26 ŞUBAT, PERŞEMBE, 2015

Mahalleye Tiyatro Açmış Gibiyiz

Yazıldığı günden bu yana belki binlerce kez oynanan Shakespeare’in Hamlet’i, Moda Sahnesi ile yeniden doğdu adeta. Öyle ki geçen sezondan beri dillerden düşmüyor, izleyicisi hiç eksik olmuyor. Böylesine kült bir eseri bir anda ilgi odağı haline getiren ekibin oyuncularından Onur Ünsal ile hem oyunu hem de Moda Sahnesi’nin sanat dünyasında nasıl bir boşluğu doldurduğunu konuştuk.

Mahalleye Tiyatro Açmış Gibiyiz

Moda Sahnesi açılış oyunu olarak neden Hamlet’i seçti? 

Shakespeare külliyatında yapmak istediğimiz oyunların arasındaydı Hamlet. Tiyatroyu açarken seyirciye sezonun nasıl geçeceğine dair ipucu vermek ve biraz da iddialı olduğumuzu göstermek istiyorduk. Tiyatronun inşasıyla oyunun hazırlıkları eş zamanlı gitti. Ona rağmen iyi hazırlandık diyebilirim. Bizim için çok hevesli bir başlangıç oldu. Bugüne değin 80’in üzerinde gösterim yaptık. Bu süre boyunca oyun daha da gelişti, fikrini daha çok savunur hale geldik. Oyunumuzdan memnunuz, seyircinin büyüyen ilgisi de mutluluğumuzu artırıyor. 

Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? Sizin Hamlet’i diğerlerinden ayıran en önemli nokta nedir?

Her şeyden önce çevirisindeki farklılık. Neredeyse üç ay zaman harcayıp ben ve Emre Adıyaman yepyeni bir çeviri yaptık. Bu, diğer çevirileri beğenmediğimiz anlamına gelmiyor ancak amacımız Shakespeare’in menşesinden çıkmadan yeni bir dil yakalamaktı. Oyunun en göze çarpan yanı, şiirsellikten kopmamış ama şiir düzenine de bağlı kalmayan bu farklı dili. Haliyle daha rahat anlaşılıyor. Hamlet’in metni içinde binlerce felsefe, hikaye ve soru var. Hepsini ortaya koymaya çalıştığınızda beş perdelik çok uzun bir oyun çıkıyor karşınıza. Dolayısıyla oyunun bugün neyle temas ettiğini bulup ona göre çevirmek gerekiyordu bize göre. 

Bu aynı zamanda Moda Sahnesi’nin genel duruşu mu peki?

Evet. Tiyatronun bugünle kurduğu bağ çok önemli bizim için. Oyunları sırf kendi değerleri içinde bırakmak yerine, bugün en çok neyi konuşuyor, neyi düşünüyoruz sorularına yaklaşmaya çalışıyoruz.

Moda Sahnesi’nin mekan tasarımında da aynı bakış açısıyla mı ilerlediniz?

Mekan tasarımında emeği geçen Halükar Mimarlık bizi çok iyi anladı kesinlikle. Moda Sahnesi olarak gerek mekan gerekse oyun dekorasyonunda, süsten ziyade yaşanılabilirlik esas bizim için. Gün içinde çok sayıda kişiyi ağırlayan bu mekan, konserde başka, seminerde başka, sinema ve tiyatroda başka bir alana dönüşebiliyor. Mekanda ve etkinliklerde seyirciyle yakın teması önemsiyoruz. Bu nedenle perde ya da kulis giriş-çıkışı olmayan, tıpkı bir kısım duvarlarımız gibi mekanımız da çıplak. Önemli olan içini dolduran insanlar, onların anlattıkları ve izleyiciye ne kadar ulaştığı. Seyirci ve sahne ayrımının azaldığı bir yer burası.

 Ekipte de bu mesafeyi azaltma durumu söz konusu görünen o ki. Bara geçip servis yapıyorsunuz mesela.

Burası kolektif bir akılla açıldı ve servisten vestiyer hizmetine kadar her şeyi kendimiz yapıyoruz. Belki ukalalık gibi gelecek ama burayı bir kültür merkezi olarak görüyorum. Kültür merkezinin amacı her şeyden önce insanları bir araya getirmek ve ortak bir alan yaratmaktır. Şu sıra hazırlandığımız Bira Fabrikası oyununun yazarı Koffi Kwahule’nin çok güzel bir lafı var “Tiyatro herkesin aynı sona sahip olduğunu, herkese aynı anda hatırlatan bir yerdir” diye. Moda Sahnesi de bu birliktelik ihtiyacı düşünülerek tasarlandı.

Moda Sahnesi 12 kişilik kalabalık bir ortaklıkla kuruldu. Bu fikri ilk kim attı ortaya? 

Kemal Aydoğan attı ilk adımı, biz de ortak olduk bu fikre. Oyun Atölyesi’nde beraber tiyatro yaparken de değişip dönüşebilen, seyirciyle yakınlaşabilen bir mekan kurma hayalimiz vardı. Buraya kısmet oldu. İyi de oldu hani! Kadıköylü olduğumuz için mahalleye tiyatro açmış gibiyiz ve bu mahalli duygudan ayrıca mutluyuz. Seyirciler de sahiplendi. Bunu muhteşem bir şey yaptık da sahiplendiler gibi bir tutumla söylemiyorum. Böyle bir yere ihtiyaç varmış burada ve elini taşın altına koymak gerekiyormuş. Kadıköy’de oturan birinin her gün farklı etkinlikler izleyebileceği bir mekan var artık. 

Bir yandan işletmeci de oldunuz tabii. Bu durum oyunculuk mesleğinizi nasıl etkiledi?

Aslında güzel oldu, tiyatronun her yönüyle ilgilenmeye başladık. Aklımız daha dinamik çalışıyor haliyle. Bir oyun hazırlarken öte yanda onun para kazanması gerektiği gerçeği de var. O nedenle dekor, kostüm, gelen seyirci, etkinlik tarihleri, duyurular gibi bir çok parametreyi düşünüyorsunuz. Bir tiyatronun sadece oyuncusu olmanın dışına çıkıp, yaptığınız işin bütününe ulaşıyorsunuz. 

Her gün burada mısınız? Ofise gider gibi yani…

Evet, ortakların birçoğu gibi… Bazılarımız daha çok dışarıda çalıştığı için boş zamanlarında geliyorlar. 

 İş bölümü nasıl?

Herkesin bir birimi var. Gişe, kafe, işletme, muhasebe, sahne arkası, teknik şef, reji, dekor, kostüm, oyuncular, sinema bölümlerine dağılmış durumdayız. Anlayacağınız herkes kendi biriminin patronu.

Moda’da oturan biri olarak buradaki yaşam kültürünü nasıl tanımlarsınız?

10 yıldır burada yaşıyorum ve Moda’yı çok seviyorum. Ancak son zamanlarda sakinliğini kaybetmeye başladı. Oysa coğrafya olarak çok özel bir yerdir burası. Eğer Moda’ya gitmiyorsanız, oradan geçmezsiniz. Yarı çıkmaz sokak havası olduğu için de mahalli bir yanı vardır. Galiba Beyoğlu’nun cazibe merkezi olmaktan uzaklaşmasıyla birlikte Kadıköy kurtarılmış bölge ilan edildi. Ya kahve ya içki içme mekanına dönüştü. Biraz nefes almakta zorlanmaya başladık. 

Mahalle kültürünü seviyorsunuz belli ki...

Karşıyaka Bostanlı’da mahallede oynayarak büyüdüm ben. Şimdilerde pek kalmamış olsa da mahalli olanı seviyorum kesinlikle. Mesela burada parka yürüyerek gidebilmek harika bir duygu. İstanbul’da bunu yapabildiğiniz yerler o kadar az ki. Örneğin Beşiktaş’ta nevrim dönüyor, o kaldırımların o kalabalığı kaldırmadığını gördükçe. Dışarı çıktığınız anda bir süratin içine sürükleniyorsunuz. 

Moda Sahnesi ile Kadıköylüler arasındaki mahallelilik ilişkisi nasıl peki?  

Kadıköylülerin de bu tip etkinlikler için artık karşıya gitmek zorunda kalmamalarından ötürü bizden memnun olduklarını, sahiplendiklerini görüyorum. Bunu özellikle hafta içi etkinliklerine büyük oranda Kadıköylülerin gelmesinden anlamak mümkün. Diğer yandan biz de burada oturanların yaşam alanlarını çok önemsiyoruz. Küçük bir örnek vereyim. İnsanların ellerinde içkiyle mekandan dışarı çıkmasını istemiyoruz. Hemen tepki gösteriyorlar bize ama bunun bir nedeni var. Bu sokakta yaşayanların evine giderken, ellerinde içki şişesiyle bir kalabalığın yollarını işgal etmesi doğru gelmiyor. Eğer bunun kimseyi rahatsız etmeden yapabilindiğine inansaydık böyle bir kurala gerek kalmazdı. Hiç kendimizi kandırmayalım, biz içtik mi sokakta birilerine sataşıyor, kavga edip bir yerleri kırıyoruz. Rahatsızlık vermek üzere içiyoruz sanki. Kendi oturduğumuz yerde bundan şikayet ederken buradaki insanlara aynı şeyi yaşatmaya hakkımız yok. Moda Sahnesi’nde gece yarısında gürültü de tamamen biter. Kalabalık bir mekan olduğumuz için bazı şeyler kaçınılmaz ama olabildiğince hassasiyet gösterebiliriz.  

 Mekanı geliştirmeye dair planlarınız var mı?

Öncelikle mekanın teknik özelliklerini artırmak istiyoruz. Etkinliklerdeyse çocukların daha fazla sanatla hemhal olmasını arzuladığımız için ilk plan çocuklara yönelik. Pedagoglar eşliğinde workshop’lar yapma fikrimiz var. Bunun dışında halkla birlikte tiyatro yapmak gibi bir hayalimiz de var. 

“Halkla birlikte tiyatro” kulağa ilginç geliyor? Nedir tam olarak?

Hiçbir ticari kaygısı olmayan bir proje bu. Kemal Abi’nin Kadıköy’de oturan ve buraya gelip tiyatroya merakı olanlarla bir oyun çıkarma düşüncesi var. Yıl boyunca onlarla ara ara çalışılacak, birlikte oyun okumanın nasıl olduğu öğrenilecek, üzerine tartışılacak ve yıl sonunda bu kalabalık kadro oyunlarını sahneleyecek. Bir nevi kamusal tiyatro yani. Daha zamanı var ama er ya da geç gerçekleştireceğiz. 

0
14861
3
Fotoğraf: Korhan Karaoysal
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle