07 MART, ÇARŞAMBA, 2018

İnsanın Âyetleri: Adonis Çağı ve Şiirine Dâir

Kurduğu şiir evreniyle coğrafyasını aşan çağdaş Arap edebiyatının dünyaca en büyük şairi kabul edilen Adonis’in şiiri üzerine bir inceleme yazısı. 

İnsanın Âyetleri: Adonis Çağı ve Şiirine Dâir

Çok yazılmış, çok silinmiştir. İnsanoğlu kutsal kitaplar derecesinde kitaplar yazmaya hep meyletmiştir. Buna da en çok şiirle yaklaşmış, dizelerle kendinden geçmiştir. Her dizenin bir âyete dönüştüğü, her sözün kendine ayrı bir parantez açtığı şâirlerse yerlerini dünya döndüğü müddetçe ölümsüzler arasına yazdırmıştır. Bunlar içerisinde Adonis (Ali Ahmed Said Eşber) kendine yer açan özel isimlerdendir. Babasının kendisine ezberettiği dizelerle başlayan şiir yolculuğu uğradığı her şehirde, ülkede, medeniyette kendine yeni duraklar ekleyerek devam etmiştir. Lazkiye’den Paris’e uzanan bu yol, Adonis’le beraber sürekli değişmiş, farklılaşmıştır.

Şâirler ve şiir üzerine konuşmak, belki onlardan ilham alarak bambaşka evrenlere gitmek, yeni şeyler düşlemek... Her zaman okurun ruhuna değen metinler, özellikle şiirler, üzerine konuşmak ayrı bir önem taşımıştır. Adonis de bu anlamda özel ve içe işleyen bir isimdir. Onun şiiri üzerine konuşmak, dizelerinin düşündürdüklerini aktarmak özel bir haz vermektedir. Bunun üzerinden onun eserlerine, özellikle Kör Kahin, Kudüs Konçertosu, Kan Kırmızısı’na bakmak ayrı bir heyecandır.

“alnımı dayadığım pencereden dışarıyı seyrediyorum”[1]

Adonis, yaşayan büyük Arap şâirlerden. Arapça yazdığı şiirlerinde birçok farklı konuya değinir. İnsanı ve doğayı birbirine ekler. Şiirleriyle paylaştıkları sadece kendi coğrafyasını değil, bütün insanlığı ilgilendiriyor. Zaten onu “büyük” yapan da bu. Sözleri bir insan dilinden çok bir tanrı diline yakın. Olduğu yerden olmadığı yerlere doğru yönelen bakışı ve bakarken gördükleri onun şiire yaklaşımını bambaşka yapıyor.

Adonis’in dilinde günlük hayatımızın bütün parçaları bir bütünlük içinde şiire dönüşür. Bu şiire gücünü veren “dışarıyı seyreden şâir”in aynı zamanda bunları yaşamış olmasıdır. Onun beklediği sevgili, yolunu gözlediği kişi ve düşlediği şey, tüm bunların içinden belirir:

“ambulanslar hâlâ gelip geçiyor (...)

            gece devam ediyor

            ciğerlerim simsiyah”

Âhlardan ciğeri solan âşık portresi Divan şiirinden bilinen bir portredir Türk okur için. Birbirine yakın coğrafyalarda yüzyıllardır iç içe yaşayan halkların birbirine yabancı gelmeyen, üstelik konu “aşk” olduğunda daha da pekişen bu sembolizasyonu onun Türk okur tarafından benimsenmesini daha da kolaylaştırır. Hiç gelmeyen, gelmeyeceği bilinen ama özlemle beklenen bu sevgilinin buzlu camlara yansıyan hayali, âşığın umudunu daima canlı tutar. Bununla birlikte şâirin diline gelenlerse umutla kendine yol bulur. Ne olursa olsun aşk sonlanmaz, sevgi daima devam eder, kendini tekrarlaya tekrarlaya: “seni çok sevdim / tıpkı seni tekrar bulamayacağımı / anladığımdaki kadar çok sevdim”

Adonis, Untitled, 2009, mixed media collage.

Âşığın çilesi içinde gecenin yeri her medeniyet, her kültür, her coğrafya için aynıdır. Gece, koynunda nice acılar, sırlar, dertler taşır. Âşık içinde taşıdığını geceye fısıldar. Adonis de bunu yineler. Gecenin içine bir de denizi yerleştirir ve karanlığı koyulaştırır. Denizle gece birbirleriyle savaşırken bu görüntüden karanlık düşler çıkarır. Bunun içine kendisinin dolup taştığı hüzün eklenir, umutsuzluğa doğru yol alınır: “deniz kudurmuş geceye saldırır durur”. Ancak bu savaşın sonu olmadığı gibi bu çilenin de bitimi söz konusu değildir. Denizle gecenin buluşmasına başka şiirler ve duygular da, dağ da eşlik eder. Dağ, kendine bir beden inşa eder ve denizin o engin coğrafyasına doğru hareket etmeye başlar; çünkü bu devinim onları birleştirecektir. Adonis’in coğrafyası düşünüldüğünde iç içe geçen gece, dağ ve deniz üçlüsünün sırrı belirir. Suriye’de bir dağ köyü olan Lazkiye dünyaya gelen Adonis doğduğu doğayla hayal gücünü sürekli destekler: “burası, Akdeniz ile Sierra Nevada arası”[2] Küçük yaşlardan itibaren çalıştığı tarlalardan, ormanlardan, dağ hayatından kendine kalanları şiirine taşır. Duygu dünyasında içe işleyen ve oldukça başarılı kullanılan bu imajlarda yaşadığı yerlerin etkisi vardır. Suriye’den Lübnan’a, oradan Paris’e uzanan hayatında şiirlerine ilave olan onlarca şey arasında böylelikle doğanın, Ortadoğu’nun ayrı bir yerinin olduğu hissedilebilir. Ancak onun yola çıktığı bu kaynak şâirin kendi modernizmine giden yolda ancak sürecinin bir parçası olarak kavranabilir.

Adonis’in şiirinin oluşmasında küçüklüğünden itibaren ezberlediği şâirlerin etkisi olmakla beraber metinleri aracılığıyla tanıştığı birçok ismin de etkisi vardır. Kendisi Gırnataya On İki Kandil isimli şiirinde hayalini gördüğü şâirleri sıralarken onun çizgisini meydana getiren isimlerin de bunlar olduğu anlaşılır: “El-Hamra’ya çıkan şâirlerin / hayallerini görüyorum / Hugo, Gongorra, Jimenez, Rilke, Lorca, Armando Blasio Weldes’i işitiyorum”. Birbirinden çok farklı coğrafyalarda doğup yetişmiş, bambaşka medeniyetlerin ve dillerin bunca şâiri kendileri gibi çok uzak bir yerden, Ortadoğu’dan bir şâiri meydana getirmiş, Adonis’e yol göstermişlerdir. Onun kendine ilham veren bu şâirlerden aldıkları ve şiirini oluştururken düşündükleri böylelikle bambaşka bir şiir zemini oluşturmuştur. Üstelik Arapça yazdığı bu şiirlerin içine insanlığın ortak kaderini ilave eder. Daha ilk insanda oluşan sancı ve dile gelememiş âyetler kendine yer bulur: “yaratılışın Âdem’i hayal / uygarlığın Havva’sı el-Hamra/kırmızı kız” Bu kırmızı kız, kendi rengini bütün insanlığa verir. Üstelik Latin şiirinin, Lorca’nın, İspanyolca’nın kızıl rengi ona siner. Ona kırmızı rengini verenin ne olduğuysa değinilecek ayrı bir mesele. Âdem ile Havva’nın cennette neyi keşfettikleri, (yasak bir meyve mi, yasak bir meyve olarak cinsellik mi) ise kırmızı üzerinden düşünülebilir. Cinselliğin ve yasağın rengi aynı zamanda düşlenen meyvenin de rengi. Onun bu koyu rengi kendini el-Hamra’da gösterir. Üstelik kelimenin köküyle de ayrı bir dilsel oyuna dönüşür. Tüm bunlara şiirlerin diğer halkalarında şarabın rengi, kûfi hattı, nesih vs. eklenir ve kadim coğrafya canlanıverir. Gırnata çağında doğmanın nasıl bir nimet olduğu bu çağın sahip olduğu zenginliğin dile gelişiyle ortaya çıkar.

“bulutlara dokunmaktan korkma”

Adonis’in çocukluğuna bakarken gördüğü ve kendini yabancı hissettiği ân, şiirinde yeni bir pencere açar: “bir zamanlar olduğum çocuk uğradı bana / yabancı bir yüzle”[3] Artık o olamayan kişi, geçmişe dönemeyen ve ona biçim veremeyen, artık yeni bir tarih yazar, yeni bir söz ve âyet. Adonis de bu yola girer. Çocukluğun sancısı ve ulaşılamazlığı onu buna iter. Bu sefer dili geçmişe takılıp kalır. Başka bir şey sayıklayamaz. Hayalleri bu eksene odaklanıp durur. En nihayetinde bu zehrin içinde kaybolur. “ey bir zamanlar olduğum çocuk, yaklaş / bizi birleştiren ne şimdi ve ne diyeceğiz / birbirimize”

Arap şâir Adonis’in her şiiri insanlık ve insanın kendisi için yazılmış birer âyet gibidir. Onun diline gelen sözler eski bir caminin kubbesini süsleyen kûfi yazının güzelliği kadar içe işler. Bundan kurtulmak ve Adonis coğrafyasından sıyrılmak pek kolay değildir. İşte bu yüzden onun inşa ettiği bu şiir evreni her geçen gün daha da büyür.

Kapak ve başlıkta kullanılan eserler Habip Aydoğdu’nun “Kan Kırmızı” adlı sergisindendir.

[1] Adonis, “Gece Seni Saklıyor”
[2] Adonis, “Gırnataya On İki Ki Kandil”
[3] Adonis, İlk Söz”

0
13092
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage