23 TEMMUZ, ÇARŞAMBA, 2025

Şarkı Hikâyeleri: Pop Müziğin Hafıza Defteri

Yavuz Hakan Tok ile Türkiye’nin yakın dönem müzik tarihine içeriden bir bakış sunan çalışması Şarkı Hikâyeleri üzerine sohbet ettik.

Şarkı Hikâyeleri: Pop Müziğin Hafıza Defteri

Dilimize dolanan şarkıların, kişisel tarihimizdeki anılara işleyen melodilerin, kalbimizde iz bırakan seslerin hikâyeleri, müzik tarihinin en önemli tanıklık arşivini oluşturuyor. Türkçe pop müzik tarihi araştırmacısı Yavuz Hakan Tok’un, 60’lardan 90’lara uzanan seksen şarkının hikâyesini kaleme aldığı Şarkı Hikâyeleri, Masa Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Her biri kendi döneminin ruhunu yansıtan bu şarkıların nasıl doğduğunu, kimlerin hayatına dokunduğunu, ilham kaynaklarını anlatan kitap, toplumsal olayların ve kişisel trajedilerin de dönemlere nasıl damga vurduğunu, tanıklıklar ve belgelerle bir araya getiriyor. Türkiye’nin yakın dönem müzik tarihine içeriden bir bakış sunan Şarkı Hikâyeleri’ni Yavuz Hakan Tok’la konuştuk.

60’lardan 90’lara uzanan bu yolculukta, sizi şarkıların hikâyesini anlatmaya yönelten şey neydi? Bu kitap okurlarına ne söylüyor?

Başından beri müziğin geçmişini deştiğim kadar bugününü, güncelini de takip ettim. Şarkı hikâyeleri, yaptığım işin bir parçasıydı aslında. Bir tarihçe çıkarırken, bir şarkıcının, bestecinin ya da söz yazarının serüvenini kaleme alırken, spesifik bir olayı, dönemi anlatırken ya da güncel bir albüm üzerine eleştiri yazarken yolum mutlaka şarkı hikâyelerinden geçiyordu. İçinde bulunduğum belgesel projeleri ve yaptığım röportajlar da buna eklenince şarkı hikâyeleri yazmak için zaten epeyce malzeme biriktirmiştim. Öneri yayımcım Gamze İyem’den geldi ve o hikâyeler bir kitaba dönüştü.

Şarkı Hikâyeleri sadece şarkıların değil, aynı zamanda şarkılara konu olmuş hayatların ve dönemlerin de anlatısı. Bu kitabı yazarken bir şarkının ardında gizlenmiş en şaşırtıcı ya da sarsıcı hikâye sizin için hangisiydi?

Sezen Aksu’nun 1994 yılında Uzay Heparı’nın ölümü üzerine yazdığı “Yas” şarkısı ilk kez 1996 yılında Levent Yüksel’in albümünde yayımlandı. Albümün piyasaya çıktığı günlerde Onno Tunç’u kaybettik ve o şarkı televizyonlarda Onno Tunç’un ölüm haberlerine fon müziği oldu. Bu, beni o günlerde de çok etkilemişti, hâlâ etkiler. Sanat mı hayatı taklit etmişti, hayat mı sanatı, hâlâ bilmiyorum. Kitap için araştırma yaparken benim için en büyük sürpriz ise “Honki Ponki” şarkısının Lale Oraloğlu tarafından aslında bir müzikli tiyatro oyununun şarkısı olarak yazıldığını öğrenmem oldu. Yıllardır merak ederdim o şarkının ardındaki sırrı.

Bu kitapla bir tür popüler kültürün tanıklık arşivini oluşturdunuz. Müziği tarihsel bir belge gibi okuma fikrine nasıl bakıyorsunuz?

Hiçbir zaman yalın bir tarihçi dilini benimsemedim. Bu kitapta da yer yer benim, çoğunlukla da içinde büyüdüğüm, yaşadığım ülkenin, çevrenin, toplumun duygusu, düşüncesi, yaşam biçimi, hayata bakışı var. Bunların yıllar içerisindeki değişimi, gelişimi ya da gerilemesi ise satır aralarında saklı. Bugünün algısıyla, değer yargılarıyla geçmişi anlayamaz ve anlatamazsınız. Kitapta adı geçen bazı şarkıları bugünün kulağıyla dinleyince size hiçbir şey ifade etmeyebilir; zamanında neden sevildiklerine anlam veremeyebilirsiniz mesela. Bu yüzden her hikâyeyi bahsi geçen dönemin fonunda, kendi zamanının ruhunda anlatmaya özen gösterdim. Müziğin tarihsel bir belge gibi yazılabilirliği de okunabilirliği de benim için ancak böyle mümkün.       

Yavuz Hakan Tok

“Şarkıların hikâyeleri” fikri kulağa duygusal geliyor ama bu kitap aynı zamanda ciddi bir araştırmanın ürünü. Bu iki tonu –duygu ve belge– nasıl dengelediniz?

Şarkı hikâyeleri üzerine internet ortamında pek çok yazıya, videoya denk geldim bugüne dek. Neredeyse tamamında hikâyeler romantikleştirilirken gerçeklikle bağları kopmuştu. Hatta tamamen kurgusal hikâyelerden oluşturulmuş bir şarkı hikâyeleri kitabı bile buldum. Oysa bir arşivci ve araştırmacı olarak benim için şarkı hikâyeleri sadece şarkı sözlerinin nasıl ve niye yazıldığından ibaret değildi. Kimi kez bir şarkıdaki gitar solosunun, kimi kez şarkıyı besteleyenin müzik kariyerindeki bir ânın, hatta kimi kez kaydedildiği stüdyonun bile şarkının hikâyesinde bir yeri vardı. O detayları es geçseydim hikâyeler eksik kalırdı. Kaldı ki hakkında yazdığım her şarkının / albümün teknik detaylarını, öğrenebildiğim kadarıyla perde arkasını yazıya dâhil etmek benim için bir eleştirmenlik refleksiydi zaten. Hâliyle bahsettiğiniz o iki tonun dengesi bu kitabı yazarken de kendiliğinden kuruldu.

Şarkılar dinlenirken çoğu zaman kim tarafından, nasıl ve hangi koşullarda yazıldıkları pek merak edilmiyor. Bu kitabın, dinleyicilerin şarkılarla kurduğu ilişkiyi nasıl dönüştüreceğini düşünüyorsunuz?

Değil şarkıların hikâyelerini, söz yazarı ve bestecilerini dahi merak etmiyor, öğrenme ihtiyacı hissetmiyoruz artık. Her hafta yeni çıkan şarkılar, sosyal medya paylaşımları hızında akıp gidiyor telefonlarımızdan. Arkasında birikimler, yaşanmışlıklar, görmüş geçirmişlikler, cesur adımlar, iş birlikleri, güç birlikleri olmayan şarkıların ileride anlatılacak bir hikâyeleri de olmayacak. Geçmişin şarkılarına ise daha ilgili ve toleranslı olduğumuzu gözlemliyorum. O şarkılar yazılıp söylendiğinde daha doğmamışların bugün gösterdiği ilgi ve tolerans ise çok değerli ve umut verici. Sosyal medya çağında müziğin hızla değersizleşmesinin önünü kesecek tek şey dinleyicinin şarkılarla ve onları yazan, çalan, söyleyenlerle daha özenli ve incelikli bir bağ kurabilmesi. Bu kitap bu anlamda bir öneri sunuyor evet ama bu öneriden bugünün müziğini üreten müzisyenlerin de payını almasını umuyorum.  

0
1098
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage