu bağlamda dış kabuk, maddi dünyayı ve gerçekliğin bir yanılsamasını; içindeki öz ise insanın maddi dünyanın ötesindeki gerçek benliğini simgeler. Assia ve Zephina da tıpkı bu kabukları parçalamaya çalıştıkları gibi ataerkinin ördüğü yanılsamayı kırmayı hedefler; böylece toplumsal cinsiyet dengesinin gözetildiği, gerçek bir özgürlük alanına duydukları özlemi ortaya koyarlar.
Bu hatırlama sürecinde, Lyudmila Petruşevskaya’nın Siyah Palto’sundan yola çıkılarak X adlı bir kadının hikâyesi sahnelenir. Yönetmen Güney Coska ile oyuncular Ayşegül Seda Demir ve Burçin Nokic, meddah geleneğine saygı duruşunda bulunarak bu öyküyü aktarır. Öykünün merkezindeki siyah paltolu kadın, oyunun bir diğer güçlü motifini oluşturur. Sürekli tekrar edilen bu siyah palto imgesi; toplumda kadınların maruz kaldığı şiddeti ve güvensizliği seyirciye çarpıcı bir şekilde hissettirmek amacıyla titizlikle seçilmiştir. Tüm bu bellek oyunları Ayşegül Seda Demir ile Burçin Nokic’in yin ve yang’ı hatırlatan dinamikleriyle taçlanmaktadır. Özellikle Burçin Nokic’in kil gibi şekilden şekle giren oyunculuğu oyunu diri tutan unsurların başında geliyor. Ayrıca dekor olarak kırmızı perdenin kullanılması hem doğadaki dört elementi hem de çeşitli koşulları, duyguları, biçimleri temsil etmesiyle minimalist dekorun efektif ve hikâyeye hizmet eden örneklerinden biri hâline geliyor.
Güçlü Metin Fakat Odağını Kaybeden Işık ve Reji
Oyunun ses kuşağında oyunculara eşlik eden Gözde Kısa, Ayşegül Karademir, Ceren Demirel, Fırat Coska, Hamit Demir ve Cem Burçin Bengisu’nun sesleri, kadınların toplum içinde maruz kaldıkları baskıcı sesleri temsil ediyor. Boran Uygun’un video tasarımı da Demir ve Nokic’i gerek şehrin izole yerlerinde gerek kalabalık içinde soyutlama tercihleri bakımından da oyunu görsel olarak besleyen unsurlar arasında yer alıyor. Ancak tüm bu olumlu özelliklere rağmen oyunun rejisi ve ışık tasarımı oyunu belli bir noktada kafa karışıklığı yaşıyor. Siyah Palto’nun devreye girdiği sahnelerde mavi florasan ışığının yabancılaştırma efekti niyetine kullanılmasına rağmen çiğ durması ve oyunun diğer kısımlarında kullanılan sarı ışığın amatörlüğü seyir deneyimini zorluyor. Sait İşlek, K. Tutku Erdem gibi birden fazla dramaturgla çalışılmasına rağmen oyunun reji konusunda bu hacimli metni kaldırması bakımından biraz daha pişmesi gerekiyor. Her ne kadar oyunun önermesi ilk etapta kavranması zor olsa da, seyirciler arasında oyundan çıktıktan sonra oyuna dair temel bir fikir birliğinin oluşması önemli. Bu noktada mizansen ve teknik detayların biraz daha netleştirilmesi, oyunun rejisini daha da besleyecektir. Düz çizgisel olmayan yapısına rağmen; zengin malzemesiyle tam kıvamına ulaşabilmesi için sahneleme ve teknik uygulamalara tıpkı lezzetli ama ‘biraz daha pişmesi’ gereken bir pasta misali birkaç nazik dokunuş oyunu sonraki temsillerinde yukarıya taşıyacaktır.
Sonuç Yerine
Fernweh, zengin ve çok katmanlı metni, Ayşegül Seda Demir ile Burçin Nokic’in güçlü uyumu ve minimalist dekorun etkisiyle bu sezonun mutlaka izlenmesi gereken eserleri arasında. Öte yandan, reji konusundaki kafa karışıklığı ve ışık tasarımındaki tercihler, metnin ağırlığını zaman zaman sahnede taşımasını güçleştiriyor. Birkaç ince sahneleme ve teknik dokunuş, tıpkı lezzetli ama “biraz daha pişmesi” gereken bir pasta gibi, oyunu tam kıvamına ulaştıracaktır.