53. İstanbul Müzik Festivali kapsamında 12 Haziran akşamı Gautier Capuçon ile dinleyicilerini 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan büyüleyici bir müzikal yolculuğa çıkaracak dünyaca ünlü piyanist Alexandre Kantorow ile konser öncesi bir araya geldik.
O, sadece klasik müzik dergilerinin değil, ana akım mecraların da son dönemdeki yıldızlarından biri. The New York Times, BBC ve Gramophone’da hakkında çıkan övgü dolu yazılar Fransız piyanist Alexandre Kantorow’un son dönemde yakaladığı popülaritenin de bir yansıması. Başta prestijli Gilmore olmak üzere kazandığı ödüllerden de bahsetmeden geçmek olmaz. Klasik müzik dünyasında yakaladığı bu ilgiyi kitlesel çapta bir bilinirliğe dönüştüren olay ise geçen yıl Paris Olimpiyatları’nda yaşandı. Genç piyanist, günlerce konuşulan olimpiyat açılış töreninin herkesin ortak kanaatince en beğenilen performanslarından birine imza attı. Seine nehri kıyısında piyanosunun başında göründüğü an, Celline Dion’un Eiffel Kulesi’ndeki performansı kadar ilgi görmeyi başardı. Brahms, Schumann ve Çaykovski gibi büyük bestecilerin piyano eserlerini yorumlayan Kantorow çok da yabancısı olmadığı İstanbul’a geliyor.
28 yaşındaki piyanist Alexandre Kantorow, 53. İstanbul Müzik Festivali kapsamında Fransa’nın bir diğer dünya çapında ismi çellist Gautier Capuçon ile birlikte 12 Haziran akşamı CRR Konser Salonu’nda sahne alacak. Konser öncesinde Kantorow ile bir araya geldik. Sıcakların kendisini hissettirmeye başladığı bir haziran sabahında Kantorow’dan hem İstanbul anılarını dinledik hem de müzikal yolculuğundaki son gelişmeleri konuştuk.
Paris son iki haftadır sporla gündemde. Parisli bir müzisyen olarak sporla aranız nasıl diye sorarak başlamak istiyorum.
Olanlardan haberdarım ama pek de takip ettiğim söylenemez. Futbol karşılaşmalarını izleme fırsatım olmadı açıkçası. Ancak bir Parisli olarak Roland Garros Tenis Turnuvası’nı büyük bir heyecanla takip ettim.
Müzikseverler sizi yeniden İstanbul’da ağırlayacak. Bu, aynı zamanda İstanbul Müzik Festivali’ndeki ilk performansınız olacak. Daha önceki gelişlerinize dair neler anımsıyorsunuz?
İstanbul’da ikisi konser için olmak üzere toplamda üç kez geldim. Daha fazla da olabilir. Ama dediğiniz gibi ilk kez İstanbul Müzik Festivali kapsamında sahnede olacağım. İstanbul’a dair hatırladıklarım daha doğrusu unutamadıklarım muhteşem manzarası. Galata Köprüsü’nde yediğim balık ekmek de unutamadıklarım arasında. Peşi sıra gezdiğim cami ve saray gibi tarihi mekânları da buna eklemeliyim.
En son gelişimde Saint-Saëns seslendirmiştim. Seyircinin ilgi ve sessizliği benim için çok dikkat çekici unsurlardı. Sonrasında müzikseverlerle sohbet imkânım olmuştu. Şimdi bunu yeniden üstelik de bir festival kapsamında gerçekleştirecek olmaktan mutluluk duyuyorum.
İstanbul Müzik Festivali’nin programı açıklanır açıklanmaz merakla beklenen konserlerden biri bu oldu. CRR Konser Salonu’ndaki performansta size daha önce de defalarca birlikte sahne aldığınız bir yıldız isim, çellist Gautier Capuçon eşlik edecek. Bizleri nasıl bir konser bekliyor?
Evet, Capuçon ile defalarca aynı sahneyi paylaştık. İstanbul’daki programımız da oldukça ilginç. Repertuvar üzerine çalışırken ortaya bir kontrast çıkarmaya çalıştık. Programda Brahms’tan Beethoven’a uzana bir skalada canlı ve maceracı eserler var. Böylece hem ilk bölümde hem de ikinci bölümde bu kontrastı sunmak istedik. Normalde keman için yazılmış olan Frank César’ın sonatını çalacağız. Ama bu eser bazen çelloyla da çalınıyor. Biz de bunu yinelemek istedik. Daha önce de Gautier Capuçon ile sahnede çalma fırsatımız oldu ama bu resitalin çok görkemli olacağını söyleyebilirim.
Konser repertuvarında sizin de dediğiniz gibi bir Brahms eseri yer alıyor. Bu noktada sözü Alman besteciye ve sizin onun eserleriyle olan bağınıza getirmek istiyorum. 2020’den beri yayımladığınız kayıtlarda Brahms’ın eserlerine odaklandınız. Alman besteci sizin için ne ifade ediyor?
Onu ta içimde hissediyorum. Onun müziğini çok küçük yaşlarımdan itibaren keşfettiğim için kendimi şanslı kabul ediyorum. Brahms, kişilik olarak da klasik müzik dünyasının çok önemli bir karakteri. O, klasik müziğin yapısını tamamen korurken, aynı zamanda geleceğe de bakan bir köprü görevi görüyor. Brahms aynı zamanda çok öz bilinçli birisi. Beğenmediği tüm eserlerini yaktı. Bu yüzden dokunduğu her şey gerçekten altın değerinde.
Brahms projesinde beni en çok ilgilendiren şey, onun erken dönem eserleriydi çünkü Brahms’ı düşündüğümüzde aklımıza genellikle orta yaşlı, sakallı ve oldukça ağır bir ses tonuna sahip bir adam gelir, Brahms’ı Liszt veya Wagner ile karşılaştırdığımızda onun gerçekten muhafazakar bir besteci olduğunu düşünürüz. Brahms’ın gençlik dönemine ait eserlerine baktığımda ise, o dönemde mümkün olan her şeyi denemeye çalışan, Liszt, Schumann gibi çok avangart ve deneysel olan, inanılmaz derecede hırslı bir besteci görüyorum. İşte bu yüzden erken dönem sonatlarını, baladlarını ve ilk piyano konçertosunu çok seviyorum.
Klasik müzik dünyasında bir süredir büyük bir popülariteye sahipsiniz. Medyadaki röportajlarınız ve hakkınızda yazılan onca şeyin yanı sıra geçen yıl Paris Olimpiyatları’nın o çok konuşulan açılışının da yıldızıydınız. Son bir yılı düşündüğünüzde hayatınız bu periyodunu nasıl değerlendirirsiniz?
Çok ilginç bir dönem olduğu aşikar. Sanırım hayatımda ilk kez seçim yapma lüksüne sahibim. Bu şansa yakın zamana kadar sahip değildim. Yani, birlikte çalabileceğiniz inanılmaz orkestralar var. Müzisyenlerin birlikte çalmak için sizi davet ettiği muhteşem mekânlar var ve siz de bunun bir parçası oluyorsunuz. Tüm bunların yanı sıra insanların size ilgi göstermeye başlamasından ve tüm bu büyük konserlerden hâliyle memnun oluyorsunuz. Fakat şimdi, kendini tanımlamanın bir yolunu bulmaya ve aynı zamanda bir tür gelecek inşa etmeye başlama zamanı. Kendimi bundan sonrasında da rahat hissedeceğim bir müzik yolculuğu inşa etme sürecindeyim. İleride, geçmişe dönüp baktığımda gurur duyduğum bir müzikal yolculuk inşa etmeliyim.
Eleştirmenler virtüözite konusunda hakkınızı teslim eden olumlu eleştirilerde bulunuyor. Enstrümanınızla ilişkiniz ve sizi bu mertebeye çıkartan sürece dair ne söylemek istersiniz? Farklı türlerde üretim yapan müzisyenlerle de bir kıyaslama yapacak olursanız içinde bulunduğunuz durum sizce nasıl?
Bu çok zor çünkü özellikle müzik gibi mesleklerde, belirli adımları izlerseniz iyi bir kariyeriniz olacağı veya hayatınızın geri kalanında sizi rahat ettirecek güvenli bir yol bulacağınıza dair garanti yok. Ama öte yandan da alanımda şanslı olduğumuzu söyleyebilirim. Çünkü çok fazla festival ve gençlere yönelik çok fazla konser var. Farklı müzik türleriyle bir kıyas yapmanın da yanlış olduğunu düşünüyorum. Zira her sanatçının kendi dünyası olduğunu ve onları karşılaştırmaya çalışmamak ve birini diğerinden üstün tutmamak gerektiği kanısındayım.
Yine de birçok organizatör, menajer ve ilgili kişiler tarafından fark edilme şansı elde etmek için klasik müzik en iyi yollardan biri. Bu alandaki yarışmalarda da büyük bir fırsat penceresi yakalayabilirsiniz. En azından ben, parası ve sosyal ilişkileri olmayan herkesin en azından yeteneklerini ve sanatlarını sergileyebilecekleri birkaç yol olduğunu düşünüyorum.
Elbette bugün ekonomik açıdan tarihin en iyi dönemlerden biri değil ve birçok ülkede sanatçılar maddi kesintiyle karşı karşıya. Bu yüzden de çok daha zor bir dönem olduğunun farkındayım. Bu koşullarda dahi herhangi bir sanatçının bu durumu aşıp tanınmaya başlayıp büyük bir kariyer yapması her zaman önemli ve etkileyici bir şey.
Masterclass serileri özellikle gençler için hem tecrübe hem de motivasyon anlamında önemli. Bu tip etkinliklere bakış açınız nasıl? Siz de düzenliyor musunuz?
Dürüst olmak gerekirse tam zamanlı öğretmen olma fikri beni biraz ürkütüyor. Başka birinin arkasında ne olduğunu görebilmek ve ona uzun vadede en iyi şekilde yardımcı olabilmek için yeterli olduğumu düşünmüyorum. Ama tabii ki ustalık sınıfları için her zaman hazırım. Fransa genelinde yıl boyunca birkaç festival düzenleme şansımız oluyor. Bu festivallerde gençler ve müzisyenler için gerçek alanlar var. Bu müzisyenler Fransa’da ünlü olmasalar da diğer ülkelerde ünlü olan müzisyenler.
Popülarite yakalayan genç klasikçilerin zaman içerisinde crossover işlere de imza attığını görüyoruz. Bu da çağın bir gerçeği hâline geldi. Sizin bu konu hakkındaki fikriniz nedir? Bu tip işlere sıcak bakıyor musunuz?
Crossover karmaşık bir konu. Bence zor da bir şey. Ama prodüktörden ziyade doğrudan sanatçı tarafından yapılan iyi bir crossover harika olabilir. Bu hele bir düet şeklinde ortaya çıkarsa daha da ilginç olabilir. Ama tabii bunun için müzisyenlerin birbirlerini iyi tanıması ve birlikte vakit geçirmesi gerekiyor. Böylesi koşullarda ortaya çıkacak bir crossover çalışmasından bende mutluluk duyarım. Ama dediğim gibi bu, üstünde çok çalışılması gereken bir iş olmalı.
Zira bazı durumlarda daha popüler ve modern görünmek uğruna klasik müzik deforme ediliyor. Böyle olunca da bu müziğin doğasındaki gerçeklik de yansıtılmamış oluyor. Bu müziğin kendisine özgü bazı özel nitelikleri var. Neticede klasik müzik genellikle diğer türlerdeki çoğu şarkıdan daha uzundur. Sadece akustik olarak enstrümanları duyarsınız ve amplifikasyon yoktur. Bu yüzden de kendi başına çok özel bir deneyimdir ve bence insanlık için de korunmalıdır. Çünkü benzersiz.
Peki sizce sizin müzikal yolculuğunuzda en büyük meydan okuma nedir? Ya da böylesi maksimalist şeylere inanır mısınız
Bence en büyük zorluk müzikle alakalı olmanın bir yolunu bulmak. Parçalar kaydetmek, konserler vermek kolay. Ama ben esas olarak tüm bunların nasıl işlediğini anlamaya çalışıyorum. Çünkü bu diğer insanları da ilgilendiriyor. Yaptığınız şeyin kalıcı bir etkisi olacak mı? Bununla birlikte tüm bu süreci ve sizin için çalışan tüm bu insanları haklı çıkaracak kadar önemli olacak mı? Bu yüzden bence benim en büyük sorum; özellikle bugün klasik müzik geçmişe çok odaklanmışken ve büyük parçaların çoğu kaydedilip çok da iyi çalınmışken üstüne daha başka ne ekleyebileceğim.
Bence bir kariyer inşa etme sürecindeki en büyük zorluk; müziğine bağlı kalabilmek ve müzikseverlerin çalışmalarınıza sadece bir gencin gösterdiği başarıdan ziyade ileriki yaşantınızda da takip etmesi.
O hâlde ileriki aşamaya dair konulara geçebiliriz. Yakın gelecekte yayımlamayı planladığınız kayıtlarınız var mı?
Önümüzdeki yıl olacak. Besteci ve piyanist Nikolai Medtner’in eserlerini seslendireceğim. Bunun tıpkı Brahms için yaptığım gibi uzun soluklu bir projeye dönüşüp dönüşmeyeceğini şimdilik bilmiyorum. Ama Brahms’da olduğu gibi bu yeni kayıtlarımda Medtner’in sonatlarına yer vereceğim. 1951’de hayatını kaybeden Rus besteci Medtner’in değerinin yeterince bilinmediğini düşünüyorum. Piyanistler onu ve eserlerini bilir ve sever. Ama genel dinleyici kitle için aynı şeyi söylemek ne yazık ki mümkün değil. Çok önemli bir besteci. Hatta bence 20. yüzyılın Chopin’i. Bach ve Beethoven ile çok güçlü bir bağı var ve eserlerinde biraz da Fransız müziğinin izlenimci yönü var. Kendi dünyasını yaratıyor. Bunu insanlara tanıtmanın ilginç olacağını düşündüm.
İlgi çekici bir seçim. Bir müziksever olarak ben de merakla bekliyorum. Şu süreçte Medtner dinlediğinizi anlıyoruz. Peki yine son dönemde başka neler dinliyorsunuz? O hep merak edilen soruyu size de sormuş olayım: Bir klasikçi, klasik müzik dışında neler dinler?
Dinlediğim müziğin çoğu klasik müzik. Gerçekten bununla büyüdüğümü hissediyorum ve nasıl desem, bestelenmiş tüm klasik müzik eserlerini dinleyememe korkusu yaşıyorum. Bu korkum yüzden zamanımın çok büyük bölümünü klasik müzik dinleyerek geçiriyorum. Ama tabii ki diğer türleri de seviyorum. Klasik rock şarkılarını da çok seviyorum. David Bowie, King Crimson, Pink Floyd ve Lou Reed dinliyorum.
Son sorum; CRR Konser Salonu’ndaki konseriniz öncesinde müzikseverlere bir mesajınız var mı?
Olduğunuz en yalın hâlinizle gelin. Gözlerinizi kapatın ve müziğin tadını çıkarın ve umalım ki bu müzik yolculuğu sizi de alıp götürsün. Hepinizi görmek ve konserden sonra sizinle sohbet etmek için sabırsızlanıyorum.
Gautier Capuçon & Alexandre Kantorow’un 12 Haziran Perşembe günü, saat 20.00’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleşecek konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.