Çağlar Fidan ve Nikos Papageorgiou ile Ezgi Köker ve Asineth Fotini Kokkala’yla birlikte hazırladıkları, İstanbul’un ve Yunanistan’ın adalarından yankılanan, iki halkın ortak kültürel hafızasında yer etmiş Türkçe ve Rumca şarkılardan oluşan Ada (Νήσος) adlı EP üzerine konuştuk.
Ada (Νήσος), iki dilde, bir denizden yankılanan şarkılardan oluşan özel bir EP. Çağlar Fidan (vokal, kanun, def), Ezgi Köker (vokal, ud), Nikos Papageorgiou (vokal, lavta) ve Asineth Fotini Kokkala (vokal, kanun) tarafından kaydedilen albüm yüzyıllardır devam eden iki kültür arasındaki müzikal etkileşimin izlerini sürüyor. EP’de dört şarkı yer alıyor: “Mimosas from Buyukada”, “The Belle of the Islands”, “Pascha on Meis”, “Ada Sahilleri: Crete and the Princes’ Islands”. Her biri Girit, Meis, Midilli ve Prens Adaları’nın ezgilerini ve hikâyelerini taşıyor.
20 Haziran’da dinleyiciye sunulan Ada (Νήσος) ilk olarak 25 Haziran akşamı 53. İstanbul Müzik Festivali kapsamında Kınalıada Hristos Rum Ortodoks Manastırı’nda gerçekleşecek konserde canlı olarak çalınacak. EP hakkında merak ettiklerimizi Çağlar Fidan ve Nikos Papageorgiou’ya sorduk.
Ada (Νήσος) her biri İstanbul’un ve Yunanistan’ın adalarından ilham alan ezgiler ve hikâyeler taşıyan dört şarkıdan oluşan, kültürel ve sanatsal zenginliği temsil eden bir EP. Aynı zamanda 25 Haziran’da 53. İstanbul Müzik Festivali kapsamında bir de konseri olacak. Ada (Νήσος) projesinin çıkış fikrinin temellerini neler oluşturuyor?
Çağlar Fidan: Ada (Νήσος), ortaya çıkışını bir konsere borçlu: İKSV’nin organize ettiği 53. İstanbul Müzik Festivali kapsamında 25 Haziran’da Kınalıada Hristos Rum Manastırı’nda vereceğimiz “Ada” başlıklı konser. EP’den önce belki bu konserden bahsetmek gerekir. Çünkü EP, bu konserde icra edeceğimiz birkaç şarkıdan oluşuyor. “Ada” konseri, festivalin “Sınırların Ötesinde” temasına referansta bulunuyor. Repertuvarda İstanbul’un Prens Adaları’ndaki Türkçe şarkılar ve Santorini, Girit, Midilli ve Meis gibi Yunanistan adalarındaki Yunanca halk şarkıları var. Grubun bütün üyeleri hem vokalist hem de enstrümanist pozisyonundalar. Ezgi Köker aslen solist olmasına rağmen bu konserde ud da çalacak. Asineth Fotini Kokkala kanunu ve vokaliyle; Nikos Papageorgiou da lavta, tanbur ve vokaliyle performansta yerini alacak. Ben de vokal, kanun ve defle sahnede olacağım. Projenin ortaya çıkışına birkaç faktör kaynaklık etti. Sanırım başat olanı Büyükada’da yaşamam. Ada yaşantısı, İstanbul’un Prens Adaları’ndaki müziğe ayrı bir hassasiyetimin oluşmasına sebep oluyor. Bir başka faktör, birkaç yıl önce okuduğum bir kitap önsözü. Bu önsözde yer alan birkaç cümle karşı sahille ilgili biraz olsun fikir sahibi olan herkesin iki kültür arasındaki fark etmekte zorluk çekmeyeceği yakınlığı ve benzerliği somutlaştırmasını sağlıyor: Akdeniz tarihçisi Fernand Braudel, 16. yüzyıl Akdeniz’iyle ilgili hazırladığı bir çalışmasının önsözünde “Türk Akdeniz’in Hıristiyan Akdeniz’le aynı ruh hâlini yaşadığını ve soluduğunu, denizin bütününün tıpatıp aynı sorunları ve aynı sonuçları olmasa da genel eğilimleriyle ortak, üstelik ağır da bir kaderi paylaştığını” vurguluyor. Bu kader ortaklığının aynı zamanda kültürel bir ortaklığı da barındırdığını düşünmek çok zor değil. Niko ve Fotini ile dostluğumuzun temelini de bu kültürel ortaklık oluşturuyor aslında. Onlarla müzik vasıtasıyla tanıştık ve üçümüz (hatta Ezgi’yle beraber dördümüz) farklı coğrafyalarda doğmuş olsak da ortak bir müzik dilini konuşabilmekte hemen hemen hiç zorlanmadık. Ve bunun için Niko ve Fotini’nin yıllar önce İstanbul’a taşınmalarına gerek olmayabilirdi. Onlarla tanıştığımız yer Türkiye değil de Yunanistan olsaydı bile inanıyorum ki bu ortak dili konuşabilirdik.
Niko Papageorgiou: Fikir geçen yaz Çağlar’dan çıktı. İstanbul’dan yola çıkıp Prens Adaları’na ve oradan Ege adalarına uzanan bir rota hayal ettik. Bu fikir zamanla şekillendi ve proje, önümüzdeki hafta İKSV Müzik Festivali kapsamında izleyiciyle buluşacak. “Ada” kelimesini ortak payda olarak aldık. Parçalar İstanbul müziğinden zaman içinde etkilenmiş bölgelerin ezgilerini bir araya getiriyor. Bu repertuvar, geçmiş yüzyıllar boyunca süregelen bir müzikal etkileşimin ve kültürel alışverişin izlerini sürüyor. Provalar sırasında, konser repertuvarından küçük bir seçkiyi kaydetme fikri de ortaya çıktı. Sonunda da tam konserden önce EP’miz dinleyicilerle buluşacak.
Fikir ne kadar sürede olgunlaşıp bugün bir albüme ve konsere dönüştü? Çalışma ve hazırlık sürecinizden biraz bahsedebilir misiniz? Albümü hazırlarken faydalandığınız ya da ilham aldığınız kaynaklar, arşivler oldu mu?
Çağlar Fidan: Konser repertuvarına çok erken çalışmaya koyulduk. İlk provamız sanıyorum şubat ayındaydı. Burada provalar için bize alan açan İstos Sahne ekibine teşekkür etmemiz gerekiyor. Hem Anna Maria Aslanoğlu hem de bütün İstos ekibi bize çok büyük kolaylıklar sağladılar. Prova süreci devam ederken konserin kaydını alıp yayımlama fikri doğdu aramızda. Onun öncesinde de birkaç şarkılık bir derleme kaydetmenin iyi bir fikir olacağını düşündük. Ada (Νήσος) bu şekilde ortaya çıktı. Konserden bir fragman gibi...
Uzun bir süredir Osmanlı müziği repertuvarında bulunan eserlerden oluşan ve besteciler, söz yazarları veya güftelerden hareketle çeşitli konu başlıkları altında derlediğim kişisel bir seçkim var. Konser temalarını genellikle bu havuzdaki konu başlıklarından hazırlıyorum. Adalar da bu konu başlıklarından biriydi. Burada bir teşekkür de divanmakam.com adlı platforma gitmeli. Çok geniş bir Osmanlı müziği nota koleksiyonunu barındırıyor bu platform. Repertuvar hazırlarken çoğunlukla burayı kullanıyorum. Bu projenin repertuvarını oluştururken de aynı platformdan faydalandım. Bunun dışında, konserde “Adalı Üç Yazar” başlıklı bir kısım da var. Burada Heybeliada ve Büyükada’da yaşamış ve hâlâ yaşayan üç yazardan -Ahmet Rasim Bey, Orhan Seyfi Orhon ve Orhan Pamuk’tan- ilhamla seçilmiş üç eser seslendireceğiz. Heybeliada, Ahmet Rasim Bey’in biyografisinde de yer edinmiş bir yer çünkü hayatının son yıllarını burada geçirdi ve son nefesini bu adada verdi. Orhan Seyfi Orhon da yine Büyükada’da yaşamış ve bu adada hayatını kaybetmişti. Orhan Pamuk ise bildiğim kadarıyla hâlâ yılın belirli dönemlerinde Büyükada’da yaşıyor. Sözünü ettiğim kısımda Ahmet Rasim Bey’in bestelediği bir şarkı, Orhan Seyfi Orhon’un şiirinden bestelenmiş bir fokstrot ve Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanından hareketle 18. yüzyılda bir minyatürde tasvir edilen bir müzisyenin bestelediği bir ağır semaiyi seslendireceğiz. Dolayısıyla kaynaklara bu üç yazar hakkında oluşturulmuş biyografiler veya bizzat kendilerinin ürettikleri eserler de dahil.
Konserin bir diğer kolu da Yunanistan adalarındaki halk şarkılarıydı. Burada sözü Niko’ya bırakmak gerek.
Niko Papageorgiou: Repertuvarın hazırlığı ve provalar son birkaç aydır yoğun bir şekilde devam ediyor. Bu proje benim için oldukça kişisel bir anlam taşıyor çünkü geçmişte yaşadığım birçok deneyimi bir araya getiriyor. Ege adalarının müzikal repertuvarını inceleme şansım olmuştu ve bu proje, o dönemlerde edindiğim bilgi ve birikimi yeniden canlandırmam için güzel bir fırsat oldu. Aynı zamanda, müzikal olarak Fotini ile olan bağım — özellikle Nikoteini üzerinden gelişen iş birliğimiz — ve Çağlar’la son yıllarda farklı ama her biri çok özel projelerde birlikte çalışmamız, bu süreci benim için daha da anlamlı kılıyor. Bu proje sayesinde tanıştığım ve müzikal yaklaşımını gerçekten çok takdir ettiğim Ezgi’yle de yollarımız kesişti. Bir bakıma, geçmişten gelen parçaları bir araya getirip, bu harika müzisyenlerle birlikte yeni bir şey inşa ediyorum diyebilirim. Bu da projeyi benim için hem duygusal hem de sanatsal açıdan çok özel kılıyor.
Adalardan seçtiğimiz repertuvar, Ege’nin müzikal çeşitliliğini olabildiğince kapsayıcı bir şekilde yansıtıyor. Midilli’nin zeybekleri ve melizmatik ezgilerinden, Kiklad Adaları’nın balloslarına, güneydoğu Ege’nin sousta ritimlerinden, Girit müziğinin syrtos’larına ve İmroz’dan gelen bir bukolik ezgiye kadar uzanan geniş bir yelpaze söz konusu. Tüm bu parçalar repertuvarımızı oluşturuyor. Ve her biri, farklı şekillerde de olsa, İstanbul müziğiyle bir bağ kuruyor — ki yolculuğumuzun çıkış noktası İstanbul.
Albümde yer alan şarkılar İstanbul’un Prens Adaları ile Girit, Meis, Midilli, İmroz ve Santorini gibi Yunanistan adalarının ortak kültürel hafızasında yer etmiş Türkçe ve Rumca şarkılar. Mimosas from Buyukada, The Belle of the Islands, Pascha on Meis, Ada Sahilleri: Crete and the Princes’ Islands. Bu şarkıları seçmenizdeki özel sebepler, onları öne çıkaran yönleri nelerdi?
Çağlar Fidan: Mimosas from Buyukada, Büyükada’da yaşamış olan bir şairin, Ahmet Refik Altınay’ın (1881-1937) sözlerini yazdığı bir şarkı. Bestesi de Mısırlı Udi İbrahim Efendi’ye (1879-1948) ait. Ada şarkılarında vurgulanan birkaç tema var. Deniz, gün batımı ve peyzaj bunlardan birkaçı. Bu şarkının son dizeleri Büyükada’yla özdeşleşen mimoza bitkisine referansta bulunuyor. Hem şairin Adalı olması hem de şarkı sözlerindeki ada çiçeği referansı bu şarkıyı seçmemde etkili oldu:
“Gel de biraz gözlerini göreyim
Mimozadan sana çelenk öreyim”.
The Belle of the Islands da yine aynı şekilde adalara ve spesifik olarak Büyükada’ya referansta bulunan bir şarkı. Bestecisi Artaki Candan (1885-1948), şarkıda Adalarda gezen “sefalı” ve “belalı” güzel bir dilberi anlatıyor. Şarkının ikinci dizesinde bu dilberin Büyükada Dil Burnu’ndaki gezintisini tasvir ediyor:
“Adalarda gezer durur edalı
Bilmem o da bir yâre mi sevdalı
Adalının her bir hali sefalı
Pek güzeldir ama biraz belalı
Nazlı nazlı iskeleye inişi
Hele o dilberin Dil’e dönüşü
Etrafına bakıp gözler süzüşü
Aldatır herkesi bahta gülüşü”
Niko Papageorgiou: Pascha on Meis, Kastellorizo (Meis) adasından gelen geleneksel bir Paskalya şarkısı. Bu parça aynı zamanda bir oyun havası. Sözlerinde, sıklıkla olduğu gibi, gurbet teması öne çıkıyor; özellikle memleketlerinden uzakta, yabancı ülkelerde yaşayan ve Paskalya’yı adalarında kutlayamayan akrabalara ve arkadaşlara dair duygular ifade ediliyor.
Ada Sahilleri: Crete and the Princes’ Islands ise Girit’ten ve Prens Adaları’ndan geliyor. Önce “Ada Sahillerinde Bekliyorum” adlı şarkının Girit varyasyonunu seslendiriyoruz. Girit’te “Halepianos Manes” olarak biliniyor. Yalnız adını aldığı yer Suriye’deki Halep değil, Girit’in Hanya şehrine bağlı Halepa köydür. Bu ezginin ayrıca Arapça bir versiyonu da var: “Qadduka al Mayas” adıyla biliniyor. Elbette bu melodi farklı bölgelerde de çeşitli biçimlerde karşımıza çıkıyor.
Ardından da bilinen Türkçe versiyonunu icra ettik. Kapanışta ise, parçanın bir başka Yunanca versiyonunda yer alan “Matia mou, glyka mou matia” (Gözlerim, tatlı gözlerim) adlı nakarat bölümünü ekledik. Bu versiyon işte eski kahve aman kayıtlarından geliyor ve muhtemelen İstanbullu bir eserdir.
Sanatçılar olarak da Türkiye’den ve Yunanistan’dan gelen kökleriniz var. Bu adalardan çıkan şarkıların ortak duygusu nedir?
Niko Papageorgiou: Tüm olup bitenleri kapsayan ortak bir duygu bulmak benim için kolay değil. Bazı ortak noktalar elbette var – örneğin makam yapısı – ama her birimiz kendi estetik anlayışımızı da ortaya koyuyoruz. Bu da kişisel deneyimlerimize ve karakterimize bağlı olarak şekilleniyor.
Benim için en ilginç olan şey, Ezgi ve Çağlar’ın Yunan parçalarına getirdiği bakış açıları. Bu repertuar onlar için kültürel olarak yabancı olabilir; ancak bu eserleri hem özgün hem yaratıcı hem de zarif bir şekilde yorumlayabilmeleri gerçekten etkileyici. Yunan müziğine dışarıdan bakmalarına rağmen, içten ve özenli bir yaklaşım sergiliyorlar, bu bana ilham veriyor.
Bu iki kültürün benzerliklerinin sizlerdeki yansımalarını nasıl tarif edersiniz? Şarkıları çalarken ya da araştırırken şaşırdığınız durumlar yaşadınız mı?
Çağlar Fidan: Bir anım var, onu anlatmaktan çok keyif alıyorum: 2024 eylülünde Midilli’de bir yazlık kasabadaydım. Akşam saatlerinde bir kafeye oturdum. Bir süre sonra çok yakınımdan ud, ney, santur ve bendir sesleri yükselmeye başladı. Kanunum yanımdaydı; yanlarına gidip onlara eşlik edip edemeyeceğimi sordum. Kabul ettiler. Sonraki birkaç saat boyunca birlikte müzik yaptık ve birbirimize sorduğumuz her “Şimdi ne çalalım?” sorusunda cevabı bulmamız birkaç dakika bile sürmedi. O insanlar belki de İstanbul’a hiç ayak basmadılar. Ama ortak bir repertuvarımız vardı. Hani ilk sorunun cevabında da söz etmiştim, Niko ve Fotini İstanbul’da yaşayan iki Yunan müzisyen olmasaydı da aynı ortak müzik dilini konuşabileceğimizden... Midilli’de yaşadığım şey buna bir örnekti. Bu sanırım yüzyıllar öncesinde de böyleydi ve daha geniş bir coğrafya için de geçerliydi. Bülent Aksoy’un Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki kitabında şu iki anekdotu not almıştım: 17. yüzyılda yaşamış Fransız gezgin Poullet, bir çalışmasında Türk müziğinden bahsederken “Bu müziğin güzelliklerinden daha fazla söz etmeyeceğim, çünkü Venedik’e giden Fransızlar bu müziği orada zaten dinliyorlar.” diye yazıyor. Veya 18. yüzyıldan yine bir Fransız gezgin Guillaume Villoteau, Mısır’da gördüğü Osmanlı sazlarını anlatırken “tanbur-i şarki” [şark/doğu tanburu] adında bir enstrümandan “Venedik’te halk arasında çalınan sazlarla aynı” diye bahsediyor. Bugün inanabilmesi güç bir şey olsa da o yüzyıl için bir benzerlik söz konusu olmalıydı bu iki Akdeniz devletinin müzik kültürü arasında.
Albümde yer alan şarkılar bir nostaljiyi mi temsil ediyor yoksa bugünkü dinleyiciler için de güncelliğini koruyan bir mirasın ürünleri mi? Nasıl değerlendiriyorsunuz bu konuyu?
Çağlar Fidan: Repertuvarın vurguladığı kültür ve kader ortaklığının bugünü de yansıttığını düşünüyorum. Elbette bu düşüncem yakın geçmişte yaşanan 6-7 Eylül olayları gibi acı verici vakaların bu ortaklıklara büyük bir darbe vurmuş olmasını dışlamıyor. Bu vakaların sonuçlarından biri de özellikle İstanbul’daki Rum cemaatinin, yaşadıkları şehri terk etmesi oldu ne yazık ki. Dolayısıyla repertuvar bugün kaybedildiği düşünülen bir ortak belleğe saygı duruşu olarak algılanabilir. Fakat her şeye -bilhassa günümüzde zaman zaman şahit olunan politik sahadaki gerginliklere- rağmen bütün bu acı ve utanç verici olayların, iki toplum arasındaki mesafeyi sanıldığı kadar arttırmadığına inanıyorum. Bu inancımda yanılıyorsam eğer hem vereceğimiz konserin hem de yayımlayacağımız EP’nin bu olası mesafenin azalmasında bir payı olmasını çok isterdim.
Ada (Νήσος)’yı dinleyen birinin aklında kalmasını istediğiniz imge ve duygu ne olsun istersiniz?
Çağlar Fidan: Aslında dinleyicide canlanmasını istediğim bütün hisleri ve imgeleri şarkıların bizzat kendileri sunuyor: Ada, deniz, gün batımı, peyzaj, özlem... Diğer yandan EP’nin kapak görselinde yer alan çalışma bu imgeleri kuvvetlendirmeye yardımcı oldu. Ali Atmaca’nın bir çalışması yer alıyor kapakta. Sevgili Ali ile 2024 yazında Bodrum Gümüşlük’te tanıştık. Uzun yıllardır orada yaşıyor. Hayata bakışıyla daha ilk günden beni çok etkilemişti. Ona büyük bir saygı ve sevgi taşıyorum. Kapak görselinde onun çalışması olduğu için çok şanslıyız.
Niko Papageorgiou: Eğer yaz hitleri olamıyorlarsa, o zaman sakin bir yazın hatırası olsunlar.
Birlikte üreten, icra eden sanatçılarsınız. Bu proje kişisel olarak sizin için ne ifade ediyor? Müzikal tarihinizde nasıl bir yer edinecek?
Çağlar Fidan: Aslında bir süredir, yaptığım müziğin beslendiği kaynaklara yenilerini eklemek istediğim bir dönemdeyim. İstanbul’un müziğimi esinlemesi muhtemelen hayatımın sonuna kadar isteyeceğim bir şey. Fakat şu son birkaç yılda müzikal odağımı çevre coğrafyalar -özellikle Yunanistan coğrafyası- da cezbetmeye başladı. Bunda kimi yazar ve sanatçıların payı çok büyük. Homeros, Sappho, John Craxton, Alekos Fassianos, Nikos Kazancakis, Theophilos Hatzimihail, Savina Yannatou, Antonis Apergis onlardan bazıları. Niko (Papageorgiou) ile olan arkadaşlığımın da buna çok katkısı oldu. Özetle çok da uzun olmayan bir süre içinde yaptığım müziğin ilham kaynaklarına bu coğrafyayı da eklemeyi istiyorum. “Ada” konseri bu noktada beni motive ediyor.
53. İstanbul Müzik Festivali kapsamında, 25 Haziran’da Kınalıada Hristos Rum Ortodoks Manastırı’nda gerçekleşecek “Ada” konserinden de konuşalım isterim. Konserin bu özel, manevi değeri olan mekânda gerçekleşmesi size nasıl hissettiriyor? Mekânın ruhu “Ada”ya karıştığında bu şarkılar nasıl duyulacak?
Çağlar Fidan: Kınalıada, Prens Adaları arasında en çok sempati duyduğum ada sanırım. Özellikle kış mevsimindeki izole hali beni çok cezbediyor. Konser adadaki Hristos Rum Ortodoks Manastırı’nda verilecek. Bu manastırın 1071’deki Malazgirt Savaşı’nın aktörlerinden biri olan Doğu Roma İmparatoru Romen Diyojen’in hayatını kaybettiği yer olması da ilgi çekici... Burada çalacağımız için çok heyecanlıyım. Diğer yandan konserin bu manastırda verilmesinde büyük desteği olan sevgili Laki Vingas’a da teşekkür borçluyuz.
Niko Papageorgiou: Bu yeri, Rum cemaat yaşamındaki faaliyetim sayesinde tanıyorum ve birkaç sefer ziyaret ettim. Böyle bir konser için İstanbul’daki en uygun yer olduğunu düşünüyorum ve bu da, Sayın Lakis Vingas sayesinde mümkün oluyor.
Ada, (Νήσος) için nasıl bir yolculuk hayal ediyorsunuz? İlk konserin ardından neler olacak?
Çağlar Fidan: 25 Haziran’daki konseri Yunanistan adalarına ve bu adalarla deniz sınırı bulunan Türkiye’deki kimi bölgelere de taşımayı planlıyoruz. Ayrıca 25 Haziran’daki konserin kaydını almak ve albüm hâlinde yayımlamak da planlarımız arasında.
Niko Papageorgiou: Barış ve karşılıklı anlayışla dolu bir dünyada yaratıcı olmaya devam edebilelim.