09 MAYIS, PAZARTESİ, 2022

Su ile Sürdürülebilir Bir İlişki Kurabilmemiz Hâlâ Mümkün mü?

Eskişehir’de bulunan Eldem Sanat Alanı’nda, Esra Eldem’in direktörlüğünü ve Melike Bayık’ın küratörlüğünü yürüttüğü “Su-suz Yaz” projesi, değişen iklim koşullarında su probleminin çarpıklaşan güncel durumunun altını çiziyor. Bayık ile proje kapsamında devam eden sergi, konuşma serileri, atölye çalışmaları içeriği ve hibe desteği aldığı CultureCIVIC: Kültür Destek Programı ile iş birliği hakkında konuştuk.​

Su ile Sürdürülebilir Bir İlişki Kurabilmemiz Hâlâ Mümkün mü?

Bir AB projesi olan CultureCIVIC: Kültür Destek Programı’ndan hibe kazanan “Su-suz Yaz” isimli projeniz; sergi, söyleşi ve atölye çalışmalarından oluşuyor. Bu kapsamlı proje, suyun yaşamımız için öneminden yola çıkarak iklim krizi ve doğal felâketler gibi güncel problemlerin altını çiziyor. Bu projenin araştırma sürecinden ve CultureCIVIC ile iş birliğinizden bahsedebilir misiniz?

Proje aslında dört yıldır üstüne düşündüğüm bir kritikten yola çıkıyor. Metin Erksan’ın Susuz Yaz filmi üzerine Steven Spielberg’ün bir değerlendirmesini okumuştum ve oldukça etkilenmiştim. Filmi suya duyulan önem, aşk ve ihtiraslar arasında oldukça yoğun bir yorum ile ifade etmişti. Bu yaklaşım yıllarca zihnimde döndü, çeşitli zamanlarda yaptığım okumalar ile bir sergi yapma fikri doğalı da dört yıl oluyor. Bunca zamandır eser ya da sanatçı eklediğim bir liste olarak bugüne değin büyüdü bu sergi aslında. Nihayetinde zamanının geldiğini düşünerek Eskişehir’de yer alan Eldem Sanat Alanı’nda bu sergiyi gerçekleştirme gayesiyle kurucu direktörümüz Esra Eldem ile görüştüm. Kendisinin de projeye heyecan ile yaklaşmasıyla aslında “Su-suz Yaz” bir yıldır üstüne çalıştığımız, araştırdığımız, düşündüğümüz bir proje oldu.

​Eldem Sanat Alanı’nın kâr amacı gütmeyen bir kurum olması nedeniyle fon araştırmalarını her zaman yapıyoruz. Aynı zamanda kurulduğu günden bu yana çeşitli kişi ve kurumlarla düzenli devam eden iş birliklerimiz de bizim CultureCIVIC: Kültür Destek Programı’nın Yerel Hibeler fonuna başvurmamıza dair oldukça yol gösterici oldu. Esra Eldem kurum kimliğini her zaman eşitlik, hakkaniyet, adalet ve birleştirici olma, farkındalık yaratan, kolektif yapı ile de iş birliklerine açık bir kurum olarak hayal edip üstüne benim de paralel görüşlere sahip olmam sayesinde tüm projelerimiz ile bu yaklaşımını belirlediğimiz strateji yoluna girmiştik. CultureCIVIC projesinde de Esra Eldem projenin koordinasyonunu ve yürütücülüğünü üstlenmesi ve benim de küratöryel çalışmaları üstlenmem neticesinde birlikte balans içinde bir kalibrede projemizi ürettik. Birlikte kolektif bir ruh ile çalışabilme amacımız ile “Su-suz Yaz” gibi sosyal yapı içinde bireysel ve toplumsal eşitlik, göçler, iklim krizi, susuzluk ve sosyal adalet gibi konuları tartışmaya açma hedefimiz üzerinden salt bir sergi değil; söyleşiler, seminerler, çocuk atölyeleri, kamusal alan projeleri vb. gibi birbirinden farklı kapsamlı programlar geliştirdik. Bizim için bugün konuşabileceğimiz her içerik için birçok kişiye, yaş grubuna ve topluma ulaşma gayesi ile bu projeyi hazırladık.

Fotoğraf: Orhan Cem Çetin

Sergide yer alan işler toplumsal meseleler üzerinden su ile kurduğumuz ilişkiye dair çok farklı anlatılar barındırıyor. İnsanlığa ve doğaya ilişkin çarpıcı bir atmosfer sunuyor. Bu noktada, eser seçimleriniz, estetik yaklaşımınız ve işlerin birbirine nasıl eklemlendiğinden bahsedebilir misiniz?

“Su-suz Yaz” projesi sizin de söylediğiniz gibi insanlığa ve doğaya dair çeşitli farkındalıklar üzerinden şekillendi. Aslında sergide birbirinden farklı sanatçılar ile çok disiplinli bir yapı üstünden su krizine dokunmak istedim. Proje; susuzluk, tür değişiklikleri, su ekosisteminin bozulması, ekolojik yıkım, atıklarla canlı yaşamın tehlikeye atılması, Kanal İstanbul Projesi, HES projeleri, su ile kurduğumuz meditatif ve tinsel ilişki, suyun canlı yaşamı için olan önemi, post hakikat ve manipülasyonlar, canlı yaşam alanı değişimleri, suyun ticarileşmesi, dere ve akarsuların özgürce akamaması vb. gibi oldukça kapsamlı problemlere odaklanıyor.

Nihayetinde “Su-suz Yaz”, su krizine dair sürdürülebilirliği ortaya koyan, araştırma temelli bir proje olarak; birbiriyle ilişkili sosyo-politik birçok konuyu da değerlendirmeye alıyor. “Su-suz Yaz” projesinde yer alan sanatçılar ve bir araştırma inisiyatifi, su ekolojisini, kuraklık tehdidini, su sorununun neden olabileceği çevresel felâketleri, eserlerinde ve söyleşilerinde tartışıyor. Alper Aydın, Alpin Arda Bağcık, Özgür Demirci, Elmas Deniz, Bekir Dindar, Berna Dolmacı, Erdal Duman, Murat Germen, İz Öztat, Ilgın Seymen, Hale Tenger, Gülhatun Yıldırım adlı sanatçılar ve birbuçuk inisiyatifi, doğal ve toplumsal yaşamın kaynağı olan su ekolojisini, su krizinin tetikleyebileceği göç ve savaş gibi küresel krizleri, toplumların ve azınlıkların tecrübe etmek zorunda kalacağı göç, ayrımcılık, barınma ve insan hakları sorunlarını irdeliyor; bölgesel farkındalığın yükseltilmesi için yerel yönetimlerle iş birliği içinde bireylere ve topluma demokratik, şeffaf bir şekilde görüş aktarımının, ifade ve düşünce özgürlüğünün sağlanmasına odaklanıyor.

Yaşanan felâketlerden ziyade, ekolojik değişimin, dünyanın ısınmasının doğurduğu sonuçların, su krizinin konuşulmaya devam ettiği, çözüm yollarının aktarılıyor olduğu, yerel yönetimlerin ekoloji politikaları ile öncelikle küçük ölçekli bireysel ve toplumsal değişimlerin hedeflendiği “Su-suz Yaz” projesi, bir krizi durdurmaktansa, farkındalık ve bilinç aşılamayı hedefliyor. Proje, çocuklardan yetişkinlere bilinçli bir topluma –var olan ekolojik yıkımın yavaşlatılıp iyileştirilebileceği, çevresine karşı duyarlı ve hassas, doğaya dair bilgili ve bilinç düzeyi yüksek bir topluma– ulaşmayı amaç ediniyor.

​Bu açıdan sanatçıların eserleri de su-rant ilişkisi, su yaşam alanları, su ile kurulan meditatif ilişki, deniz canlı ekosistemi, HES projeleri, Kanal İstanbul projesi, dere ve suların özgürce akması, atık ve çevre kirliliğinin su yaşamındaki tezahürü ya da ileri dönüşüm ve sürdürülebilirlik gibi önemli konularda yan yana geliyor. Her bir eserin bir konuyu tartışmaya açtığı, Dalyancı Konağı’nın mimari dokusu içinde eklemlendiği bir anlatı oluşturduk.

Fotoğraf: Orhan Cem Çetin

Proje kapsamında gerçekleşen atölye çalışmaları, söyleşiler ve kamusal programlar hakkında bilgi alabilir miyiz? Bu çalışmalarda hangi konular üzerinde duruluyor? Kimler aktif katılım sağlıyor?

Projemizin koordinatörlüğünü de üstlenen Esra Eldem ile oldukça kapsamlı yan etkinlikler de hazırladık. Söyleşi dizileri, çeşitli atölye programları, kamusal etkinlikler ile disiplinlerarası ve kuşaklar arası bir çalışma yapmayı hedefledik.

Bu bağlamda birbuçuk inisiyatifi tarafından yürütülen “Su Konuşmaları” söyleşi dizisi ve benim moderatörlüğünü üstlendiğim “Sanatçı Söyleşileri” adlı iki farklı söyleşi dizisi var. Her iki söyleşi programını da hazırlarken ayda bir kez olacak şekilde kurguladık. birbuçuk inisiyatifi su konusunda alanda farklı disiplinlerde çeşitli konular üzerine çalışan kişiler ile bir söyleşi içeriği sunuyor. Bugüne kadar birbuçuk inisiyatifi moderatörlüğünde iki oturum gerçekleştirdik, bunlardan ilki Doç. Dr. Sedat Gündoğdu ile “Kirliliğin Görünmeyen Yüzü: Mikroplastik Kirliliği” ve diğeri Dr. Akgün İlhan ile “Su Hakkından Suyun Hakkına” başlıklı söyleşiler. Her biri sergide tartışmaya açtığımız konuları derinleştirerek izleyicilere bilimsel göstergeler üzerinden de aktarımda bulundular. Çevrim içi gerçekleştirilen bu söyleşileri toplumsal faydanın yüksek biçimde devam etmesini hedeflediğimiz bir gaye içinde Eldem Sanat Alanı’nın YouTube hesabından da paylaştık, izlenmeye devam ediyor. Sergi süresince iki tane daha heyecan verici konuşma yapılacak!

Ayrıca benim yürüttüğüm “Sanatçı Konuşmaları” dizisinde ise yine iki tane söyleşi gerçekleştirdik, bunlardan ilkini “Su-suz Yaz I: Yaşam Alanları, Su Yolları” başlığı ile Alper Aydın, İz Öztat ve Hale Tenger ile gerçekleştirdik. İkincisi ise “Su-suz Yaz II: Su-Rant İlişkisi” başlığı altında Murat Germen, Bekir Dindar ve Elmas Deniz ile gerçekleştirildi. Bu programı kurgularken sanatçıların sergide yer alan eserleri üzerinden değindikleri konuları daha çok kişiye iletebileceğimiz olabildiğince kapsamlı bir çerçeve kurma hedefimiz vardı. Sanatçı söyleşileri ile bunu yapabildiğimizi ümit ediyorum. Çevrim içi gerçekleştirilen bu konuşma dizisini de Eldem Sanat Alanı’nın YouTube hesabına yüklüyoruz. Ayrıca sergideki yer alan henüz konuşmadığımız sanatçılar ile de bu süreçte yine aylık konuşmalar devam edecek.

Yine sorduğunuz bir diğer soru ise atölye çalışmaları. Bu çalışmada sergide en çok önemsediğimiz kısımlardan birisi çocuk atölyeleri oldu açıkçası. Londra merkezli bir kuruluş olan Qbicart ile iki tane çocuk atölyesi planlıyoruz. Mayıs ayında 6-9 yaş grubuna açık çağrı ile duyuru yapıldıktan sonra öncelikle çocukların anlayabileceği seviyede bir aktarım ile serginin kavramsal çerçevesi anlatıldıktan sonra kısa süreli resim yapma etkinliği ile çocukların bilincinin yükseltilmesi, farkındalık yaratılması üzerine atölye çalışmaları gerçekleştirilecek. Aynı zamanda Turmepa ve Pera Müzesi Öğretim Atölyeleri yöneticisi Eda Göknar iş birliği ile de planladığımız çocuk atölyeleri programı üzerine çalışıyoruz. Bu program için ayrıca yerel yönetimler ve STK’lar ile de iş birliği geliştirerek, mekân dışına taşmayı tasarladığımız çocuklara yönelik atölyeler olacak. Özellikle Odunpazarı bölgesindeki çeşitli okullara erişerek çocukların bu atölyelere gelmesi ya da bizim onlara gitmemiz üzerine bir çalışma yürütüyoruz. Aynı zamanda farklı yaş gruplarına da hitap ederek Zeyno Pekünlü ile üniversite öğrencilerini ve akran gruplarını içine alacak bir atölye hazırlıyoruz. Yaz döneminde de Elçin Acun ve Yasemin Kalaycı ile çevresel atık üzerinden Cyanotype atölyesi gerçekleştireceğiz.

Tüm bunlar dışında ise kamusal bir program çalışması yürütüyoruz. Yine çok değerli kurumlar ve kişiler ile sokakları keşfedeceğimiz bir iş birliği geliştirme aşamasındayız. Sergideki sanatçılarımızdan Ilgın Seymen’in Kanlıkavak’ta haziran ayında gerçekleştireceği bir kamusal etkinlik yanında sanatçılarımızdan Gülhatun Yıldırım’ın da lokale özgü çalışmayı hedeflediği bir proje özelinde araştırmalarımızı sürdürüyoruz. Bir yandan da Eldem Sanat Alanı’nın kurulduğu günden bu yana her yaz gerçekleştirdiği açık hava sineması etkinliklerini bu proje özelinde de değerlendiriyoruz, projemizin kavramsal boyutu kapsamında bir açık hava sineması da organize etmeye çalışıyoruz.

​Sonucunda aslında sadece bir sergiden değil, kapsamlı bir anlatıdan çok boyutlu yaklaşımlardan oluşan “Su-suz Yaz” projemizi birbirinden önemli etkinlikler ve iş birlikleri ile de zenginleştirerek kitlesel yayılımı olabildiğince genişletmeye çalışıyoruz.

1-2. Gülhatun Yıldırım
3-4. Alper Aydın
5. Alpin Arda Bağcık
​6. Hale Tenger

Küratörlüğünü üstlendiğiniz birçok serginiz oldu. Fakat “Su-suz Yaz” ise CultureCIVIC Yerel Hibeler desteğiyle yerel topluluklar ve izleyiciler üzerinden sosyal sorunları mercek altına alan ve bu bağlamda diyaloğa teşvik eden bir proje. Devam etmekte olan serginiz ve ilgili yan etkinlikler, çalışmalar çerçevesindeki izleyici ve katılımcı deneyimlerini, dönüşlerini aktarabilir misiniz?

Projenin en büyük hedefi aslında gerçekten bilinç düzeyini yükseltmek ve farkındalık yaratmak. Hem sergi ile hem de söyleşi, atölye çalışmaları ve kamusal alan programları ile olabildiğince toplumsal yayılımı hedefledik. Bu açıdan bakıldığında söyleşilerimizin sonucunda sunduğumuz iletişim ve değerlendirme anketleri ile dinleyicilerden olumlu değişimlerin tetiklendiği dönüşler aldık. Bir diğer yandan sergi ise her izleyiciden dikkatli bir izlenim ve sonucunda etkili dönüşler aldı. Dediğim gibi en önemli konu izleyici ve dinleyicinin farkındalığını katlayabilecek, yaşamlarının devamında düzenli bir değişimin olabileceği bir çabaydı. Bu açıdan şu ana kadar aldığımız dönüşler ve deneyimler hedeflediğimiz şekilde ilerliyor.

​Çocuk atölyeleri ve kamusal programlar ile de gerçekleştiğinde farkındalık yaratan dönüşler alacağımızı ümit ediyorum.

Sergi metninizde, apokaliptik bir yaşamın sınırında olduğumuzu vurguluyorsunuz. Ekolojik dengelerin alt üst olması, kaynakların bilinçsizce kullanılması, plastik atıklar, ağır metal ve kimyasalların suya karışması gibi eylemler üzerinden insanlığa dair sert bir eleştiri yönlendirdiğinizi ifade edebilirim. İnsanların doğaya verdiği tahribatın geri döndürülemez seviyelere ulaştığı bir dönemde, hem doğa hem de insanlık için hâlâ umut var mı? Siz bu ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Tüm olumsuz şeylere rağmen hayatın devam ettiğini, dönüşümün olabileceğini ve umutlu olmak gerektiğini düşünüyorum. Doğa her durumda kendini yenilemeyi ve her şeyin çok daha üstünde bir gücü olduğunu sıklıkla insanlığa gösteriyor. Bence daha da önemlisi biz insanlar bu değişim odağında hayatta kalabilecek ve ait olduğumuz doğa ile daha barışık bir yaşam sürdürebilecek miyiz? Nihayetinde Nazım’ın da dediği gibi “Ümitli olmak güzel şey”. Böyle apokaliptik zamanlarda daha da çok bunu anımsamalıyız açıkçası.

Eldem Sanat Alanı, son yıllarda sanat alanında ivme kazanan Eskişehir’de bulunuyor. Bu sergiyi Eldem Sanat Alanı’nda oluşturma fikri nasıl gelişti? Bu durumu, sanatın merkez-periferi ilişkisi ile beraber değerlendirebilir misiniz?

Eldem Sanat Alanı ile uzun süredir çalışmalar yürütüyoruz. Periferide yer alan Eskişehir’in hâlihazırda bildiği, alışık olduğu kültürel altyapı üzerine sanat ve kültür coğrafyasında daha da güçlenmesi oldukça kıymetli. İstanbul’a trenle 3 saat gibi kısa bir sürede gelmek, coğrafya olarak birçok yerin ortasında bulunması gibi önemli bir pozisyonu var. Proje, merkezinin Eskişehir olması nedeniyle merkez-periferi ilişkisini de ön plana alarak İç Anadolu’nun çay, dere, sulak alanlar gibi önemli su kaynaklarına dair bilinçlendirme ve koruma konusunda farkındalık sağlamayı hedefliyor. Eskişehir’in kent merkezinde yer alan Porsuk Çayı, çayın geçmişten bugüne geçirdiği dönüşüm, bir dönem fabrika atıkları nedeniyle renkli aktığı gibi söylentiler, bugün ise yeşil bir renk içinde olmasına rağmen göz bebeği olması açısından önemli. Ayrıca periferi içinde İç Anadolu coğrafyasındaki sulak alanlar açısından da lokasyon anlamında merkeziyet ilişkisinin dışında lokali hedeflediği, yerel halka odaklanmayı istediğimiz için Eskişehir’de gerçekleşti.

1-5. Bekir Dindar
​6-7. Ilgın Seymen

Sergide izlediğimiz eserlerin seçkisi kavramsal çerçeve içinde nasıl belirlendi, nasıl yerleşti?

Her şeyden önce geniş bir eser seçkisi ile bu yola çıktım, bu her zamanki çalışma yöntemimin de bir parçası. Sanatçıdan önce eserler benim için belirleyici oluyor. Elbette yapıtları belirlerken binanın fiziki durumu, disiplinlerarasılık, kuşaklar arası olma, cinsiyet eşitliği ve bu sergi özelinde bir noktada içeriğe göre mümkünse aktivist sanatçıları davet ettik. Yukarıda da belirttiğim birbirinden önemli ve toplumsal fayda ölçeğindeki konular için kavramsal tartışmaları üzerinden bir seçki oluştu ve binaya yerleşti. Bir konuda karar verirken hepsini aynı anda yürütmek ve hassas bir terazide sürdürmek gerekiyor.

Sergide yer alan her bir yapıtı sanatçı ve varsa kurumları ile dikkatle kurguladık. Berna Dolmacı’nın Sisli Mavi adlı yerleştirmesi ileri dönüşümü aktarırken Ilgın Seymen’in Manzara - Yeni Cennet Koyu, Manzara - Hüzün Tarlası, Denizle Gelen ve Gözyaşlarımı Tutamıyorum adlı fotoğraf, video ve yerleştirmeden oluşan yapıtları çevresel kirlilik, atık ve plastik tüketimi gibi konulara değiniyor. Özgür Demirci’nin Sana Anlatmak İstediğim Şeyler Var adlı iki kanallı videosu su ile kurduğumuz iyileştirici gücün etkisine odaklanırken, Gülhatun Yıldırım’ın Senin Yarın Su adlı iki farklı zamanda gerçekleştirilmiş performansı ve Üçleme: Su, Toprak, Hava adlı performans kitabı ve fotoğrafı benzer şekilde insanlığın su ile olan ilişkisine değiniyor. Erdal Duman’ın Su Akar Yolunu Bulur adlı cam neon içi sulu tüpleri ise su ile kurulan tinsel ilişkiyi bize sunuyor ve iyicil düşünmeye işaret ediyor. Alper Aydın’ın Su Şehri ve Köprü adlı fotoğrafları ise bir fizik kuralından yola çıkarak su altındaki mikro canlıları bir cam fanus içinde ilk kez gökyüzü ve karanın görünebileceği bir anlatı ile deneysel yaşam alanı alternatifleri üzerinden sunuyor.

Bekir Dindar Kanalist adlı dokümantatif fotoğraf serisi ile Kanal İstanbul projesinin gerçekleştirilme hedefi olan bölgeye bakıyor. Aynı zamanda Murat Germen %5 adlı araştırma fotoğraflarının neticesinde HES projelerine değiniyor, İz Öztat Geleceğin Kuzeyindeki Nehirlerde Serisinden adlı suluboya dizisinde HES projeleri, dere ve nehirlerin özgürce akması, haklı sosyal mücadele gibi konulara referanslar veriyor. Elmas Deniz’in Para Yoksa Su Yok adlı duvar yazısı, folyo harflerden oluşan eseri ise suyun ticarileşmesinden söz ediyor. Bu açıdan Alpin Arda Bağcık’ın Ritalin adlı yapıtı ise post-hakikat çağında toplumsal gerçekliklerin medya yolu ile manipüle edilmesine odaklanıyor ve izlenilen resmin temelinde kullanılan fotoğraftaki hikâyeden bir mesaj aktarıyor.

Son olarak Hale Tenger’in Bir çeşit dilsizlik adlı bronz, demir, yanık motor yağından oluşan eseri ise yapıtın üzerinde yer alan yanarak yok olup yerini akışkan hâldeki bronza bırakan at nalı kestanesinin kurumuş, taşlaşmış bir orman gibi zifiri bir siyahlıkta görünen motor yağı içinden yükseldiği bir yapıt. Yanık, kullanılmış motor yağı oldukça kimyasal, toksik bir yağ olarak dikdörtgen bir tepsi içinde pürüzsüz ve merak uyandırıcı bir yoğunlukta izleniyor. Bu denli toksik ve belki de bataklık gibi tahayyül edilebilecek yağ içinde kuru bir orman gibi düşünülebilecek bronz at nalı kestanesi dalları ile hicivli ve düşündürücü bir içerik aktarıyor. Serginin çeşitli konularından birisine, çepeçevre bir özet gibi aktarımda bulunan eser kirlenen sular, denizler, kuruyan ormanlar ve bitkiler, habitatı değişmiş bir çevre ilişkisine de atıfta bulunuyor.

​Bu noktada sergide yer alan her bir eser ve sanatçı dikkatli bir aktarım ile çevresel krizlere ve değişimlere dair eserleri üzerinden kıymetli sorular soruyor ve yeni araştırma yolları açıyor.

1-4. Özgür Demirci
5-6. İz Öztat
​7. Murat Germen

“Su-suz Yaz”da az önce sözünü ettiğiniz eserler içinde bazı yapıtlar mekâna özgü olacak şekilde Eskişehir’de mi üretildi yoksa kavramsal çerçeve ile uyumlu daha önceden üretilmiş eserleri mi izleyiciye sundunuz

“Su-suz Yaz” projemizin sergi kısmında yer alan eserlerde içerik ile uyumlu olan daha önceden üretilmiş eserleri de izleyiciye sunuyoruz. Dalyancı Konağı’na uygun, mekâna özgü yerleştirmeler olarak çalışılan yapıtlar da yer alıyor. Her iki yaklaşım içinde de periferide olduğumuzu göz önüne alarak ana arter İstanbul’da olan sergiler, etkinlikler yanında İstanbul dışındaki izleyiciye açılmasını hedeflediğimiz projede yapıtlar çoğu zaman izleyici ile ilk kez buluşmuş oluyor. Bu açıdan disiplinlerarası olma konusuna oldukça dikkat ederek mekân içinde izleyici için bir reverans yarattık diye düşünüyorum. Yapının kendine özgü dokusu dahilinde Ilgın Seymen ve Berna Dolmacı’yı Dalyancı Konağı’nın iki alanına yeni eserler üretmeleri konusunda Eskişehir’e davet ettik. Ilgın Seymen binanın dış cephesine kapı ve pencereleri kullanarak çalışmayı istediği bir proje geliştirdi. Gözyaşlarımı Tutamıyorum ismini verdiği projesinde binanın dış cephesindeki pencere ve kapıları bir yüz gibi yorumlayarak pencerelerden (göz olarak adlettiği) aşağıda akar şekilde izlenen, atıklardan oluşturulmuş iki parça yerleştirmesini çalıştı. İstanbul’da başlayan çalışma süreci Esra Eldem’in koordinatörlüğü ile Eskişehir’de geçirdiği bir hafta kadar süre sonunda taçlandı. Yapıtın adı kadar bulunduğu konu ve anlatısı içindeki ironi, duygu yükü ve izleyici ile iletişimi açısından önemli bir üretim süreci geçirdik diyebilirim.

​Bir diğer mekâna özgü üreten sanatçı ise Berna Dolmacı. Kendisini aralık ayında Eskişehir’e davet ettiğimizde öncelikle konağın tarihi dokusu, bezemeleri karşısında oldukça heyecan duydu. İki haftaya yakın bir süre Eskişehir’de kalan sanatçı, proje koordinatörümüz Esra Eldem ile de sıklıkla görüşerek paralelinde bina hakkında bilgi alarak, yapıyı daha da sık inceleyerek ilerledi. Sisli Mavi ismi ile ürettiği eser ince, saman kâğıdı dokusunda kâğıtlardan ve çoğunlukla organik malzemelerin renklerinden elde edilmiş renkler ve az miktarda akrilik boya ile çalışılmış bir yapıt. Karanfil, hibiskus gibi organik tohumlardan elde ettiği renkler ile Dalyancı Konağı’nın giriş katındaki hol alanında büyük bir yerleştirme hazırladı. 10-15 gün kadar Eskişehir’de konuk ettiğimiz sanatçı binanın bezeme renkleri, iç dokusu, restorasyon neticesindeki güçlendirilmiş yapısını da göz önüne alarak ileri dönüşümün aktarıldığı önemli referanslar taşıyan bir eser üretti. Kâğıtları kat be kat günlerce boyayarak eski dönem çarşaf, çamaşır kurutma gibi etki ile iplere asıp kurutup ilmik ilmik birbirine toplu iğne ile işlediği, birleştirdiği bir çalışma bu. 4.5 m büyüklüğündeki bu yapıt tavandan yere izleyicileri duvar resmi gibi dikkat çekici bir ileri dönüşüm örneği olarak karşılıyor.

Serginin ismini taşıdığı, Metin Erksan’ın Susuz Yaz isimli filmi, gerçekçi bir üslupla üstü örtük toplumsal konulara vurgu yapan 1960’larda sansüre uğrayan bir film. Filmin sansürü üzerinden yola çıkarak sergide yer alan eserlerin çoğunda ise HES, Kanal İstanbul, iktidar veya kapitalist düzene dair irdelenen konular açıkça tartışılıyor ve görünür kılınıyor. Sansür veya otosansür ekseninde meseleleri konuşmak artık daha mı kolay? Sanat yapmak sizce hangi dönemde daha zordu?

Oldukça kritik bir soru yönelttiniz. Sansür veya otosansür konusunda tartışmak istediğimiz herhangi bir meseleyi konuşmak hiçbir zaman kolay olmadı bana kalırsa. Daima çeşitli sosyo-politik ve kültürel ananelere maruz kalıyoruz. Bu Batı ya da Doğu coğrafyası olarak değişmiyor. Her dönem üretim yapmak oldukça zordu bana kalırsa. Yine her dönemin kendi olumlu ve olumsuz, kusurlu ve pürüzsüz durumları mevcuttu. Bu açıdan sansür ya da otosansür gelişirken döneme, içinde olduğumuz durumlara bakıp, sosyo-politik ve kültürel etmenleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Lakin her durumda cesaretli, özgür ve üretken olmak gerekiyor ki o büyük karanlıklar aydınlığa dönüşsün.

Son olarak, “Su-suz Yaz” sergisiyle izleyiciler üzerinde nasıl bir etki yaratmayı hedeflediniz? Bu bağlamda beklentilerinizden bahsedebilir misiniz?

Çok net biçimde su krizi üzerine toplumsal adalet ve eşitlik güderek herkese yayılabilmeyi, farkındalık oluşturmayı, doğayı, gezegenimizi, yaşamımızı değiştirebilecek, çeşitli çevre felaketlerine dair ilerleyişi yavaşlatabilecek bireyselden toplumsala odaklanan bir etki yaratmayı hedefledik. Umuyoruz ki bu süreç elimizden geldiğince gerçekleşiyor!

“Su-suz Yaz” projesini kasım ayı sonuna kadar Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda ziyaret edebilirsiniz. Çevrim içi ve yüz yüze gerçekleştirilecek seminer ve atölye takvimi Eldem Sanat Alanı’nın sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz. Eldem Sanat Alanı’nın YouTube hesabına buradan ulaşabilirsiniz.

0
4588
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage