10 TEMMUZ, CUMA, 2020

"Hepimiz Rüyaların İnsafına Kalmışız"

Deborah Levy’nin rüya ile uyanıklık arasında kulaç atarak sürrealizmin kıyılarında dolaşan romanı Eve Yüzerken, bir eve dönememe hikâyesi. Bu fiziksel anlamda bir ev olduğu kadar, bireyin kendini inşa ettiği düşsel, fikrî ve sosyal bağlardan oluşan kişisel tarihi de aynı zamanda. Bir çağ. Felaketler çağı. Yirminci yüzyıl.

Eve Yüzerken, Andre Bréton’un Sürrealist Manifesto’sunun akabinde, Pierre Naville ve Benjamin Péret’in yönetiminde 1 Aralık 1924 yayınlanan Sürrealist Devrim (La Révolution Surréaliste) dergisinden bir alıntı ile başlıyor:

“Sabah olduğunda, her ailede erkek, kadın ve çocuklar, eğer yapacak daha iyi bir işleri yoksa birbirlerine rüyalarını anlatırlar. Hepimiz rüyaların insafına kalmışız ve onların güçlerini uyanık hallerimize taşımak boynumuzun borcu.”

Bu, Deborah Levy anlatılarına yaklaşırken önemli çünkü yazar sürrealizmin biraz ötesine giderek ve modernizmin ilk örneklerinden farklı olarak, bilinç dışını bir kurgu içinde ifade edebilmeyi hedefliyor. Sürrealizmin biçimsizliğini yeni tür bir biçim dışılıkla yeniden yaratıyor. Bu nedenle karakterlerinin bilinç dışını cisimleştirip, unuttuklarını, kaçtıklarını, rüyalarını, kabuslarını ve korkularını ikame eden tekinsiz bir zemin inşa ediyor. Ancak yukarıdaki alıntıda belirtilenin aksine, aile bireyleri rüyalarını birbirlerine anlatmıyordur artık. Herkes kendi içine gömülmüştür. Konuşulanlardan çok susulanlar vardır.

Eve Yüzerken, Nice’te tatil yapan Jacobs ailesinin bir hafta boyunca başlarına gelen olayları ele alıyor. Savaş muhabiri Isabel, şair kocası Joe ve ergenlik çağındaki kızları Nina’yla kaldığı kiralık tatil evine gelen davetsiz genç misafire, ondan hoşlanmamasına rağmen bilinçsizce kapısını açıp boş odada kalabileceğini söyleyecektir ki bu ailesinin orta yerine bir bomba atmakla eşdeğerdir. Joe, onun gibi bir şair olmak isteyen bu davetsiz misafir ve aynı zamanda genç hayranı Kitty’nin, bir gün eline tutuşturduğu şiiri okuyacak ve yorum yapması gerektiğinde bilinçsizce yalan söyleyip okumadığını söyleyecektir ki bu Joe’nun şiir kariyeri boyunca yazdığı kendi şiirlerini hiç okumamış numarası yapması, kendi kendini kandırmasıyla eşdeğerdir. Şair babasının kaybolan dolma kalemlerini bulup getiren ve savaş muhabiri annesinin yokluğunda babasının annesini sayısız kere aldatmasına tanık olan Nina ise davetsiz misafirin şiirini gizlice okuyacak ve bilinçsizce bu şiirin içindeki gizli anlamın peşine düşecektir ki bu babasının karanlık yanını anlamakla eşdeğerdir. Aynı zamanda bir botanist olan davetsiz genç misafir Kitty Finch, bilinçsizce çıplak gezecek ve heyecanlanınca kekeleyecektir ki bu ailenin bunca zaman görmezden geldiği sorunlarını haykırmakla eşdeğerdir.

Eve Yüzerken’de karakterlerin her bir eylemi böylesi bir çift kutuplu anlam denizi içinde yüzüyor. Örneğin, Joe beş yaşındayken babası tarafından ormanın ortasında terk edilmiştir, babası bunu kötü niyetle ya da sevgisizlikten değil, oğlunu Nazi işgalinden koruma amacıyla yapmıştır, dolayısıyla Joe sevginin ne olduğunu ve nasıl ifade edildiğini tersyüz edilmiş şekli üzerinden öğrenir.

“Joe beş yaşındayken, babası onu Polonya’da bir ormanın içinde eritmeye çalışmıştı. Varlığından geriye bir iz ya da ipucu bırakmaması gerektiğini biliyordu çünkü evin yolunu asla bulmamalıydı. Babası ona böyle söylemişti. Eve geri dönemezsin. Bu bilinebilecek bir şey değildi ama yine de bilmesi gerekiyordu.”

Joe, babasının onu Nazi işgalinden korumak için sarf ettiği eve dönmeme nasihati karşısında sevginin nasıl gösterildiği konusunda ömrü boyunca bocalayacaktır. Ona göre sevgi bağlanmamaktır, kaçmaktır, tehdittir, kaybetmektir, aldatmaktır, yalnız kalmaktır. Tam da buna uygun bir şekilde Eve Yüzerken, Kitty’nin sevgi gösterisi karşısında Joe’nun ne yapacağını bilemediği bir sahne ile başlıyor:

“Kitty Finch elini direksiyondan kaldırıp onu sevdiğini söylediğinde, adam kadının kendisini tehdit mi ettiğini yoksa onunla sohbete mi yeltendiğini artık ayırt edemiyordu.”

​Gece yarısı bir dağ yolunda geçen bu otomobil sahnesi, romanın sonunda farklı ayrıntılarla yinelenecektir çünkü zamanın aksine, hafıza doğrusal bir düzlemde hareket etmez, dalgalar gibi dolanır ve geçmişin taneciklerini hep aklın kıyılarına geri getirir. Hafızanın hareketi, A noktasından B noktasına ulaşan bir cetvel değildir, duraksamalı, tekrarlı, aksak ve başa saran bir döngüdür. Eve Yüzerken’de hafızanın bu kıvrak hareketini canlı kanlı bir şekilde temsil eden karakter Kitty Finch oluyor. Uzun saçları, yeşil ojeleri ve çıplak bedeni ile bir hortlak gibi zamanın ayarıyla oynuyor. Dış görünüşünün yanı sıra şiirleri ve bitkilere, hayvanlara ve doğaya karşı tutumuyla, Joe’nun geçmişten kaçma güzergâhını içkinleştiriyor. Kaçış geriye dönmektir, kaçış içine dönmektir der gibi. Kitty Finch, Joe’nun diğer adıyla Jozef’in, pasaportundaki adıyla Jozef Nowogrodzki’nin ya da diğer kimliklerindeki adıyla Joe Harold Jacobs’ın hayatına bir hortlak gibi girerek o güne kadar bastırdığı ne varsa harekete geçiriyor. Ve bunu onun suskun kalma hakkını ihlal etmeden yapıyor.

Bu dört karakterin yanı sıra aynı evi paylaşan tüccar çift, kiralık evin kâhyası, aşçı ve komşu da bir hafta boyunca davetsiz misafir Kitty ile birlikte gelişen olayların havuz kenarında kâh seyrederek kah bizzat olaylara dahil olarak kendi meseleleri ile birlikte ortak olacaklardır. Anlatıcı ses, herkesin bilincinin altını üstünü kat ederek olayları fantazmagorik bir dil kullanarak aktaracaktır. Ailenin çevresinde dolaşan bu karakterler Eve Yüzerken’i, toplumdan izole bir aile dramı olmaktan çıkaracaktır. Zira romanın amacı aileyi ahlaken yargılamak değil. Toplumsal normlar nazarında aile bireylerinin yapıp ettiklerini sorgulatmaktansa aile ilişkileri üzerinden çok daha geniş çaplı sorunlara ışık düşürme niyetinde çünkü roman sona erdiğinde suçlanacak, kötülük timsali herhangi bir karakter sunmuyor okura ya da aile bireyleri birbirine düşmüyor.  Roman bitince geçmişten nasıl kaçılır sorusu kalıyor:

“…geçmişin sessiz sakin oturması ve davranışlarına dikkat etmesi için ne kadar çok çabalarsam çabalayayım, geçmiş hala kıpır kıpır ve her gün benimle birlikte hareket ediyor ve mırıldanıyor.”

Peki geçmişten kaçamıyorsak hayata nasıl tutunuruz? Cevap kız çocuğu Nina’dadır.

“…rüyalarımızın nasıl olması gerektiğini anne babalarımızın söylemesi mümkün değildir. Çocuklar rüyalarında kendi başlarına yaşamın ötesine gidip geri gelmeleri gerektiğini bilirler çünkü yaşam bizi her zaman yeniden geri kazanmalıdır.”

Eve Yüzerken, Elvan Kıvılcım çevirisiyle Everest Yayınları tarafından yayımlandı.

Görseller Laura Emerson'a aittir. 

0
5186
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage