20 EKİM, PAZARTESİ, 2014

Bir Kentin Sesi Olan Şiirsel Öyküler

Eğer ki yazmak yaşamın kendisiyse bunu ilk öykü kitabında çocukluğunu ve gençliğini yaşadığı şehrin; sokaklarını, meydanlarını, kırmızı kiremitli damlarını, ren renk çiçeklerle mis kokulu bahçelerini dile getirerek başarmış Rahmi Emeç… Halil Çamay yazdı…

Bir Kentin Sesi Olan Şiirsel Öyküler

Her kentin bir türküsü vardır, her sokağın bir hasreti, her köşe başının bir hikâyesi. Her pencerede açılan ya da kapanan bir perdenin umudu, umut kırıklığı vardır…

Eğer ki yazmak yaşamın kendisiyse bunu ilk öykü kitabında çocukluğunu ve gençliğini yaşadığı şehrin; sokaklarını, meydanlarını, kırmızı kiremitli damlarını, ren renk çiçeklerle mis kokulu bahçelerini dile getirerek başarmış Rahmi Emeç…

Doğduğundan beri hiç kopmadığı; kopamadığı şehrin, yavaş yavaş kendinden uzaklaşışını öyküleriyle dile getiriyor. Uzun yıllardır şiirlerinden tanıdığım, gençliğimin ilk şairlerinden Rahmi Emeç, ilk öykü kitabını çıkardı. Kentleşmeye yüz tutmuş Eskişehir’in sayıklamaları gibi öyküleriyle, şehrin tanıdık sokaklarının her yeni beton yığınıyla, biraz daha uzaklaşışı biraz daha yabancılaşışı gibi, yazarın şehre serzenişi bir bakıma:

"Günaydın" diyor saksıda begonya, gelin dili, kuşkonmaz, yılbaşı çiçeği ve diğerleri. Siz yalnız yaşamaya sürgün edildiğiniz o günden beri, çiçeklerin ve kuşların dilini çalıştınız her sabah. Her sabah size en yakın güzelliğin diline uzattınız kendinizi…”(Sf.)

Yaşama bu kadar içten bakabilen bir insan olunca, yaşamın yükünü de omuzlar insan tüm güzel düşleriyle. Her güzel düşün bir kavgası, bir bedeli vardır yaşamda. Ve her kentin bir de “öteki” yüzü! Bir anda dalından koparıp alırlar seni ve kentin canlı gömütlüğüne gömerler güzel düşlerinden ötürü! Bir şubat soğuğunda, bileklerinde soğuk çelik…
“… Oysa o volta günlerinde de bu kentteydim, bu kentin öbür yüzünde! Öyle değimlidir? Her kentin herkesçe görülen bir yüzü vardır ve o yüz herkesin günlük yaşamına girer bir şekilde. Birde öbür yüzü vardır ki, 80 öncesi azarlanmış bir kuşağın soluk alıp veren hemen bütün çocuklarını farklı tonlarda da olsa tezgâhından geçirmiştir!”(Sf.)

Büyüdüğün şehrin hapishaneleri de özletir şehri size: Telden tele mendil salla el salla...(3)

Birinci ya da ikinci şahıs diliyle, bazen bir monolog, bezende bir mektup tadında yazılan öyküler hep bir mücadele gerçeğini ve güzel yüreklerin güzel yüreklere çarpışını imgeliyor Emeç’in kaleminde. Bir kavganın eşliğinde yaşanan en güzel aşkları… O aşklardan arta kalan yaşamları… Bu kente eylülle gelen nedir, durmadan yakıyor eskilerimi!(Sf.)

Tüm coşkuları, sevinçleri, acıları, umutları, umutsuzlukları ve gidenden kalana; gözlerinden şakaklarına uzanan gözyaşlarının bıraktığı tuzlu izleriyle gönderilmiş, (Sf.) ölüme giden tarifsiz yolculuklarıyla şehrin hikâyesinde dolaşıyor yazar. Her yeni betonlaşmayla bir parça dokusu daha yok olan, yabancılaşan şehrin gömütlüğünde, kendi gömüt ünü arar gibi…

Bir şehrin en eskimeyen yüzü, en bozulmayan dokusu ya da yangından artakalan tek fotoğrafı Tren Garlarıdır! Sanırım bu yüzden sık sık Gar’dan bakıyor şehre yazar, ya da şehirden Gar’a! Bezende Garın iç yüzünde devam ediyor iç yolculuğuna!..

Haydarpaşa yönünden gelip Ankara istikametine gitmekte olan! …
Sen bekleme salonundasın. Kaç gündür onlarca yüzle tanışıp kimi zaman için için didişerek ve kimi zaman göğsünü hasrete yaslamış insan öykülerine duygulanarak bekliyorsun… Kime, nereden nasıl gelecek, sen nereye ve ne zaman yola çıkacaksın…(Sf.)

Şehrin eskimeyen yüzü, şehrin içinde yolculuktur Garlar. Birde sokak

aralarında bir köşe de fark edilmeyen bir ayrıntı gibi, unutulmuş ya dagizlenmiş kireç badanalı, küçük bahçeli müstakil evler. Buram buram şehrin tarihi kokar o evler. Çocukluğumuzun kış masalları gibi yolculuklara çıkarız durup birkaç saniye de olsa izlesek!  

“Ben o yüzden, her şeye yaklaştıkça detayın ne olduğunu anlar olmuştum nasılsa. Detay, duvarda işlenmiş bir kanaviçenin içindeydi. Detay, kireç boyalı duvarda oluşmuş lekelerin bir haritayı çağrıştıran gelgitlerindeydi. Yine detay, o resim de, torunlarını etrafına toplayan sevimli yaşlı kadının anlıdaki kırışıklardaydı. Beklide bir mektubun içinde, onca sözcüğe beylik eden tek bir sözcükte… Sahi detay neydi?” (Sf.)

Böylesi, gözden ırak ve gören gözlere hitap ederek yürek burkan ayrıntılarla örülü 18 öyküyle okuru buluşturan bir kitap “masallar mektuplar ve kuşlar” hayatın içinden ve hayatın kendisi.

ŞİİRSEL BİR ‘ANLATI’

Sesini ‘derinde’ taşıyan edebiyatçı, okuruna geç ulaşır. Okur için ‘okuma eylemi’ yetmez. Zahmetli bir yolculuğu göze alırsa, o ‘geç buluşmada’ şairin ‘derin sesine’ ancak kulak olabilir.

Evet, zahmetli iştir! Çünkü, derinden giden sesi duymak, hazır lokmayı içeriye indirmeye benzemez. Lokmada yer alan her ne ise, onu iyi tanımak, iyi özümsemek gibi, her okurun göze alamayacağı kimi ‘sıkıntılı’ sözcüklerin yolculuğunu gerektirir.

Daha önce dört şiir kitabıyla karşımıza çıkan Rahmi Emeç, 80’lerin başından bu yana oluşturmaya çalıştığı ve ‘derinden yol aldığı’ şiir yolculuğuna öykü dünyasını da ekledi. Şiirsel dilin etkisi, ilk öykü kitabı Masallar Mektuplar ve Kuşlar’da (Sf.) kendisini gösteriyor. Şiir’in günlük dili kırıp ‘çok anlamlı’ bir katmana varan ‘yoğunluğu’ öykülerine sinmiş durumda.

Geleneksel öykü kalıplarına alışmış okur, başlangıçta, dilsel olduğu kadar, kurgusal olarak da bu öyküleri yadırgayabilir. Bir olay örgüsünden ve öne çıkan ‘kahraman profilinden’ uzak, çoğu zaman da, bir iç konuşma halinde büyüyen öykülerde, belli bir karakter, belli bir kimlikten çok, insanın kendisi vardır hep... Kısa ve ‘durum öyküsü’ olarak adlandırılabilecek bu metinlerde, içten içe yürüyen bir başka şey de, bireyin ‘sıkıntı’ ettiği farklı insanlık halleridir. Eskimiş bir evde yaşamakta olan eski anıların canlılığı, bir istasyonda, pek çok kişinin gözden kaçan ‘uğultusu’, bizim dilsiz sandığımız çiçeklerin o ‘sessiz konuşmaları’ birer yaşamsal ‘kesiti’ gözümüzün önüne serer. Fabrikaya giden ve sınıfsal konumu her haliyle ortada olan bir kadın için kurduğu “Ben ne zaman fabrikaya giden bir kadın görsem, incitilmiş bir yorgunluğun karşısında saygıyla eğilirim” (Sf.) cümlesi yazarın dünyaya bakışı kadar, kadın kimliğiyle de bir ‘üreten’ olan karşısındaki saygısını çok etkili sözcüklerle dışa vurur. Bireyin, başkalarıyla, yaşadığı mekânla ve hatta koca bir kentin, (ki bu Eskişehir’dir) mekânlarıyla olan diyaloğu, şiirsel dilin imge nöbetine uğrayıp geçmektedir.

Kuşkusuz, birer kurmaca ürünü olan bu öyküler, Rahmi Emeç’in yıllardır harfleri çağrışımlar denizine yatırdığı ‘sözcükler atölyesinden’ geçmiş olmakla, birer derin söyleme ulaşır. Bu söylem, sesini ‘derinde’ taşıyan Emeç’in, şiirde olduğu kadar, öyküde de kendisine has bir okur edineceği izlenimini vermektedir. Sadece öykü olarak değil, ustaca kaleme alınmış birer metinler toplamı olarak da okunmalıdır bu kitap.
Şimdi okura düşen, Emeç’ten ‘şiirsel’ yeni öyküler beklemek olmalıdır.

0
4871
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage