28 OCAK, SALI, 2020

Bilmemek Mutluluk mu? Anlatmamak Haksızlık mı?

Yönetmen Lulu Wang’in, Çinli bir ailenin kanser hastası olduğunu ve kısa bir ömrünün kaldığını öğrendikleri büyükannelerine, hastalığını söyleyip söylememe ikileminde kaldıkları; tanıdık, sade ve samimi anlatısıyla öne çıkan filmi The Farewell (Elveda) üzerine bir inceleme.

Bilmemek Mutluluk mu? Anlatmamak Haksızlık mı?

Yönetmen Lulu Wang’in kendi hikâyesinden ya da başında belirttiği gibi “gerçek bir yalandan esinlenerek” çektiği filmi The Farewell (Elveda), paralel konularla ve çatışmalarla beslenen; doğrusal akışla sonu dışında izleyiciye pek bir sürpriz sunmayan; bir yandan da yalın, doğal ve ajitasyona kaçmadan yürek burkan tarafıyla gönülleri çalan bir veda hikâyesi anlatıyor.

​Filmin merkezinde kimin olduğu biraz tartışmalı. Her ne kadar kanser hastası olduğu saklanan Nai Nai söz konusu olsa da, hikâye onun çevresinde dönse de aslında biz tüm hikâyeyi torunu Billi’nin gözünden izliyoruz. En başa dönersek Billi, yıllar önce ailesiyle Çin’den Amerika’ya taşınmış Çinli bir ailenin kızı. New York’ta kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Billi ülkesinden uzakta olsa da Nai Nai (büyükannesi) ile arasındaki bağı koparmamış bir torun. İkili telefon konuşmalarıyla saat farkına rağmen iletişimlerini devam ettirirler. Billi’nin Çincesi yeteri kadar iyi olmadığı hâlde iletişimlerini Çince sürdürürler. Film zamansal olarak daha başlardayken Billi ve film için dönüm noktası gerçekleşir: Billi, babası ve annesinden büyükannesinin ilerleyen kanseri nedeniyle çok az bir ömrü kaldığını öğrenir. Tüm aile Nai Nai’in yanında olmak için Billi’nin kuzeninin evliliği bahanesiyle Çin’e gitmeye karar verir ama Billi davet edilmez. Tüm aile kanser haberiyle duygusal çöküntü içinde olsa da büyükanneye kimse bir şey belli etmeme sözü verir ama Billi’nin düşkünlüğü sebebiyle büyükannesine durumu belli edeceği gerekçesiyle gelmemesi uygun görülür. Her ne kadar bu uygun görülse de Billi, peşlerinden Çin’e gider.

​Çin’de başlayan asıl hikâyenin sürekliliği ve filmin ana çatışması hastalığının Nai Nai’ye söylenmemesi gerektiği. Bu noktada Billi tüm aileye karşı gelerek söylenmesinin gerektiğini, bunu bilmesinin hakkı olduğunu savunur. Her ne kadar Billi bunu çok küçükken gittiği Amerika’da edindiği bireyin önceliğini, haklarının önemini savunan değer yargılarıyla söylese de; Çin’de bu yükü bireydense toplumun, yakınlarının taşıması gerektiği ve görevlerinin hastanın huzur içinde ölmesini sağlamak olduğu savunulur. Çünkü “Çinliler der ki, ‘İnsanlar kanser olduklarında, ölürler’”. Billi, her ne kadar hayatın biricikliğini ve kişinin öleceğini bilmeye hakkının olduğunu, tamamlamak, vedalaşmak istediği şeyler olabileceğini yüksek sesle söylese de geri kalan aile bireyleri kültürlerinde hasta olan kişinin öleceğini bilerek yaşamasının onu yıpratacağını, huzur içinde bu dünyadan gitmesi gerektiğini ve bütün acıyı ve üzüntüyü yakınlarının taşıması gerektiğini söylerler. Nitekim Billi bildiğinden asla şaşmayan inatçı biri olarak bu gerçeği film boyunca dilinin ucunda tutar.

Nai Nai, -bildiği sebeple- tüm ailenin erkek torununun evliliği üzerine bir araya gelmesiyle çok mutlu olur. Masalar donatılır, sohbetler edilir herkes çok mutludur ama görünmeyen tarafta Nai Nai dışında herkes içine ağlar. Tüm aile, son günlerini yaşayan birinin mutlu olması için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Billi ve ailesi nasıl yıllar önce Amerika’ya taşındıysa amcası ve ailesi de Japonya’ya taşınmıştır. Bu bir araya geliş yıllardır süren özlemin, aileden uzakta yaşamanın pişmanlığını, itiraflarını da gün yüzüne çıkartır. Nai Nai her ne kadar ailesi yanında diye mutlu olsa da, tüm aile onu yıllardır yalnız bırakmanın özrünü diler ondan. Kaybetmenin kazandırdığı ön görülemez değer diyebiliriz belki buna. Herkes çok mutludur, herkes çok iyi anlaşır, Nai Nai ne isterse olur hatta Billi’nin kuzeni henüz bir senedir bile birlikte olmadığı Japon sevgilisiyle Nai Nai’yi mutlu etmek için evlenir. 

Film, izleyicisine çoğu zaman aile büyüklerinden hatırlayacağı olaylar, yaklaşımlar ve söylemler sunuyor. Nai Nai tam bir büyükanne profili çiziyor. Torunu evleneceği için çok mutludur ve düğün yerine kadar kendi ayarlamak ister; ancak henüz çok kısa zamandır birlikte olan bu çiftin tanıdıklara uzun zamandır birlikte olduğunun söylenmesini ister. Billi’ye yalnız kalmamasını, insanın yaşlılığında yanında birinin olması gerektiğini öğütler; gittikleri hastanede doktorun medeni durumuyla hastalığından daha çok ilgilenir; her sözü ölen kocasına özleminin ve ailenin uzun yıllardır bir araya gelmemesinin mahzunluğunu taşır.

​Film, Çin’in gündelik hayatına, sosyokültürel durumuna dair pek çok detaya yer veriyor. Yeme içme alışkanlıklarına, bir Çin düğününün ayrıntılarına varana kadar bu yapının parçalarını okuyabilmeyi sağlıyor. Birbiri içindeki yüksek binalar, yeni yapıldığı söylenen ama farklı işler için kullanılan orta iyilikte bir otel, ne iyi ne kötü bir düğün salonu, izleyicinin zihninde orta hâlli mekânlara dair görseller geliştiriyor. Filmin can alıcı bölümlerinden biri de mezarlık sahnesi. Yaşanılan hayat bittikten sonra geçilen diğer hayatta da yaşamın devam ettiğine inanan Çinli bir ailenin kaybettikleri babalarına olan saygıları ve dini ritüelleri canlandırılıyor burada.

Film sadece Nai Nai’ye veda konusu üzerinden ilerlemiyor. Uzun yıllardır farklı yerlerde yaşayan iki kardeş ve ailelerinin durumları da sıkça konuşuluyor. Göç etme meselesi önemli bir konu filmde. Göçün getirileri, gidilen yerde başlarda ve sonrasında çekilen yalnızlık, her iki kültüre de ait olamama meselesi -Billi Çince konuşur ama yeterli değildir- ve geride bırakılanlara duyulan özlem, pişmanlık, yetişememe. Tüm bunlar uzun zamandır görülmeyen ve ellerinden kayıp giden büyükanneye her baktıkça daha yoğun bir şekilde dışarı dökülüyor. 

The Farewell (Elveda)’de sıkça bahsi geçen bir diğer konu ise Amerika ve Çin farkı. Masada geçen bir konuşmada Çin’den neden gidildiği, Çin ile Amerika arasındaki kültürel, ekonomik farklar ve imkânlar tartışılıyor ki bu kimi zaman esprili bir şekle dönüşüyor. Bunun yanında Amerikan kültürüyle ve Uzak Doğu kültürüyle ilgili bu konuşmalar aslında filmin temelini oluşturan çatışmalardan biri.

Billi’ye hayat veren Awkwafina’nın durgunluğu ve bedenine yansıyan üzüntüsü ile Nai Nai’ye hayat veren Shuzhen Zhao’nun şen ve sevdikleri yanında olan bir yaşlının hâl ve hareketlerini yansıtmadaki başarısı filmin tadına tat katan etmenler. İkilinin kurdukları samimi torun büyükanne ilişkisinin gerçeklik hissini sağlamakta büyük katkısı var. Ki bu rolü Awkwafina’ya da “En İyi Kadın Oyuncu” dalında Altın Küre kazandırdı. Yönetmen Wang, The Farewell (Elveda) ile hikâyesi, karakter yaratımı, renkleri, dokusu ve anlatış tarzıyla düşünülmüş bir film ortaya çıkardığını gösteriyor.

​Genel anlamıyla büyükanne ve torun sevgisiyle örülmüş ve bir torun için büyük aileyi, onların sevgisini kaybetmenin acısıyla yaratılmış, bunu dolaysız, açık bir dille anlatan, duyguları harekete geçiren bir film The Farewell (Elveda). Veda etmenin böylesinin ne kadar zor olduğunu hisseden ve hissettiren Lulu Wang, izleyicilerin gözlerindeki yaşı sonundaki sürpriziyle de düşürmekten geri durmuyor.

https://www.youtube.com/watch?v=T-co-3otbJo

0
8703
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage