29 AĞUSTOS, PERŞEMBE, 2013

İsmet Doğan

İsmet Doğan'ın atölyesindeyiz. Sanatçının beş yıl önce yerleştiği ev ve çalışma alanı olarak kullandığı bu mekan, İstiklal Cadddesi'ni kesen dar sokaklardan birinde. Atölyeden içeri girdiğimizde bunun beş saatlik bir sohbet olacağının farkında değiliz.

İsmet Doğan

Samed’le birlikte atölyedeyiz. Bundan 4 yıl önce, bir sergi çıkışı spontan bir şekilde gelmiştim buraya. Şimdi planlıyız ve konuşacak çok şey var. İsmet Doğan'ın asistanlarından Deniz bize atölyeyi gezdiriyor. Aslında, atölyenin ötesinde, sanatçının retrospektifi ve hayatında bir gezinti bu. Girişte, birbiri ardına sıralanmış tuvalleri geçip ofis bölümüne gidiyoruz doğrudan. Kırık sandalye fotoğrafı ve fotoğrafın içindeki kırık olmayan sandalye fotoğrafı. Üzerinde çıplak bir kadın. Bu, Doğan'ın son dönem işlerinden, fotoğrafı dijital yollarla manipüle ettiği seriden... Ardından, aynı mekanda başımızı bu tarihi evin tavanına doğru kaldırıyoruz, Ne Mutlu Türküm Diyene yazıyor neon harflerle. Bunun yıllar önce yapılması planlanan fakat yeni hayata geçen bir iş olduğunu öğreniyorum.

Bir köşede kurumuş çiçek fotoğrafı, üzerinde dijital baskıyla harfler... Diğer köşede, kurumuş meyveler ve yine harfler. Bedenler ve üzerlerinde harfler. Bedenlerin üzerinde, çiçeklerin yapraklarında, yiyeceklerin içinde, yamyamların sofrasında. ‘’Nedir dille bu ilişkin? ‘’diye soruyorum.

Sanatçının tüm işlerinde; bedende, çiçekte, babada, egoda, bende, sende, aynada, kuru meyvede, her şey dilden ibaret değil mi? Öyle olduğu kadar, bir de bu zeminin harflerle altı çizilmemiş mi?

Sohbetimizin ilk iki saati Türkiye'de güncel sanatta yayın, yazı, eleştiri ve eleştirel dil üzerinden ilerliyor. Yine bir dil, yine bir yazı meselesi üzerinden. Ne zaman işlerle ilgili konuşmak istesem, söz hep yine bu konuya, yazı ve eleştiri eksikliğine geliyor. İsmet Doğan, yazı eksikliğinin çok farkında. Onu bunu geçiyor, asıl meseleye, hafıza kaybına dönüyor hep. Yazıyla uğraşan bir sanat çalışanı olarak, benim de meselem bu. Neden daha fazla üretmediğimiz üzerine, dahası neden daha fazla konuşmadığımız üzerine saatlerce konuşuyoruz. 

Geçtiğimiz yıl Salt İstanbul'da, bu yıl Nisan ayında da Salt Ankara'da açılan 'O zamanlar konuşuyorduk' sergisi, o dönemi, bugünü ve masadaki konuyu özetliyor aslında. İstanbul'daki sergi üzerine yapılan konuşmadan duyduğum kadarıyla, 'O zamanlar konuşuyorduk' geçmişte sergiye katılan bir sanatçı ya da küratörün - Ali Akay olabilir - serginin Salt'ta tekrar gerçekleşmesi söz konusu olduğunda dile getirdiği bir ifade. Geçmişe özlem, bugüne ihtiyaç.

Bugün daha fazlayız fakat o zamanlar konuşulduğu kadar / gibi konuşmuyoruz. Bugün, kendi aramızda değil, kendi kendimize konuşuyoruz. O zamanlar konuşulmasına özlemle yapılan, nostalji yüklü bir konuşma bu aslında, geldiği yer bugün, ve burada tıkanabiliyor.

İsmet Doğan, konuşabildiği bir dönemden geliyor. Sanatçının eski katalogları da geliyor gündeme ve masaya. Biri elinde kalmamış, gittigidiyor'dan almış. Diğeri, 90'larda küratörlüğünü yaptığı bir sergiden. Sergiden daha kalıcı, daha büyük, daha çok şey söylüyor belki katalog, metin, söz.

Resimlerindeki harfler, söz ve ego kadar resimleri üzerine yazılanlar da bir o kadar önemli sanatçı için. Ganna Ordinartseva, sanatçının Autos adını verdiği seri üzerine şunları belirtiyor:

''İsmet Doğan izleyiciyi karmaşık bir görsel dil üzerinden; batıl sembollerle, kültürel kodlarla ve işaretlerle karşı karşıya getirir. Autos serisinde Doğan, Ai Weiwei’nin antik bir Çin vazosunu düşürdüğü fotoğrafına gönderme yapar. Kök veya köken anlamına gelen Autos serisinde sanatçı, Derrida’nın yıkım felsefesinden yola çıkarak şeylerin bağlam dışına çıktıklarında anlamlarına yitirdiklerini ifade eder.''

Doğan’ın 2010 yılına ait serisi ‘Babanın Adı’da sanatçı yine yıkımın ve ideolojilerin üzerine gidiyor. 'Baba'nın, politik figürün yerine geçmesi. Baba'nın ikonlaşması ve hükmetmesi. Burada yine dil, dikte ediyor. Ba-ba, diye, ama görünmeden yapıyor bunu.

Ayna, yıllardır kullandığı bir malzeme. Autos serisi öncesinde ve sonrasında ayna hep var. Ayna ve Ego serisinde İsmet Doğan; iktidar, ben ve tabii bununla gelen kimlik, aidiyet, yer değiştirme ve her şeyin sonunda yersiz kalma meselelerine odaklanıyor. Yersizlik, hayatın ortasında. Zamansallaştırmadan, dönemlere sahip çıkma, anlama ve sonra onları bozma, işlerin zeminini oluşturuyor.

Oryantalizm serisi, oryantalizmin karşısında, o dönemi bugüne taşıyor, bozarak. ''Bugünün insanı aç ve acımasız, bu yamyam serisi, bu yüzden ortaya çıktı.'' diyor. Kendisinin neden son dönemlerde, bu kadar resmin merkezinde olduğunu merak ediyorum. Ego! Ego daha önce aynalarına yazdığı, harfleriyle bir araya getirdiği, bedenlere dokuduğu bir kavram. Ego, işlerin üzerinde, aynaların kendisinde ve dışbükey tüm yüzeylerde... 


Cem Yılmaz'ın Ulus'taki evini yaptırdığı bir dönem. Mimar diyor ki, o köşeye İsmet Doğan resmi olmaz, Cem Yılmaz onu oraya asmak istiyor, sanatçının EGO adlı serisinden bir resim alıyor. İsmet Doğan’a göre, Cem Yılmaz bu resmi hiç ummadığı kadar iyi okuyor. Resimle birlikte yola çıkılıyor ve Yılmaz’ın evine gidiliyor. Bu resim alışverişi zamanında olay olmuş. Benim haberim yok. İkisinin konuştuğunu ve hayatlarının bir yerlerde kesiştiğini, benim hayatımın da onlarla burada kesişeceğinden de haberim yoktu.

İstiklal Caddesi’nde bir atölye/evdeyiz. Samed’le beş metre yüksekliğinde tavana bakıyoruz, ufka bakar gibi. Emek Sineması yakınında, sağlam kalmış, korunmuş bir binada, hafızadan söz ediyoruz. Türkiye’de, edebiyatta biraz olan, sanatta olmayan, geçmişle ilgili kazı yapılarak çıkarılmaya ve oluşturulmaya çalışılan hafızadan söz ediyoruz aslında. İsmet Doğan’ın resimlerindeki ‘öteki’, ‘ben’, ‘ayna’, ‘yamyam’dan. Modernizmde sıkışmaktan.

Modernizmden, neden bugünmüş gibi söz ediyoruz hala?İsmet Doğan şöyle diyor ‘Habermas der ki, modernizm henüz tamamlanmadı.’ 

0
13989
0
Yazar:
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage