27 TEMMUZ, PAZARTESİ, 2020

“James Joyce da Edebi İktidarlardan Hiç Hazzetmezdi”

Yazar ve çevirmen Fuat Sevimay ile kitaplarını Türkçeye kazandırdığı James Joyce’u zamanda yolculuğa çıkarıp 2013’e getirdiği ve bugünden ona ses verdiği romanı Benden’iz James Joyce üzerine konuştuk.

 “James Joyce da Edebi İktidarlardan Hiç Hazzetmezdi”

James Joyce gibi büyük bir yazarın kitaplarının çevirmeni olduğunuzu düşünün… Onun sözlerinin altındaki o derin anlamları kendi dilinizde en az onun kadar başarıyla yansıtmak durumundasınız ki, eğer yapamazsanız vay hâlinize! Büyük sorumluluk ve bunu yapabilirseniz de büyük başarı. Fuat Sevimay işte öyle başarılı çevirmenlerden biri. Aynı zamanda çok da iyi bir yazar. Çok önemli ve kimsenin gözünün yaşına bakmayan jürilerden aldığı ödülleri var. Fuat Sevimay’ın İthaki Yayınları’ndan çıkan Benden’iz James Joyce isimli kitabı, yazarı geçmişten Gezi sürecine ışınlıyor. Sevimay, onu İstanbul’da sevdiği mekânlarda gezdirirken, bir yandan da çoğu okuyucuya göre Joyce’un zor sayılabilecek metinlerine yazarıyla birlikte çözümlemeler getiriyor. Okurun James Joyce metinlerini anlamasını kolaylaştırıp, onu sadece belli bir kitleye mal etmemek amacında. Kitap, James Joyce ve Çevirmen'in çifte yazarlığıyla yazılmış bir eser. Joyce’u ve eserlerini tanırken, ilginç bilgiler öğrenirken aynı zamanda oldukça eğleniyorsunuz.

Zihnen Doğu’ya yapılan yolculuk, kadının cazibesine kapılmak biraz da oryantalistliğin gereği diyorsunuz. James Joyce’u İstanbul’a getirme fikri buradan mı doğdu? Kitap neden Gezi sürecinden başlıyor?

Oryantalizm, insanlığın ortak değerlerine büyük zarar veren, kendi içinde arızalı bir bakış açısıdır. Joyce gibi bir yazar ise tam aksine, yetiştiği coğrafya ve dönemin olumsuz etkilerine rağmen, tüm kültürleri tanımak ve özümsemek ister. O nedenle İstanbul’a gelip, geçiş noktası sayabileceğimiz toplumu irdeliyor. Kaldı ki burada tanıştığı kadınlar da ayakları üstünde dimdik duran kişiler. Romanın, Gezi’de başlamasının ise Joyce’tan ziyade, bizlerle ilgisi var. Ülkedeki baskı ortamı nedeniyle Gezi’de yaşananlardan edebiyata, lehte veya aleyhte çok az şey yansıyabildi. Oysa bunların özgürce konuşulabilmesi gerek. Joyce’un dışarıdan bir ses vasfıyla ve kendi sözleriyle gözlemde bulunmasının değerli olacağını düşündüğüm için roman Gezi günlerinde başlıyor.

Fuat Sevimay

Finnegan Uyanması ve Ulysses çevirilerinden sonra size kitapları anlamamız için rehber yazsana diyenler olmuş. Siz de bu romana karar kılmışsınız. James Joyce ve sizin konuşmalarınız birbirine karışıyor, çifte yazarlık yapıyorsunuz. James Joyce’u konuşturmak zor olmadı mı? Yazdığınız bu kitabın türü sizce ne?

Joyce’un hem kendi yazdıklarına hem de hakkında yazılanlara oldukça hâkim olduğumu düşündüğüm için, onu konuşturmakta zorlanmadım. Romanın akışı içinde sarf ettiği cümlelerin birçoğu ya kendi romanlarından alıntı ifadeler ya da kendi döneminde yaşananlar hakkında dile getirdiği görüşleri. Dolayısıyla hangi durum karşısında ne söyleyebileceğini gayet iyi biliyordum. Bu hâliyle baktığımızda da Benden’iz James Joyce romanını çifte yazarlı diye anmak uygun olabilir. Evet, büyük kısmını ben yazdım ama Joyce’tan da yardım aldığımı veya el aldığımı söyleyebilirim.

Kitapta öykü ve hikâye yazmanın inceliklerine de değiniyorsunuz. Şimdiki adıyla yazar koçluğu gibi bir durum var. James Joyce’a yazar koçluğu yapmak iddialı değil mi? Yazarla dalga geçerek yaptığınız, onun istediği edebiyatını halka indirmek ve tartışmaya açmak olarak yorumlanabilir mi?

Yazar koçluğu, bu işi yapanlar kusura bakmasın ya da isterlerse baksınlar, hiç hazzetmediğim bir mesele. İnsan, yazmaya yeteneği varsa oturur yazar, gerekirse kendini geliştirir, yeteneği yoksa da zaten yazmamalı. Edebiyatın ruhuna zarar veren, asortik işler bunlar ve dikkatli okur, Benden’iz James Joyce’ta bu görüşün izlerini net bir şekilde görür. Benim romana yedirdiğim, yazmakla ilgili öneriler bölümlerinin ise yazar koçluğuyla falan hiç ilgisi yok. Haddime mi düşmüş Joyce’a akıl öğretmek, koçluk etmek. O bölümlerde, sözde Çevirmen’in Joyce’a verdiği öğütler, bir önceki soruda da belirttiğim gibi, aslında zaten Joyce’un kendi hayatında dile getirdiği birtakım ifadeler. Dolayısıyla aslında ortada edebiyata dair bir öneri varsa, bunlar yine Joyce’un sözleri ve öğütleri. Ben sadece elçiyim ki elçiye zeval olmaz.

Kitap dört yerde bitiyor. 15. bölüm, 17. bölüm ve 18. bölüm sonu, bir de Molly’nin kapanışı var. İstediğiniz yerde bitirin diyorsunuz. Bu sizin mi, yoksa James’in fikri mi? Sonuna kadar okunmazsa kitap mutsuz olmaz mısınız?

Okurun, böyle dört farklı sonun olduğunu görebilmesi için zaten romanı sonuna kadar okuması gerekiyor. Bu ifadeler sonsözde yer alıyor ve romanı, romanın içinde değerlendiren Tanrı-Okurun değerlendirmesi bu yönde. Çünkü bir noktada Joyce’un hayalî, İstanbul seyahati sonlanıyor ve ardından Çevirmen’in Dublin macerasının sonuna geliyoruz. Sonra yazım sürecinin sonunu görüp, en sonunda da Tanrı-Okurun değerlendirmesini okuyoruz. Ve bana kalırsa iyi romanlar zaten sonlanmaz. Okunmaya devam ettikçe, okurun zihninde yazılmayı da sürdürüyordur.

İçinde İthaki’den bir editörle, James Joyce’a vâkıf Çicek’in yazışmaları var ki, ben o kısmın yanlış basıldığını sandım. Yazışmayı, neden kitabın hazırlanış sürecini kitaba dâhil ettiniz?

Bu romanın ana dertlerinden birisi de bize, Joyce metinlerini anlama imkânı sunması ki böylelikle o saçma sapan, “Okunamaz ve okunsa da anlaşılmaz” algısı kırılsın. Ama bu yol gösterme işini asla bir rehbere, didaktik bir forma dönüştürmek istemedim. O nedenle andığınız yazışma devreye girdikten sonra, dipnotta okumaya başladığımız, akademisyen Çiçek notları, metni sıkıcı bilgilerden kurtarıyor. Ki o dipnotlardaki bilgilendirmelerin de soğuk, sıkıcı, malumatfuruş şeyler olmamasını arzu ettim, umarım becermişimdir. Dolayısıyla roman bir anlamda kendi dipnotunu yarattı. “Ben Joyce’u pek merak etmiyorum” diyen okur dipnotlara bakmazken, “Dur bakalım Çiçek bu konuda ne demiş?” diye meraklanan okur da dipnotlardan ekstra bilgi edinebilir. Kim nasıl isterse.

Kitapta çok sevdiği birini başkalarıyla tanıştırmak isteyen birinin izlenimini aldım. Joyce’u arkadaşlarınızla tanıştırıyorsunuz, onun arkadaşları ve çevresiyle tanışıyorsunuz doğru mu? 

Evet tabii. Joyce gibi bir yazarın bütün kitaplarıyla uğraşmak, ona hayatınızın önemli bir kısmını vakfetmek az buz mesele değil. Öyle olunca artık bir manevi akrabalık hâli başlıyor. Sonunda hayalen de olsa, onun sizin hayatınıza dokunmasını isterken, siz de onun hayatına dâhil oluyorsunuz. Odamda resmi asılı, arkamdaki rafta da kocaman bir bölme ona ayrılmış durumda. Çokça göz göze ve iç içeyiz yani.

Kitapta verilen ödüllerle ilgili bir bölüm var. Orada şöyle bir cümle geçiyor “Annem bile yazar olduğumu ancak öykü kitabıma ödül verilince kabullendi. Oysa ödül alsa da almasa da aynı metin. Denemeye roman ödülü vermek, hırsızı çifte ödülle taltif etmek, düpedüz ayıp değil de nedir arkadaş!” Böyle düşünmenizi sağlayacak olayı merak diyorum…

Olay veya kişi adı anmak istemiyorum. İyi edebiyat okuru zaten bunların ne olduğunu bilir, tahmin eder. Ben ödül kurumunun çok değerli bir kurum olduğunu ancak bazı ahbap-çavuş işlerinden de artık azat edilmesi gerektiğini her yerde dile getiririm. Hayatta kirli iktidarlardan şikâyet edip duruyoruz ama iktidar konumu edebiyatın da iliklerine kadar işlemiş durumda ve bu tür şeyleri herkes kapı arkasında fısfıs konuşuyor. Varsın mahallenin delisi ben olayım, iyi ve kötü gördüğüm şeyleri, gerekçeleriyle dile getirmeye devam edeceğim. Özellikle romana da yedirdim ki uçup gitmesin, dileyen tartışsın. Bu arada James Joyce da edebi iktidarlardan hiç hazzetmezdi. Saygı duyulacak şey ancak ve ancak metnin gücü olmalı.

Çevirmen, Joyce’un Ulysses’ini gömüyor. Diğer yanda Portre sulara gömülüyor. Bunun nedeni eserlerin orijinaline sadık kalınarak artık yeni şeyler söylenmesi isteği mi?

Aynı Çevirmen, Joyce’u ve metinlerini göğe de çıkarıyor. Bunlar hep metaforik işler. İyi edebiyatı asla gömemeyiz. Klasiklerin bize gösterdiği yola, Ulysses’e ve Sanatçının Gençlik Portresi’ne, Suç ve Ceza ile Yeraltından Notlar’a, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Tutunamayanlar’a her zaman ama her zaman ihtiyacımız var ve dönüp dönüp okumalıyız. Ama evet, onlardan edindiğimiz özle de yeni sözler yaratmalıyız ki ufkumuz açılsın.

Bu kitabı okuyucu neden okumalı sizce?

Okur dilerse romanı, kendini görmek için okuyabilir. Yazar ile Çevirmen, Avrupa’nın en doğusu ile en batısı, geçen yüzyılın başı ve yaşadığımız yüzyılın başı ve daha birçok şey arasındaki gitgellere tanıklık etmek için okuyabilir. En önemlisi Joyce gibi muhteşem bir isim üzerinden algısını geliştirmek için okuyabilir. Ama şunu da söylemek isterim; bu romanı okumasa da Kare filmini, Sarmaşık’ı, Parazit’i veya Bir Zamanlar Anadolu’yu izlesin. Sulu zırtlak işlerin değil de iyi tiyatronun izini sürsün. Genç şairleri takip etsin. Mimariye ve resme soluk getiren isimlerin ne yapmaya çalıştığını anlasın. Çünkü gerçek sanat bize yol aldırır. Aksi takdirde popülerin bataklığında debelenip dururuz.  

0
7477
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage