02 ARALIK, PERŞEMBE, 2021

“Göz ve Söz Benim İçin Aynı Zaman Diliminde Gelişiyor”

Sanatçı ve yazar Can Göknil ile yaşamı, öyküleri, sanatı ve son kitabı Hatıraları Saklama Sandığı üzerine konuştuk.

“Göz ve Söz Benim İçin Aynı Zaman Diliminde Gelişiyor”

Ülkemizin ilk resimli kitapları arasında yer alan Kirpi Masalı, 1974’te yayımlanan yazar Can Göknil, mitoloji ve kadim kültürümüzle şekillenen pek çok serginin ressamı. Sergilerinde bütünsel bir algı oluşturmayı amaçlayan Göknil; el yazmalarının, muskaların, efsanelerin, heykellerin peşine düşerek derinleştirdiği sanatını çocuk kitaplarına da yansıtıyor.

Kitaplarınızı okuyup yaşamınızı incelediğimde sanatınızda bitmek bilmeyen bir arayış içinde olduğunuz görülüyor. Nasip İyem ile seramik çalışırken “insanlığın kaderini biçimlendirdiğinizi” vurgulamışsınız. Birlikte yaratımınız, sadece insanlığın kaderini değil belleğini de şekillendirdiğinizi düşündürdü bana. Kitaplarınızın okurlarını düşündüğümde yarattığınız etkinin büyüsü, sınırları, sınırsızlığı baş döndürücü. Nasıl bir duygu bu?

Ülkeye dönüşümüzde sanatçı kimliğimi oluşturmaya çalışıyordum ve bunu da kendi kültürümüzü tanıyarak yapmak istiyordum. Yabancı okullarda çok iyi eğitim aldım ama öz kültürüme ve dilimize uzak kalmıştım.

Anadolu büyülerinden esinlenen bir sergi hazırlığının ön heyecanından söz ediyorsunuz :). O sözler 1999 senesinde İstanbul Milli Reasürans Galerisi’ndeki “Muskalar” sergimin hazırlık döneminden. Tarihte ilk muskalar silindir mühürlerin üzerine kazınan kutsal hayvan veya tanrı motiflerinin koruyucu sanılmasıyla üretiliyor. Muska inancı Mezopotamya’ya M.Ö. 1700’ler dayanıyor. Efsaneye göre tanrılar insanların kaderlerini tabletlere yazar gökyüzüne asarmış ama onları Kuşadam Anzu çalmış. Kaderlerinin Kuşadam’ın eline geçmesi insanları korkutmuş ve böylelikle korunmak için muskalara, tılsımlara yani büyüye bel bağlamışlar. Bu sergiyi hazırlarken Nasip İyem atölyesinde sergide yer alacak kader tabletlerini biçimlendiriyorduk. Dünü ve bugünü olan inançları görselleştiriyorduk. (Büyük boyutlu Kuşadam Anzu heykelimi de marangoz atölyesinde yaptık. İki tane de yavrusunu hazırladık çünkü inanç hâlâ yaşıyor! Büyük galerilerdeki sergilerimde farklı atölyelerden yardım alıyorum).

Gölgem Renkli mi? adlı kitabınızda kullandığınız bir tabir var: Zaman avcısı. Göz ve Söz adlı öykü kitabınızın başında “Ben bir öykü öğrencisiyim.” sözünüz yer alıyor. Bu tabiri ve sözü okuduğumda çok geniş bir görüş alanına erişmek için daha yükseğe tırmanmaya çalışan bir Can Göknil imgesi belirdi gözümde. Üretirken alanlar arası sızmalar, geçişler oluyor mu? Sergiye hazırlanırken bir öykü çıkageliyor mu?

İşte bu yüzden “zaman avcısı” olmak gerekiyor. Neyin ne zaman yapılacağını bilmek için zamanı iyi kullanmak gerekiyor. Bir tablo üzerinde çalışırken, aklıma bambaşka bir fikir gelebiliyor. Veya sabaha karşı uyanırsam o an aklıma düşenleri unutmamak için not alıyorum, eşim uykulu gözlerle bana bakıyor, “Bu esin perine söyle, daha geç uğrasın” diyor. Sanatta disiplinli çalışabilmek gerekli bence. Sanat benim yaşam biçimim, kapasitem dahilinde üretkenim gerçi iki ayağım yerde. Günlük hayatta mantıklıyım. Hayal kurabildiğim sürece çalışmalarımı sürdürmek, hayallerimi sanata yönlendirmek isterim :).

Can Göknil

Gelelim çocuklar için yazıp resimlediğiniz kitaplara. Kokuşuk ArkadaşKirpi MasalıKuyruksuz ve Çatlak Hasan kitaplarınızda zaafları ve eksiklikleriyle de işlediğiniz, çok rahat onay görmeyen karakterleriniz var. Çatlak Hasan’ın düğünündeki enstrümanları ve onları çalanları resmettiğiniz sayfalara baktığımızda hikâye ile resmin birlikteliği dikkati çekiyor. “Yeryüzünde önce insan vardı, sonra tanrılar.” sözünüzden mülhem sormak istiyorum. Önce hikâye sonra resim mi beliriyor sizin dünyanızda? Resim hikâye yoldaşlığınız üzerine neler söylersiniz?

Çocuk kitaplarıma ressam olduğum için başladım, çocuklarda görsel iletişim etkili olduğu için sanatımın bir bölümünü resimli kitaplar oluşturdu. Kitap çalışmalarıma ve galeri sergilerime New York yıllarımda başladım, orada hem eğitimimi tamamladım hem de çalıştım. 1970’lerin başında New York, yayınevi, kitabevleri ve tüm sanat etkinliklerinin uluslararası merkeziydi. Gördüğüm örnekleri yürekten sevdim ve çocuklar için de resim yapmaya başladım.

İlk resimli çocuk kitabım: Kirpi Masalı, (Redhouse 1974, İstanbul). Ülkemizin ilk “Picture Book” örneklerinden. İllüstratör olmadığım için sadece kendi yazdıklarımı çiziyorum, bende metin ve görsellik el ele. Yani kitap söz konusu olduğunda resim ve metin başka bir deyişle göz ve söz benim için aynı zaman diliminde gelişiyor.

​Sadece bir kez başka bir yazarın kitabına resimlerim eşlik etti: Nâzım Hikmet, Sevdalı Bulut Masalı (YKY, 2014 -Şimdi 15. baskıyı yapıyorlar). O kadar güzel ki o büyük şairle sayfalarda buluşmak…

Son kitabınız Hatıraları Saklama Sandığı, zihninizin de sınırları çok geniş bir çeşit hatıraları saklama sandığı olduğunu düşündürdü. Zaman zaman orada kazılar yapıyor musunuz? Oradan sizi çağıranlar oluyor mu? Bu nasıl gerçekleşiyor? Ruh hâliniz ve yaşamınız nasıl oluyor bu anlarda?

Eşim Recep Göknil’in emeklilik hobilerinden biri marangozlukta özgün tasarım*. Yakın bir arkadaş kendisinden ahşap sandık istedi, dedesinden kalan aile evraklarını saklamak için. Sandık tasarlandı, yapıldı, teslim edildi. O sandığını yaparken ben de Can Çocuk için sevgi ve özlem konulu bir kitap tasarlıyordum. O nedenle Hatıraları Saklama Sandığı kitabıma girdi. Biz bazen birlikte üretiriz, birbirimizden feyz alırız, hele de pandemi düzeninde, atölyelerimizi eve taşıdık. Birlikte hazırladığımız projeler var - mayıs ayı boyunca Bozlu Art, kişisel sergimde.

Hatıraları Saklama Sandığı’nda kişileri ideal şekilde çizmemişsiniz. Boyanmış ve çizilmiş olduğunun emarelerini taşıyor. Çizimleriniz, bu yönüyle her şeyin yerli yerinde olduğu, insansız evlere benzemeyen bir yaşanmışlık hissi uyandırdı hayal dünyamda. Neden böyle bir tarz kullandınız?

Özgün tarzım böyle, okur tamamlayacak neyi eksik görürse. Her şeyi ben yaparsam okura ne kalıyor? Önemli olan okurun yorumu, görüşü. Kitaplarımda da resimlerimde de izleyiciye yer bırakıyorum. :) Bence sanat eseri üçgenin köşeleri gibi: Sanatçı-Yapıt-İzleyici birleşirse üçgen ortaya çıkıyor, eser de. Görsel sanatların mutlaka izleyiciye ihtiyacı var.

Abide, Zehra’ya kendini neden sevmediğini soruyor. Zehra, köpek gibi kokuyorsun ondan, diye cevap veriyor. Kitabın bu kısmındaki çiziminizde Yulaf’ın kulübesinin tamamını çizmemişsiniz. Kulübe, sadece yağmurda oturulan kulübe değil, kitabın pek çok yerinde çizimlerle desteklenen çok geniş bir duygu aktarımı var. Çizimlerinizde ve hikâyenizi aktarırken duygu aktarımını nasıl oluşturuyorsunuz?

Sanıyorum o benim doğal yapım veya yeteneğim. Yaşamım sevgi dolu, yansıyor sanatıma, tablolarım için de aynı şeyi söylüyorlar. :)

Gölgem Renkli mi? kitabınızla Recep Göknil ile Can Göknil aşkının lezzetli yansımalarına tanıklık ediyoruz. Hatırları Saklama Sandığı’nda Almanya’dan gelen dede ile Karin Nine arasındaki bağ, Abide’nin annesi ile babası arasındaki aşkın çocuk gözünden aktarımı, her yaştan okuru hem tebessüm ettirecek hem de satırlar arasında kaybolmak isteği uyandıracak detaylar barındırıyor. Ardından Lebibe ile İbo ve her gün aynı gömleği giyen Osman’a dek bir aşk resmi geçidi izliyoruz. Aşk bu kitaba nasıl girdi?

Bu kitabımı düşünürken Mina Tansel arkadaşımdan İngilizce bir araştırma geldi: Amerikalı küçük çocukların aşka yükledikleri anlamları, yorumları okuyunca keyiflendim. Bundan bir kitap çıkar mı diye düşündüm. Ülkemiz çocuklarıyla benzer bir anket yaptım. Çevremdeki çocuklardan topladığım yorumlara ilkokul öğrencilerinin yanıtlarını ekledim. Sonuç: Herkes sevilmek istiyor! Ve pandemide okula gidemeyen çocuklar arkadaşsız kalıyor. Okula maskeli giden olsa da kimse kimseye sarılamıyor, el süremiyor. Arkadaş sevgisini özlüyorlar çocuklar.

İzmit’teki ilkokul çocuklarıyla yaptığım ankette onların tertemiz duygularını okudukça içime su serpildi. Örnek olarak Türkan Dereli İlköğretim Okulu’nu ele aldım. 3 - C sınıfı ve öğretmen sayın Tülay Pişkin Tanyol beni Zoom ile sınıflarına davet etti ve böylelikle onun öğrencileri Abide’nin okul arkadaşları, benim de esin perilerim oldular.

​Sevgi ve aşk yüce duygular. Aile içi sevgi huzurlu bir ev demek. Abide ve ablası Lebibe, ablamla benim çocukluğum. Gerçi günümüz koşullarında herkes bizim küçüklüğümüzdeki gibi yaşamıyor. Şimdilerde hayat, kadınlar ve çocuklar için çok değişti. Tehlike çanları hiç susmuyor! O nedenle sevmek ve sevilmek konusu çok daha önem kazandı diye düşünüyorum.

Kitabı kurmaca bir metin olarak okumanın yanında bir atölye kitabı olarak da okumak mümkün. Bunları yapın demiyorsunuz ama çok davetkâr bir metin çıkmış ortaya. Biz kızımla okurken çeşitli malzemelerle Dali bıyıkları yaptık, terbiye edilmiş kaplumbağaların nasıl davranacağını deneyimledik, Picasso’nun resimlerindeki gibi karmakarışık bedenimiz olsa ne yapardık diye düşündük. Hatıralarımızı saklayabileceğimiz sandığa koyacağımız pek çok anımız oldu. Kitabınızın girdiği her evde bir de sandık var aslında. Kitabınızda bunu sağlayan şey nedir sizce?

Tülay Tanyol Pişkin adlı sınıf öğretmeni. O aynı zamanda sanat tarihçi. Öğrencilerini bu yönde de eğitiyor. Sözünü ettiğim sanatsal projeler Tülay öğretmenin buluşları. Çocuklar bilgileniyor ve özgüvenleri gelişiyor. Sanat ruha iyi gelen bir olgu. Onun etkinliklerine kitabımda yer verirken başkaları da yararlansın istedim.

Tülay Öğretmen'in yarattığı etkinliklerden biri olan açık hava resim sergisine gelenleri saymışsınız. Çocuk algısının tamamlamasına imkân veren ögeleri metne dâhil etme üslubunuz çok ilgi çekici. Serginin neden açık havada olduğu üzerine bir açıklamanız yok ama çocuk bunu anlıyor. Bu aşamada nasıl bir yol izliyorsunuz? “Güzel sanatları meslek edinen kişiler her bir yapıtın tüm basamaklarında ayrı ayrı coşkular yaşarlar.” diyorsunuz. İşin arka planında nasıl bir süreç yaşıyorsunuz?

Pandemi döneminde hepimiz mekânlarımıza kapandık. Ancak aşılar ve açık hava buluşmaları bize biraz sosyalleşme ortamı sağladı. Hele ilk altı ay yaşlılara uygulanan yasaklar perişanlıktı. Birbirimizin saçını kestik, bütün alışverişler internet üzerinden sağlandı. Kitaplarımızla yaptığımız okul ziyaretlerimiz Zoom ile gerçekleşti.

​Sokak yasağı bulunmayan genç dostlar atölye malzememi evimize taşıdı. Gelen giden olmadığı için yemek odamızı atölyeye çevirdim, üç yeni kitap yazdım, resimledim. Bir de sergi hazırlığım sürüyor. Açıkçası sanat zaten insanı yalnızlığa itiyor. Mutlu bir yalnızlık bu. Çünkü yaşanan günlerin değeri var, üretiyorsunuz ve dünyaya bir iz koymaya çalışıyorsunuz.

Öğretmen farklı yaşlardaki çocuklara yaptığı anketi okuyor çocuklara. Farklılıkların bu kadar zarif bir şekilde anlatılması müthiş bir bakış açısı. Metninizde fazla diyebileceğim, hacmi artırmaya yönelik bir kısım yok. Can Göknil, zihnindekileri elekten geçiriyor mu?

Dilimizin zarafetini yakalamayı amaçlıyorum. Gerçi çocukların çoğu gerçek kişiler, onların cümlelerinden yararlandım.

Tülay Öğretmen'e, öğrencileriyle birlikte hazırladığı zaman kapsülü için “Sanat işte böyledir çocuklar, pek çok korkumuzu onunla yenebiliriz.” dedirtiyorsunuz. Kitapta yer verdiğiniz Guernica tablosunu da böyle mi okumalı çocuklar? Sanatın korkularla baş etmenin yanında başka hangi duygulara eşlikçi olmasını amaçlıyorsunuz?

Benim sanatsal üretimim çok huzurlu. Öz kültürümüzü araştırarak seçtiğim konularda temalarım aşk/sevgi yansıtıyor. Çünkü yaşamım öyle süregeldi. Doğallığımı ve çocuksu ruhumu koruyorum. Yansıttığım duygular izleyicime huzur veriyor. Böylelikle çağdaş sanat veya güncel sanat ortamlarına uzak duruyorum. Güncel sanatın protestocu tutumunu anlıyorum, günümüzde şikayetçi olacağımız çok sorun var. Ama şikâyet kutusu sanat mı olmalı? Sanatçıların öfkeli çıkışları sanatta estetiği yok ediyor çoğu kez. Buna üzülüyorum. Dahi sanatçılar, Picasso gibi acı, öfke ve estetiği tek eserde canlandırabiliyor, Guernica adlı eserin bir başyapıt sayılmasının bir nedeni de bu olmalı.

Covid-19 virüsü tasarlarken anne ve Abide’nin düşünce balonu kafalarının üzerinde değil de ellerinin altında, kalbine yakın yerde çizilmiş. Bu çiziminizi görünce düşünmenin sadece zihnimizle değil kalbimizle de yaptığımız bir eylem olduğu hissi oluştu. Sanki insan birlikte düşünürken kalbiyle, ayrı düşünürken zihniyle düşünüyor. Sizin nasıl düşündüğünüzü ve kendinize sıklıkla sorduğunuz soruları merak ediyorum.

Yetmiş altı yaşıma geldim, hayat tecrübeme, sezgilerime ve içime güveniyorum. “İçim bilir,” diyorum kendime.

Zamanın törpülediği insanları, nesneleri; çizimlerinizle zamanın törpüsünden azade hâle getiriyorsunuz. Mitoloji ile ilgili çalışmalarınızı, kadim zamanlarla kurduğunuz bağları, göçmen olmak üzerine söylediklerinizi dikkate aldığımızda sanatınızın kaynağı ve yaşam tarzınızın sanatınıza yansımaları üzerine neler söylersiniz?

Haklısınız, “azade hâle getirmek” ne güzel bir söyleyiş.

​Öz kültüre dönük araştırmalarımda dünü bugünü olan inanışlar ve davranışlar beni ilgilendiriyor. Genelde kadınca inanç ve uygulamalar. Çocuksuz kadınlarımız problemlerini aileleriyle paylaşamıyorsa doğa güçlerinden büyüsel işlemlerle yararlanarak sorunlarına çare arıyorlar. Ağaçlara çaput bağlamak, taşın oyuğundan geçmek gibi. Develerle ilgili araştırmamda çocuksuz bir kadın, deveden bir kıl koparıyor, koynunda o tüy ile deve altından üç veya beş kere geçiyor. Deve sahnesi sanatıma yansıyınca o koca deve küçük bir dost deve, kucak köpeği gibi oluyor çünkü kadını korumam gerekiyor! Koca bir deve kadını tepebilir. Hem belki kocası kısır. Neden hep kadın suçlu? Ben de kadını korumak için bu garip uygulamayı biraz törpüleyerek yansıtıyorum, hem de eylemi espriyle yumuşatıyorum.

0
4534
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage