
Beyoncé, yeni görsel albümü Black Is King’in fragmanını paylaştı. Beyoncé tarafından yazılıp yönetilen ve prodüksiyonu gerçekleştirilen albümün prömiyeri 31 Temmuz’da Disney+’da yapılacak.
Şarkıcı-söz yazarı Beyoncé, yeniden çekilen The Lion King filmi sırasında yaptığı müzikleri bir araya getiriyor. Sanatçı, film sürecinde kendisi tarafından kaydedilen The Lion King: The Gift ismini taşıyan parçaları böylelikle yeni bir üretime dönüştürüyor. Black Is King ismini taşıyacak çalışma, The Lion King’in çocuklar için verdiği tavsiyeleri bugünün dili ve ihtiyaçlarıyla yeniden ele alıyor ve ona güncel bir boyut kazandırıyor.
The Gift isimli şarkıdan yola çıkılarak oluşturulan film, siyahların tecrübelerini ve onların zorlu geçmişlerini yeniden gündeme getiriyor.
Geçtiğimiz yıl Beyoncé Presents: Making the Gift’i yayımlayan Beyoncé, yakın dönemde ABC’nin The Disney Family Singalong projesi kapsamında Disney ile çalışmaya başlamıştı.Bu kapsamda son olarak When You Wish Upon a Star şarkısının bir bölümünü seslendiren sanatçı, buradan elde edilen geliri sağlık çalışanlarını desteklemek için hareket eden vakıflara bağışlamıştı.
Sanatçı, son olarak geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve ırkçılığı konu edinen Black Parade isimli teklisiyle gündeme gelmişti.
Beyoncé’un kendi internet sitesi üzerinden yayımladığı Black Is King’e buradan ulaşabilirsiniz.
Fransız sanatçı JR, kendi ismiyle piyasaya sürdüğü uygulaması JR: Mural üzerinden gerçekleştirdiği çalışmalarla sanatseverlerin karşısına çıkmaya devam ediyor. Sanatçı son olarak New York’ta yaşayan insanların hikâyelerini kaydedip ücretsiz bir şekilde ulaşılabilen uygulamaya yükleyerek şehre dair canlı bir tarih örneği sunuyor ve şehrin tarihini içinde yaşayan insanların hikâyeleriyle birleştiriyor.
Konuyla ilgili Brooklyn Museum’un yaptığı açıklamada ise şu bilgilere yer verilmişti:
“The Chronicles of New York City oldukça epik bir iş gerçekleştiriyor ve New York’ta yaşayan binden fazla insanın hikâyesini dinleyicilerle buluşturuyor. Uygulamadaki tüm kayıtlar şehrin sıradan insanlarını onurlandırıyor ve onların toplum içindeki yerini gözler önüne seriyor, yurttaşların yaşamını ön plana çıkarıyor.”
JR’ın Brooklyn Museum ortaklığıyla gerçekleştirdiği çalışma, bir sözlü tarih çalışması olarak oldukça ilgi uyandırıyor. Kullanıcılar uygulama üzerinden sunulan başlıklardan istedikleri herhangi birini seçerek ilgili bölümdeki kayıtlara ulaşabiliyor. The Chronicles of New York City isimli bölüm, New York’a dair hikâyeleri dinleyicilerin beğenisine sunarken The Chronicles of San Francisco’da ise Amerika’nın bir başka önemli şehri olan San Francisco’da yaşayan insanların yaşamı gözler önüne seriliyor. App’in oldukça ilgi uyandıran bölümlerinden birisi ise The Gun Chronicles: A Story of America. JR, bu bölümde Amerika’daki silah kullanımını masaya yatırıyor ve her yıl 35 binden fazla kişinin vurularak öldürürüldüğü bilgisini dinleyicilerle paylaşıyor. JR’ın farklı dönemlerde farklı kişilerle gerçekleştirdiği çalışmalar ile büyüttüğü uygulama, dinleyicilere orijinal ve farklı konulara göre hazırlanmış ilginç içerikler sunmaya devam ediyor.
Uygulama JR'ın Brooklyn Museum'da gerçekleştirdiği The Chronicles of New York City sergisine paralel olarak geliştirilmişti.
JR: Mural isimli uygulamaya buradan ulaşabilirsiniz.
Amerikan animasyon komedi dizisi The Simpsons, artık farklı etnik kökenden karakterlerin seslendirmesi için beyaz aktörleri kullanmayacak.
Son dönemde artan ırkçılık karşıtı protestoların ardından eğlence ve TV endüstrisi, beyaz olmayan sanatçılara daha fazla fırsat sunmak için giderek artan bir baskıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Geçtiğimiz günlerde özellikle George Floyd protestolarının ardından artan baskı, çeyrek asrı aşan bir süredir yayımlanan The Simpsons’ı da etkiledi ve komedi serisini tüm etnitiselere eşit olanak sunmaya itti. Dizi, ilerleyen dönemde beyaz aktör hegamonyasından kurtulacağını ve diğer etnik kökenlerden karakterlerin o kökenden kişilerce temsil edileceğini duyurdu.
Fox Network'te yayımlanan şov, beyaz aktör Hank Azaria'nın Hint-Amerikan karakteri Apu'yu seslendirmesi konusunda yıllarca eleştirilmişti. Azaria, geçtiğimiz Ocak ayında, dizinin 1990'da yayımlanan ilk bölümünden bu yana canlandırdığı Hindistanlı market sahibi Apu Nahasapeemapetilon'un sesine artık hayat vermeyceğini duyurdu. “Buna hepimiz birlikte karar verdik... Hepimiz bunun doğru olan şey olduğuna inanıyoruz,” diyen Azaria, gösteri dünyasında beyaz hegamonyasının bitmesi gerektiğine de dikkat çekti.
Öte taraftan siyah polis memuru Lou ve Meksika-Amerikalı Bumblebee Man dâhil olmak üzere farklı kökenlerden karakterlerin sesine de hayat veren Azaria’nın ayrılışının ardından büyük bir gelişme olmadı. Ancak son dönemde artan protestolar, diziyi bu konuda daha radikal kararlar alma konusunda yeniden hareketlendirdi. Dizinin yapımcıları, Azaria ile birlikte tepki çeken diğer isimler Mike Henry ve Kristen Bell’in de artık siyah karakterlerin sesi olmayacağını duyurdu.
Dizideki değişim hamlelerinin ilerleyen süreçte nasıl devam ettirileceği ise belirsizliğini koruyor.
Houston merkezli müzik üçlüsü Khruangbin, yeni albümü Mordechai ile dinleyicilerle buluştu. Asian surf-rock, Batı Afrika ve Thai melodilerini iç içe geçirerek kendisine özgü bir müzik meydana getiren üçlü, grubun hayranları tarafından bilindik tarzını ise devam ettiriyor.
Khruangbin’in üçüncü albümü olan Mordechai, üç grup üyesinin de vokallere katkı sunduğu ilk albüm olarak özel bir yerde duruyor. Sanatçılar, enstrümanlarıyla hayat verdikleri şarkılara kendi vokalleriyle de katkı sunuyor ve dinleyicileri farklı müzik iklimlerinde dolaştırıyor. Öte taraftan grubun daha önceki çalışmalarını çağrıştıran parçalar, her bir şarkıya özel olarak hazırlanmış kompozisyonlarıyla da olumlu tepkiler alıyor. Time (You and I), So We Won’t Forget ve Pelota albümün ön plana çıkan şarkıları olarak dikkat çekiyor.
Mordechai, Khruangbin üçlüsünün gitar performanslarıyla da ayrıksı bir yerde duruyor. Gitarist Mark Speer, davulcu DJ Johnson ve Laura Lee, dinleyicilere kimi zaman solo gitar performansları sunuyor ve vokallere kendi seslerine dair ezgileri katmayı da ihmal etmiyor. Kimi zaman birkaç kelimelik bir ilahi formunu alan şarkı sözleri, kimi zamansa melodik dokunuşlarla albüme farklı bir hava katıyor.
Açılışını First Class ile yapan Mordechai, Khruangbin'in yaptığı müzik türü için platonik bir ideal olan Roy Ayers'in ölümsüz 1976 caz-funk parçası Everybody Loves the Sunshine ile devam ediyor. Khruangbin yeni albümüyle oldukça canlı ve ritmik bir müzik evrenini benimsediğini herkese gösteriyor.
New York merkezli sanat kurumu Andy Warhol Vakfı, bu yıl Amerika’daki 23 eyaletten 27 sanat organizasyonuna maddi yardımda bulunacak. Toplam değeri 4 milyon doları bulacak olan yardım, zor günler geçiren sanat endüstrisini canlandırma çalışmaları kapsamında gerçekleştirilecek. Yardım ile birlikte sergi, küratöryal araştırma ve diğer sanat programları desteklenecek.
Konuyla ilgili açıklama yapan Andy Warhol Vakfı program direktörü Rachel Bers şu ifadeleri kullanıyor:
“Bir ulus ve toplum olarak oldukça zor günlerden geçiyoruz. Bu tür krizler karşısında birlikte hareket etmek, birbirimizi desteklemek zorundayız. Bu doğrultuda hareket eden Andy Warhol Vakfı da sanat dünyasının dünü, bugünü ve geleceğini korumak adına böyle bir projeye hayat verdi.”
Bu yıl başlayacak ve 2 yıl sürecek bağış ve yardım kampanyası süreci boyunca birçok farklı türden proje desteklenecek. Bu çalışmalar doğtultusunda ilk olarak Black Lunch Table in Chicago ve Tri-Star Arts in Nashville projelerine maddi destek sunulacak. Yardım programı dâhilinde daha sonra aralarında El Museo del Barrio in New York, the Museum of Contemporary Art Chicago, the Colby College Museum of Art in Maine, and the Columbus Museum in Georgia’nın da olduğu 15 müzeye katkı verilecek. Bu çalışmalarla birlikte ekonomik olarak zor günler geçiren müze ve galerilerin yükünün hafifletilmesi sağlanacak.
Andy Warhol Vakfı’nın desteklediği çalışmalar içerisinde çeşitli küratöryal araştırma projeleri de yer alıyor. Bu açıdan the Baltimore Museum of Art in Maryland’dan Jessica Bell Brown’ın ve the Mississippi Museum of Art’tan Ryan Dennis’in çalışmaları programa dâhil ediliyor. Bu süreçte küratöryal araştırmacılara ise toplamda 142 bin dolarlık bir destek verilecek.
Kendisinden yıllardır yeni film ve televizyon programı beklenmesine rağmen sessizliğini koruyan David Lynch, buna karşılık çeşitli sosyal medya platformlarında ürettiği çalışmalarla çalışkan kimliğini göstermeye devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde YouTube kanalı üzerinden eski bir kısa film serisi olan Rabbits’i izleyicilerin beğenisine sunan Lynch, şimdi de yeni bir video serisiyle izleyicilerin karşısına çıkıyor.
Pandemi sürecinde insanlara destek olmak için yıllardır gerçekleştirmediği David Lynch ile Hava Durumu Sunumları’na yeniden başlayan usta yönetmen, Do You Have A Question for David? ile bu sürece yeni bir proje ilave ediyor. Lynch, yeni video serisini Twin Peaks: The Return’e hayat veren ve Longtime Lynch’in işbirlikçisi olan Sabrina Sutherland ile birlikte gerçekleştiriyor. Bu kapsamda yayımlanan 40 dakikalık ilk videoda David Lynch, kendisine yöneltilen sorulara cevap veriyor. Özel yaşamından sinemaya kadar birçok farklı konuda soruya cevap veren Lynch, kendisine dair bilinmeyen ve merak edilenleri gün yüzüne çıkarıyor.
Lynch’in bu tür çalışmaları hayattan zevk almak için yaptığını belirten Sutherland, yeni videolar ile içeriklerin yenileneceğini de sözlerine ekliyor. Benzer şekilde David Lynch Theater da yeni videolar için çalışmaların devam ettiğini ifade ediyor.
https://www.youtube.com/watch?v=K7hJAsC17iw
Onur Haftası geçtiğimiz 50 yıl içerisinde dünyanın birçok yerinde büyük etkinlik, festival ve marşlarla kutlanan bir geleneğe dönüştü. Ancak bu yıl pandemi nedeniyle birçok etkinlik ve festival iptal edildi veya ileri bir tarihe ertelendi, kimininse çevrim içi olarak gerçekleştirileceği duyuruldu. Artsy de bu düşünceden yola çıkarak Onur Haftası 2020 kapsamında 14 kuir sanatçının aşk temalı işlerini içeren küçük bir koleksiyon hazırladı.
Artsy’nin küratöryal direktörü Gemma Rolls-Bentley, dünyanın farklı yerlerinden kuir aşkı konu alan farklı türdeki işleri bir araya getirdi. Romantik aşktan arzuya, kuir arkadaşlıktan aile ve topluma kadar birçok unsuru bu üretimlerde görmek mümkün. Öte taraftan bu işler, toplumdaki kuir sorunsallarını görselleştirmek, ortaya kuir yaşamlara dair bir kimlik sunmasıyla da oldukça kritik bir noktada yer alıyor.
Bu ilginç koleksiyon sanat tarihinin baskın heteronormaline meydan okuyan çağdaş sanatçıları içeriyor, kuirin güncel sanattaki yerini göstermesiyle olduğu kadar geçmişini ön plana çıkarmasıyla da büyük bir ilgi uyandırıyor. Matthew Stone ve Gisela McDaniel gibi kendi stüdyosunda üretim yapan sanatçılardan ikonik fotoğrafçılar Isaac Julian ve Catherine Opie’ye kadar birçok sanatçının işleri bu sayede yeniden görülebiliyor. Öte taraftan 80 ve 90’lı yıllardan günümüze uzanan eserler, kuir sanatın nasıl geliştiğini de gözler önüne seriyor.
Kuir aşkı tasvir etmenin önemi sorulduğunda Catherine Opie şu ifadeleri kullanıyor: “Eğer biz üretimlerimizde bu tür eylemleri göstermezsek gelecekteki çocuklar bunun görsel bir kültür olarak var olduğunu nasıl anlayacak? Sevgiyi hetereseksüel bir toplumda cesurca ve aleni bir dille ifade edersek ne olur, neden bu konuda sessiz kalmamalıyız? Çünkü aşk, aşktır.”
Arthur Jafa’nın 2016 yılında gerçekleştirdiği video çalışması Love Is the Message, The Message Is Death ilk kez bir müze veya galeri dışında sanatseverlerle buluşacak. Jafa, yaptığı son açıklamada yedi buçuk dakikalık bu özel video çalışmasının 13 uluslararası sanat kurumunun web sitelerinde, 26 Haziran’dan 28 Haziran 2020 tarihine kadar 48 saat boyunca çevrim içi olarak yayımlanacağını duyurdu.
Love Is the Message, The Message Is Death, izleyicilere Kanye West’in Ultralight Beam şarkısı eşliğinde, Amerikan tarihinde siyahilerin mücadelesine odaklanan çeşitli görüntüler sunuyor. Siyahilerin etnik tarihi açısından oldukça önemli ânları gözler önüne seren video, ırkçılık karşıtı mücadeleyi yeniden gündeme getiriyor. Eser, daha önce ARTNews gibi birçok yayın tarafından 2010’lu yılların en önemli video çalışmalarından biri olarak da gösterilmişti.
Arthur Jafa, daha önce konuyla ilgili ARTNews’e yaptığı açıklamada ise şu ifadelere yer vermişti:
“Siyah insanların bundan etkileneceği konusunda oldukça şüpheliydim, ama tam bu sırada en umulmadık şey oldu, beyaz insanlar veya en azından siyahi olmayanlar bundan güçlü bir şekilde etkilendi. Yani ben aslında öylece oturup insanların ne tür tepkiler vereceğini beklemedim, ama tüm bu olanlar beni şaşırttı.”
Konuyla ilgili the Smithsonian American Art Museum’un direktörü Stephanie Stebich ise yaptığı açıklamada Arthur Jafa’nın işlerinin siyahilerin tarihi mücadelesini göstermesi bakımından oldukça önemli olduğunu belirtiyor. Bu orijinal iş, içerdiği görüntülerle tarihi eleştiren yeni bir anlayışı da gözler önüne seriyor.
Arthur Jafa çevrim içi olarak izleyicilerle buluşacak videonun 13 sanat kurumunun internet sitesi aracılığıyla yayımlanacağını da duyurdu. Bu kurumlar: the Smithsonian American Art Museum, the Hirshhorn Museum and Sculpture Garden in Washington, D.C.; the Dallas Museum of Art in Texas; Glenstone Museum in Maryland; the High Museum of Art in Atlanta; the Museum of Contemporary Art Los Angeles; the Studio Museum in Harlem; Tate in London; the Stedelijk Museum Amsterdam; the Palazzo Grassi and Punta della Dogana in Venice; the Julia Stoschek Collection in Berlin; and Luma Arles in France and Luma Westbau in Zürich.
Christopher Nolan’ın merakla beklenen yeni filmi Tenet’in gösterim tarihi pandeminin devam etmesi nedeniyle yeniden ileri bir tarihe ertelendi. Yapılan son açıklamaya göre 12 Ağustos 2020’de izleyicilerle buluşacağı duyurulan filmin Inception’ın 10. yıl dönümüne denk gelmesi de oldukça dikkat çekti.
İlk olarak 17 Temmuz’da, ardından da 31 Temmuz’da gösterime gireceği duyurulan Tenet, sinemaların açılış sürecindeki belirsizlik nedeniyle zor günler geçiriyor. Çekimleri için büyük bir bütçe ayrılan film, sinema endüstrisinin pandemi nedeniyle yaşadığı güç kaybını da açıkça gözler önüne seriyor. Filmin yapımcıları, başrollerinde John David Washington ve Robert Pattinson’ın yer aldığı Tenet için belirsizliğin sürdüğünü ancak gösterim için en uygun tarihi bulma konusunda yoğun çaba sarf ettiklerini belirtiyor.
Son olarak bir Warner Bros temsilcisi tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer veriliyor:
“Warner Bros şunu garanti edebilir ki Tenet izleyicilerle büyük ekranda ve sinema salonlarında buluşacak. Toplum sağlığını önemsiyoruz ve sinema salonları güvenli bir şekilde bu iş için hazır olana dek bekleyeceğiz.”
Öte taraftan Amerika Birleşik Devletleri’nde vaka sayılarının hızla artmaya devam etmesi süreç konusundaki belirsizliği de devam ettiriyor.
Sir Arthur Conan Doyle’un mirasçıları Netflix’i yeni filmi Enola Holmes nedeniyle dava etti.
Sir Arthur Conan Doyle mirasçıları ile yayın ve sinema endüstrisi arasındaki kriz giderek büyüyor. Daha önce Doyle’un bazı eserlerinin kendilerinden izin alınmadan sinemaya uyarlandığı öne süren aile, şimdi de Netflix’in Enola Holmes projesi için yeni bir davaya hazırlanıyor. Aile, miras haklarının ihlal edildiğini ve bu nedenle filmin yayımlanmaması gerektiğini ifade ediyor. Ailenin savunması merkezinde ise Elona Holmes ile ilgili metinlerin Doyle’un en büyük oğlunun ölümünün ardından, Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden 1923 ve 1927 yılları arasında yazılması yer alıyor. Aile aynı zamanda Legendary Pictures, Penguin Random House, Springer, Thorne ve yönetmen Harry Bradbeer’a da telif davası açtı. Telif hakkı ihlalinin, korunan Sherlock Holmes hikâyelerindeki orijinal yaratıcı ifadenin izinsiz kopyalanmasından kaynaklandığı söylendi.
Öte taraftan Netflix, Enola Holmes konusunda Sir Arthur Conan Doyle mirasçılarıyla aralarında herhangi bir sorun olmadığını belirtiyor. Netflix’in savunmasının odak noktasını ise 2014 yılında bir İngiliz mahkemesinin verdiği karar yer alıyor. Mirasçılar tarafından büyük bir üzüntüyle karşılanan davaya göre, Doyle’un 1923’ten önce yazdığı kitaplar kamu malı olarak kabul ediliyor ve üzerlerinde herhangi bir telif bulunmuyor.
Nancy Springer’ın aynı isimli kitap serisinden uyarlanan, başrolünde Stranger Things’in yıldız ismi Millie Bobby Brown’ın yer aldığı Enola Holmes, Sherlock Holmes’un en az kendisi kadar meşhur kız kardeşinin hikâyesini izleyicilerle buluşturacak. Springer’ın Doyle’un 10 farklı metninden yola çıkarak yazdığı kitap, okurlara oldukça zeki bir kadın dedektif örneği sunuyor.
Filmin oyuncu kadrosunda Millie Bobby Brown ile birlikte Henry Cavill, Helena Bonham Carter, Sam Claflin, Fiona Shaw ve Adeel Akhtar gibi önemli isimler yer alıyor.