İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 53’üncü kez Türkiye’den ve dünyadan klasik müziğin yıldızlarını bir araya getirecek, müzikseverlere “Sınırların Ötesinde” bir konser deneyimi yaşatacak İstanbul Müzik Festivali’ni direktörü Efruz Çakırkaya ile konuştuk.
İstanbul Müzik Festivali 53. yaşında. Sadece İstanbul’un değil, klasik müzik dünyasının da önemli etkinlik dizilerinden biri konumundaki festival 11 Haziran akşamı başlıyor. Gelenekselleştiği üzere Atatürk Kültür Merkezi’ndeki konserle müzikseverlere merhaba diyecek festival 26 Haziran’a kadar devam edecek. Bu yıl “Sınırların Ötesinde” temasıyla hazırlanan festival, Bulgaristan, Yunanistan, Azerbaycan ve İran’dan müzisyenleri ağırlayacak. Bununla birlikte festival dünya çapında yıldız solistleri de İstanbullu müzikseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor. Hélène Grimaud, Frank Peter Zimmermann, Alexandre Kantorow, Gautier Capuçon ve Rafał Blechacz bunlardan bazıları. Festival ayrıca NDR Elbphilharmonie Orchestra gibi dünya çapında bir topluluğa da ev sahipliği yapacak. Bu büyük buluşmalar öncesinde festival direktörü Efruz Çakırkaya ile bir araya geldik. Festival programının yanı sıra farklı sanat dallarıyla harmanlanan projeler ve genç müzikseverlere yönelik projelerini de Çakırkaya’dan dinledik.
İstanbul Müzik Festivali bu sene 53. yaşını kutluyor. Programa gelmeden önce festivalin bu yılki temasıyla başlayalım. “Sınırların Ötesinde” temasıyla bu sene Türkiye’nin komşu coğrafyalarına bir selam gönderiyorsunuz. Bu yılki tema seçimi nasıl gerçekleşti?
Evet, 53. İstanbul Müzik Festivali’nde bu yıl komşularımız var. Yunanistan, Bulgaristan, Azerbaycan ve İran. İkisi Doğu’dan ikisi de Batı’dan komşularımıza doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Tarihi geçmişi ve kültürleri paylaştığımız komşularımız bunlar. Kültürler benziyor, geçmiş benziyor. Ortak çok fazla şey var ve müzikler de aslında çok birbirine benziyor ve yakın. Dolayısıyla o, ortaklığın biraz altını çizmek için tam olarak kelimenin anlamıyla sınırların ötesindeki komşularımızın müzikleriyle bizim müziklerimizin bir araya geldiği festivale özel yaratılan projeler var. Bunlardan bir tanesi 25 Haziran’da Kınalıada’da gerçekleşecek “Ada” konseri.
Bu tema kapsamında program nasıl belirlendi? İstanbul’un klasik müzikle özdeşleşen festivali bir süredir geleneksel Türk müziğine yönelik programlarla da karşımızda.
Festival bu yıl yakın coğrafyaların müziğine de bir yelken açıyor. Bir onları da duyalım.
Tabii, ağırlıklı olarak bir klasik müzik festivali bu. Fakat içerisinde farklı müzik türlerini, farklı janrlara ilgi duyan müzikseverlerin de kendinden bir şey bulabilmesini istiyoruz. Her sene mutlaka festival programının içerisinde biraz caza göz kırpan işler de oluyor. Dünya müziği ya da geleneksel müzik bunlara hep alan açılıyor. Bu anlamda “Ada” projesinde sevgili Çağlar Fidan, Ezgi Köker, Fotini ve Niko bir araya geliyorlar ve adaların müziklerini bir araya getirecekler.
İstanbul’un Prens Adaları’na ithafen yazılmış, şarkılarla, On İki Adalar (Kiklad) ve diğer Yunan Adaları’nın şarkıları bir araya gelecek. Böyle Türkçe ve Rumca şarkıların söyleneceği bir konser olacak. Bu vesileyle Kınalıada’daki Hristos Rum Manastırı’nın konser için açılmasında katkısı bulunan Laki Vingas’a çok teşekkür ediyorum. Burası aynı zamanda tarihi bir okul. Şu anda okulun müdürü görevini üstlenen Damon Bey, o okula öğrenci olarak gitmiş İstanbullu bir Rum ailenin çocuğu. Gerçekten manastırın içine girdiğinde zaman durmuş gibi.
Yine bu yılki temamız çerçevesinde hazırlanan bir diğer konser “Tellerin Aşkı”. Bağlama ustamız Coşkun Karademir’den festival temasına özel bir proje yaratmasını istedik. O da dedi ki: “Sınırlarımızın ötesi deyince o zaman yakın komşuların geleneksel müzikleriyle bir araya gelelim”. Azerbaycan ve İran'dan bir müzisyenimiz var. Bir de sevgili Derya Türkan bir araya gelecekler. Konserde üç farklı ülkenin geleneksel müziklerini Sakıp Sabancı Müzesi Fıstıklı Teras’ta dinleyeceğiz.
Elbette açılışta da Bulgar koromuz var. Bulgaristan’dan gelecek Bulgar Operası Korosu, Tekfen Filarmoni ile birlikte sevgili Hasan Uçarsu’ya 2020 yılında sipariş verdiğimiz fakat pandemi nedeniyle bu zamana kadar seslendirilişini gerçekleştiremediğimiz eserin dünya prömiyerini yapacak.
53 yıllık bir festival. Kurumsallaşan festivallerin zaman içerisinde daha muhafazakar olması beklenir. Fakat İstanbul Müzik Festivali bu konuda “provokatif” davranıyor. Monteverdi ya da Caravaggio’ya dair bir göndermenin yanı sıra programda çağdaş dans ve hatta disko var. Bu seçimler nasıl bir bakış açısının yansıması?
Kalıpların dışına çıkmak gerekiyor. Çünkü zaman değişti. Cep telefonları bizim dikkat süremizi çok kısalttı. Bu sadece genç jenerasyon için değil, daha ileri yaştakiler için de geçerli. Bir konser salonuna girip 45-50 dakika kıpırdamadan sadece keman çalan bir müzisyeni izlemek, dinlemek yetmiyor. Elbette NDR Elbphilharmonie Orchestra gibi çok üst seviyede klasik müzik yapan solistlerin, sanatçıların konserleri; bir uvertür, bir konçerto ve bir senfoniyi arka arkaya dinlemek kaybedilecek bir müzik tecrübesi değil. Vazgeçilecek bir zevk değil. Fakat sadece bununla sınırlı kalamayız artık. Daha fazlasına ihtiyacımız var. Neden farklı disiplinler bir araya gelmesin? Çünkü klasik müzik her şeyle bir araya gelebilecek zenginlikte. Şostakoviç’in 5. Senfonisi bir başkaldırı eseri. Neden bundan 88 yıl önce yazılmış isyan içeren bir eser yine bir isyan üzerine ortaya çıkmış bir dansla bir araya gelmesin? Çünkü her ikisi de benzer insani duyguları yansıtıyor.
İstanbul Müzik Festivali’nin artık gelenekselleşme yoluna giren bir etkinliği daha var, Disko Klasik. Burada sizi dj kimliğinizle görüyoruz…
Evet. Önceki iki deneyimden sonra yani bu sene de yapılabilmesi olumlu geribildirimlerin göstergesi. Gençlere klasik müziğin korkulacak bir şey olmadığını göstermeye çalışıyoruz. Hem Disko Klasik gibi yaratılan özel projelerle hem bu sene festivalde yer alan farklı disiplinlerin bir araya geldiği hip hop, break dance ile klasik müziğin birleştiği projeler var.
Bu festival İstanbul’un festivali. 53 yıl önce yola çıktığında da bu amaçla çıkıyor. Şimdi İstanbul'un bugün dünyada verdiği bir mesaj, taşıdığı bir kimlik de var. Festival, İstanbul kimliğinde nasıl konumlanıyor?
Bizim zaten en büyük ilhamımız İstanbul, bu şehir. Bu şehir de geçmişle geleceği sürekli harmanlayan bir şehir. Enerjisi çok yüksek, çok renkli bir şehir. Zorlukları da var, güzellikleri de. İnsanı her zaman kendine çağıran ve bağlayan bir yanı var. Dolayısıyla aslında bu seneki festival de o sıra dışılığıyla İstanbul’un sıra dışılığıyla örtüşüyor diyebiliriz.
Bir süredir prestijli yabancı orkestraları dinleme fırsatımız pek olmuyordu. NDR Elbphilharmonie AKM’de sahne alacak. İki konserlik bu seri hakkında bilgi alabilir miyiz?
İlk kez geliyorlar ve iki gün. Elbphilharmonie bu müziğe tutkun olanların çok yakından bildiği, “ah keşke dinlesek” ya da “bir gün Hamburg'a gidip de yerinde görsek” diye içinden geçirdiği bir orkestra. Bu topluluk İstanbul’da iki farklı solistle ve iki güzel repertuvarla sahne alacak. Ne bekliyor bizi bu iki gece? Çok önemli solistleri dinleyeceğiz. Frank Peter Zimmermann çağının en önemli keman sanatçılarından biri. Rafał Blechacz da çok önemli bir Chopin yorumcusu. Chopin yarışmasını da kazanmış bir piyanist. Bu kadar büyük orkestralar ve solistler İstanbul’a kolay kolay getirilemiyor. Dolayısıyla bence festivalin gerçekten kaçırılmayacak iki konseri. Aynı şekilde uzun yıllar sonra festivalde tekrar ağırlayacağımız Hélène Grimaud da gerçekten yaşayan bir efsane. Hem sanatçılığıyla hem farklı kimlikleriyle çok önemli bir kadın idol benim için. Çünkü kendisi piyanist kimliğinin yanı sıra hem bir yazar hem bir vahşi yaşam koruyucusu bir aktivist. Yani bu güçlü kimlik sahnede de devleşiyor. Dolayısıyla uzun yıllar sonra tekrar İstanbul’da onu ağırlayacağımız için heyecanlıyız.
Festivalin insanları keşfe yönelten etkinliğine geçmek istiyorum. Müzik Rotası bu sene İstanbul’un kuzeyinde, Sarıyer’de. Hangi tarihi yapılarda bizi müzik bekliyor?
Evet, Büyükdere’deyiz. Burası İstanbul’un çok özel bir semti. Çünkü birkaç metre arayla çok farklı dini mabetlerin olduğu ve çok çok farklı İstanbullu etnik kimliklerin bir arada barış içerisinde yaşadığı bir mahalle. Burada üç farklı kiliseyi dinletiler için kullanıyoruz. Bunlardan bir tanesi Surp Boğos Ermeni Katolik Kilisesi. Burada Polonyalı bir keman ikilisi dinleyeceğiz. Aya Paraskevi Rum Ortodoks Kilisesi’nde Avusturya’dan bir klarnet ve akordiyon ikilisi, Duo Minerva yer alacak. Bir de Meryem Ana Doğuş Katolik Kilisesi var. Burası da yeni restore edilmiş şahane bir dini mabet. Burada da mandolin ve gitardan oluşan bir İtalyan ikili sahnede olacak. Her sene olduğu gibi sevgili rehberlerimiz Selçuk Bey ve Mois Bey izleyicileri semtin tarih rotasına da çıkaracak.
İstanbul Müzik Festivali’ni Avrupalı benzerleriyle kıyasladığımızda genç katılımı hangi seviyede? Avrupalılar uzun süredir bu tip etkinliklere daha fazla genci çekmeye çalışıyor. Biz bu işin neresindeyiz?
Genç bir nüfusumuz var. Bunu konserlerde de görüyoruz. Yani bu klasik müzik konserleri için de geçerli. Bizim yaptığımız birtakım araştırmalar var. O araştırmalardan elde ettiğimiz verilere göre bizim klasik müzik festivalinin izleyicisinin çok büyük bir kısmı 40'lı yaşlarının başında ve kadın izleyiciler. Avrupa’da bir konser salonuna girdiğinde kır saçlılardan oluşan bir izleyici kitlesi görüyorsun. Burada o biraz daha düşük. Ama bizim hedefimiz daha fazla genci bu konserlere çekebilmek.
Tam bu noktada 40'lardan da daha genç yani üniversitelileri sormak istiyorum. Onların bu konserlere erişimi çok önemli bir konu. Festival bu konuda neler yapıyor?
Eczacıbaşı Genç Bilet sayesinde çok cüzi miktarlara üniversite öğrencileri festival konserlerine bilet alabiliyor. Öğrencilere özel bir kategori var. Konservatuvar öğrencileri zaten çok uzun yıllardır ücretsiz bir şekilde bu konserleri izleyebiliyor. Toplum faydasına çalışan bir vakıf olarak bunun çok önemli bir misyon olduğunu düşünüyoruz. Bu sadece İstanbul Müzik Festivali için değil, İKSV çatısı altında düzenlenen bütün festivaller ücretsiz konserler, etkinlikler ve çocuk atölyeleri düzenliyor. Özellikle içinde bulunduğumuz ekonomik sıkışmışlık içerisinde bunun çok çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Şehrin parklarında, kamusal alanlarında düzenlediğimiz ücretsiz etkinliklerimiz, konserlerimiz ve çocuk atölyeleri var. Bu sayede de aslında hem izleyici geliştiriyoruz hem de dezavantajları bulunan, farklı yaş gruplarındaki müzikseverlere ücretsiz bu konserlere erişebilme imkânı sağlıyoruz. Genç kadın müzisyenlerin eğitimlerine katkı sunmak için başlattığımız Yarının Kadın Yıldızları da yine bu çerçevede düşünülen bir proje. Bu sene seçilen 13 genç kadın müzisyenle birlikte toplam 120 kadın müzisyene destek sağladık. Bu yılki konser bizim için de çok özel.
Besteci Valentin Silvestrov’a bir parantez açmak istiyorum. Günümüzün en önemli bestecilerinden biri ve festival için bir eser besteledi. Eserin seslendirileceği konser de anlamlı bir birlikteliğe imza atmış.
Evet, Valentin Silvestrov’a da bir parantez açalım. Yaşayan çok önemli bir besteci. Ukraynalı bir besteci ve sürgünde bir besteci. Projede yer alan piyanistimiz Alexey Botvinov da yine Ukraynalı bir piyanist ve o da sürgünde. Biri İsviçre’de diğeri Almanya’da yaşıyorlar. Savaştan sonra ülkelerinden kaçmak zorunda kaldılar. Çünkü bunlar muhalif sanatçılar. Anastasia Kobekina da muhalif bir Rus müzisyen. Savaş karşıtlığıyla biliniyor. Dolayısıyla şu an orada yaşanan bir insanlık suçuna da dikkat çekelim ve müzikle bir barış mesajı verelim istedik. Sahnede kalabalık orkestra, koro ve solistleri yönetecek. Yani gümbür gümbür açacağız, gümbür gümbür.
Son söz olarak festivale eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Her zamanki gibi ben öncelikle festival sponsorumuz Borusan Holding’e teşekkür etmek istiyorum. Çünkü yani içinde bulunduğumuz şartlarda onlar olmadan ve sonrasında bütün gösteri sponsorları, Kültür ve Turizm Bakanlığı, kültür merkezleri, destekçiler, Lale Kart üyeleri olmadan bu festivalin yapılmasına imkân yok. Dolayısıyla onlara gerçekten teşekkür ediyoruz. Sonrasında da tabii ki festival izleyicileri. Çünkü onlar olmadan ve konserlere katılmadan bunun da bir anlamı olmaz. Bir arada olmaya ve iyi hissetmeye her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Güzel bir festivali hep beraber geçirelim.