02 MAYIS, SALI, 2023

Kendini Aramanın Girdabı: “Karanlık Gece”

Özcan Alper’in senaryosunu Murat Uyurkulak ile birlikte kaleme aldığı son filmi Karanlık Gece, vizyon yolculuğuna başladı. 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde prömiyerini yapan ve festivalde “En İyi Film” ve “En İyi Senaryo” ödüllerini kazanan filmde toplu bir öfkenin parçası hâline gelen, Anadolu'da küçük bir köyde vicdanıyla, etrafındaki sessizliğin şiddetiyle mücadele eden İshak’ın hikâyesi anlatılıyor. Karanlık Gece üzerine bir yazı.

Kendini Aramanın Girdabı: “Karanlık Gece”

E. M. Cioran, Parçalanma kitabında “Sabahtan öğlene kadar ‘insan bir girdaptır, insan bir girdaptır’ diye tekrarlayıp durdum. Daha iyisini bulamıyorum, çok yazık!” der. Yaşam çok fazla imkân ve olanaksızlık yaratır. Hem boşluk hem doluluk, hem coşku hem bunalım. Bu yüzden bugünün ve şimdinin içinde kendimizi hep bir sürüklenme hâlinde hissederiz. Dünün sancısı, bugünün telaşı, yarının kaygısı bizi kendi içimize doğru kuytulara sürükler. Bugünde yaşayamayız. İnsan tam da bu yüzden şimdiki zamandan geçmişin silinmeyen izlerine doğru sürüklenmeye meyillidir. Ve bu sürüklenmelerin dönüp dolaşıp durduğu yer kendimiz olduğumuz, kendimizce olabildiğimizi sandığımız ya da en fazla kendimizi ait hissetmişiz gibi düşündüğümüz anlarda asılı kalmıştır. Bazen çocuklukta açılan yara, bazen annenin dizlerine başını koyduğun küçük bir an, bazen de sadece kendi evinde hissetmiş olmanın verdiği huzurlu zamanlardır.

​Yaşadığımız yerlerde, kentte, düzlüklerde, çorak topraklarda, her şey hep aynı görünür. Herkes ve her şey birbirleriyle ilişkilidir. Herkes aynı kaygılar ve endişeler içinde boğulur. Terk etmesi zordur oraları çünkü başka bir dünya tanımamışsındır. Bir kayıp ya da eksiklik başına gelmediği sürece bulunduğun yerin sana yetmediğinin farkına varamazsın. Bir kayıp yaşadığımızda, acının üstünden biraz zaman geçtikten sonra ev kavramı üzerine düşünmeye başlarız. Acı dünyamızı küçültür, sınırlar. Acı alanımızı daraltır. Evlerimiz, sığınağımız ve sınırımız olur. Sınırlar vardır ama bedenimiz de vardır. Peki ev sadece bir kelime mi yoksa içimizde taşıdığımız bir şey mi?

Kendimize Ördüğümüz Duvarları Anlayabilmek İçin Başkalarının Kapatıldığı Hücreleri Görmeye Çalışmak Elzemdir

Yaşamın ve toplumun önümüze koyduğu çatışmalar ve çetin durumlar karşısında taşımak istediklerimizle, düşüncelerimizle, duygularımızla, üzerimize yapışanlarla, kendimizden sıyırdıklarımızla, biricik yaşantımızla gittiğimiz her yerde kendi bünyemiz evimiz olur. Sonra bize sadece ayağımızı basabileceğimiz bir toprak parçası yeterli olur. Bulunduğun yere aitsen evin var demektir. Çünkü içinde bulunduğun yerin bir şekilde parçasısındır. Yeni bir şeyler görmeyi kovalayarak “ev” tanımının içerebileceği parantez içlerini doldurmak isteriz. Kendimize ördüğümüz duvarları anlayabilmek için başkalarının kapatıldığı hücreleri görmeye çalışmak elzemdir. Kendimizi bir başlangıç gibi yeniden yaratmanın yolu budur. Yaşadıklarımızı unutmak yerine, gerçeği halı altına süpürmenin konforundan çıkıp yüzleşmelere hazır olmamız gerekir. Bu bizi bir zamanlar olduğumuz hâllere, hissettiğimiz duygulara, şimdiden bakınca daha önce nasıl bağ kurduğumuzu anlamadığımız meselelerin içine doğru çeker. Ve birçok hikâyenin gizi geriye dönmenin yüzleşmesi üzerinden tekrar gün yüzüne çıkar. Özcan Alper, geriye dönüşler üzerinden hikâye yaratmanın en mahir kişilerinden biri. Son filmi Karanlık Gece, geçtiğimiz sene izlediğim, bu sene vizyona giren filmlerden şimdilik en iyisi.

Herkesin Hatırlayacağı ve Unutmak İsteyeceği Bir Gece Vardır

Özcan Alper’in senaryosunu Murat Uyurkulak ile birlikte kaleme aldığı Karanlık Gece filminin başrollerinde Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu, Taner Birsel ve Sibel Kekilli var. İshak, küçük bir dağ kasabasından çıkmış gezgin bir müzisyendir. Yedi yıl önce parçası olduğu bir linç olayı, ölmek üzere olan annesine veda etmek için kasabasına döndüğünde peşini bırakmaz. Çocukluk arkadaşları olan diğer beş faille ve onları destekleyen kasaba halkı ile yüzleşen İshak, üzerine çöken suçluluk duygusuyla mücadele eder. Ancak suç ne kadar büyükse, herkesin elinde kan olduğu için sessizlik o kadar güçlenir.

Kucağımızda kendimiz, ensemizde endişeler. İçimizde ağırlığını hissettiğimiz ifadesizlik, sözler susar. Bakışlar anlatır, kendine izini takip edeceği bir yol arar. Kendimize kötülük yapanı tanırız, unutmayız. Her şeye dâhil olmak ya da olan bitenlerden kendi paçamızı sıyırmaya çalışmak. Adalet, hukuk, kimlik, barınma, toplumun parçası olma gibi temel insani hakların yoksunluğundan doğan muğlâklık paranoyası... Karanlık Gece, dışarıdan gelenin bulunduğu yerde yitip giden vicdanın üzerine çöken örtüyü kaldırmasını anlatır. İçeride olandan, mağdur eden tarafından anlatımıyla vicdan kazısı yaparak kırıntılar bulmaya çalışır. Özcan Alper, toplumumuzun güzel olan her şeyi; dostlukları, ilişkileri, doğayı ihmal ve linç etme reflekslerinin nedenlerini sessizce ve sakince anlatır. Berkay Ateş’in canlandırdığı İshak karakterinin yüzünde eskiyle tekrar karşılaşmanın, yaşamanın ve onunla yüzleşmenin ağrısı vardır. Çünkü eskinin hep üstesinden gelmiş gibi hissederiz. Cem Yiğit Üzümoğlu’nun hayat verdiği Ali karakterinde yeniye duyduğu saf merak ve onun gerçeğiyle baş etme çabasını görürüz. Taner Birsel’in baba karakterinin arayan gözlerle, Sibel Kekilli’nin abla karakteriyse bir an önce kaçmanın telaşıyla bakar etrafına. Film içinde tüm karakterler paçasından bir şeyleri sıyırmaya ya da çetin arayışlar ve savaşların içine girmeye hazırdır. Herkes kendine kendi izini belirginleştirecek bir hikâye yaratmaya çalışır. Ve belki de elinden kayıp gitmiş, yaşama ihtimalini ıskalamış olduğu bir imkânı geri kazanmak isterler. Devam edebilmenin gücünü; vicdanın rahatlığından, gerçeğin can yakıcı etkisinden azade düşünmek mümkün değildir.

​Sınırları belirli alanda sıkışmış karakterlerin hayatlarında çok büyük sayılabilecek anlar olur. Şehirde yaşayanlar için küçük sayılabilecek anlar… Hayatın rutinine sıkışmış, herhangi bir sürprizle karşılaşmaktan belki de umudunu kaybetmiş, hayatın avuçlarına kendini bırakmış İshak ve bu hayattan gitmeden geride hatırlanacak bir iz bırakmak isteyen, belki de işe yaradım demek isteyen Ali’nin bir aradalıkları toplumsal baskıların altında kendiliğinden bir sığınak oluşturur. Özcan Alper, iki insanın hoş zamanlar geçirmesinden dolayı linç edilmesini anlatırken bir av-avcı hikâyesi yaratır. Savaş ya da kaç meselesini vicdan ve hatırlama ekseni üzerinden kuran film, tüm bunların yanına adaletin de yoksunluğunu ekleyerek yokluğun taşlaşmış hâlinin altında oluşan oyukların içine yaptıklarımızla yüzleşmenin yitirilmiş tortusunu iliştirir. Kendimizden bile sakındığımız gizemli yanımızın ortaya çıktığı bir gece varsa; o herkesin hatırlayacağı ve unutmak isteyeceği bir gece vardır. Gecenin şahidi olmaz. Karanlık Gece, tüm bunları sessiz bir şekilde bağıra bağıra anlatan bir film.

Ev Yerine Geçebilecek Şeye Sahip Olmak Bizim Sınırımızı ve Eşiğimizi Belirler

Yaşam; her zaman bir eve dönüş hakkı ve nedeni önümüze serer. Kendi kendine edinilen bu hayatın bizi dibe, geçmişe sürükleyen bir yanı hep vardır. Çünkü yaşam bizden hem politik hem de sosyolojik olarak bir form bekler. Herkesin kendince baş etmeye çalıştığı şeyler var. En başat olan meselemizse; mutlak olarak bir sonunun olduğunu bildiğimiz yaşamda bir “yuva” hissine sahip olmaktır. Her yeri kendi yuvamız, yurdumuz yapmak düşüncesi bize kuvvet veren şeylerin başında geliyor. Kendimizi, dünya üzerinde göçmen ya da sürgün düşünmek gerekir. Bir yerden diğerine gittiğimizde kaldığımız ve gittiğimiz yere yerleşebilmenin yollarından biri de bu. Evet, hayatımızın daha geniş bir coğrafyaya yayılabilmesi için bir koruyucu alana ihtiyacımız var. Çünkü ona ihtiyacımız olmaması için önce ona sahip olmamız gerekir. En kötü ihtimalle onun tanımını yapmış olmamız gerekir. Bedenimizin sığacağı kadar toprak kâfi. Geçmiş, şimdi, gelecek, para, inanç, insanlar, duygular, düşünceler... Bunların hepsi yurt yerine geçebilecek kavramlar. Evin içinde olduğumuz sürece ev de bizim içimizdedir. Ve ev yerine geçebilecek şeye sahip olmak bizim sınırımızı ve eşiğimizi belirler. Sınırını ve eşiğini iyi tanıdıktan sonra hareket etmemiz kendiliğinden kolaylaşır. Bir yandan da onların ayağımıza dolanmasını engellemek adına pratik kazandırır. Bir yerlere gitmek fikri, yeni yerler keşfetme imkânının yanında bazen de bizi yanlış yollara sokabilir. Yanlış yola sapmış olmak, normalde hiç denemeyeceğimiz hiç göremeyeceğimiz şeylere tanık olmamızı da sağlayabilir. Başka insanlarla birlikte olmanın yolları da buradan geçer. Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’ndan bir cümle var aklımda: “Kendimize doğru yola çıkar, başkalarında mola veririz.” Belki de kendimize yeni bir başlangıç yaratmanın yolu; tüm bu karşılaşmalara, tanıklıklara, güzel olanın yanında durabilme cesareti göstermeye ve vicdanın getirdiği tüm çatışmalara hazırlıklı olmaktan geçiyordur.  

0
8242
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage