28 TEMMUZ, CUMA, 2017

"Her Şeyin En Güzeli Olan Çocuklar İçin"

Edebiyatımızın usta yazarlarının küçük birer çocuk olarak karşımıza çıktığı Tefrika Yayınları’nın “Çocuk Edebiyatı Dizisi” yazarlarından Semih Öztürk’le kitaplara ve edebiyata dair bir söyleşi gerçekleştirdik. 

Semih Öztürk, dizide Küçük Aziz Nesin ve Kiraz Fidanı ile Küçük Sabahattin Ali ve Defteriyle Kalemi’ni yazdı. Öztürk, geçmişiyle, ince ayrıntılarla, yaşadığı her anıyla hemhal olmuş bunu öykülerine, cümlelerine dökmüş biri. Kendisiyle Tefrika Yayınları’nı, 12 kitaba ve üçüncü baskıya ulaşan “Çocuk Edebiyatı Dizisi”ni ve kendisini konuştuk.

Öncelikle Tefrika Yayınları’ndan bahsedelim isterim. 2014 yılında yayın hayatına başlayan Tefrika’da neler oldu, neler yapıldı?

Tefrika, üç yıldır yayıncılık alanında çalışmalar yapan bir yayınevi. Daha çok çeviri edebiyat üzerinden ilerliyor. Bundan yaklaşık 1,5-2 yıl önce “Çocuk Edebiyatı Dizisi”nin ilk serisi yayımlandı. Önder Yetişen yayınevinin kurucusu ve editörü. İlk seride bulunan kitapları Emre Gül’le birlikte hazırladılar. Hikâye çizimleri Akif Kaynar tarafından yapıldı. İkinci seriyi çıkarmaya ise geçtiğimiz yıl karar verdik. Yazmayı düşündüğümüz yazarları belirledik ve çalışmalara başladık. Şu sıralar dizinin üçüncü serisi üzerinde çalışıyoruz. 

Yayımlanacak kitaplara karar verirken neleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

Kitabın anlattığı hikâyenin bir yerlere doğru şekillerde ulaşabilmesini istiyoruz. Her kitap er ya da geç okurunu bulur. Önemli olan ona inanan editörlerin gerekli hazırlığı en iyi şekilde yaparak yola çıkabilmesidir. Yoksa ticari kaygı üzerinden yapılan şey yayıncılıktan ziyade vitrincilik olur. Başlar ve biter. Biz elimizden geldiğince sürekliliği ayakta tutmaya gayret ediyoruz. 

©Nazlı Erdemirel

Emre Gül ve Önder Yetişen, sen ve Fatih Aktaş’ın kaleme aldığı bir "Çocuk Edebiyatı Dizisi" var. 12. kitaba ulaşan bu dizi nasıl başladı? 

“Çocuk Edebiyatı Dizisi” gerçekleşen bir hayalin sonucu olarak hayatımıza girdi. Neden biz bu kıymetli yazarları çocuklara öğretmiyoruz değil, neden büyüdükleri zaman hatırlamalarına ön ayak olmuyoruz fikrinden yola çıkılarak yapıldı. Bu kitapları okuyan çocukların büyüdüklerinde Turgut Uyar’ı, Aziz Nesin’i ve diğer yazarları hatırlamalarını istiyoruz. Küçükken onlara dair bir şeyler okuyorlar ve yıllar sonra bunu hatırlıyorlar. Harika değil mi? Hepimiz bir şeylerden yakınan, bir şeylere itiraz eden insanlarız ama bunu dönüştürebilecek bir alanımız yok. Bir çocuğa Sabahattin Ali’nin, Nâzım Hikmet’in ya da Sait Faik’in nasıl biri olduğunu az çok hissettirebilirsen işler değişir. O çocuk farklı yetişir, farklı büyür.

Yazarların karakter ve yaşamlarından uzak kurgusal eserler yaratmışsınız kitaplarda. Onlardan bir iz taşıyor mu? Yazarlar, seçtikleri yazarın hikâyesini nasıl oluşturuyor?

Anlattığımız hikâyenin kahramanı olan yazarın eserleriyle doğal bağlar kurmaya çalışıyoruz. Küçük Sait Faik Abasıyanık ve Sinağrit Baba kitabında olduğu gibi. Yani yazarı kendi yazdığı eserle iç içe olmasına özen gösteriyoruz. Elbette yazarların gerçek çocukluk hikâyelerini yazmamız çok zor. Zaten yapmak istediğimiz de böyle bir şey değil. Yazarı kendi yarattığı dünyadan çok da uzak bir yere götürmüyoruz aslında. 

Mesela sen Sabahattin Ali’yi yazarken nasıl bir çalışma yaptın? 

Yeniden Sabahattin Ali okumaları yaptım. Öykülerini, romanlarını, şiirlerini, mektuplarını bir kez daha gözden geçirdim. Fotoğraflarını inceledim. Hakkında yazılanları da aynı şekilde okumaya çalıştım. Bunun için yeterli zamanımız vardı. Aceleye gelsin istemedik. Süreç üç aşağı beş yukarı bu şekilde işledi. 

Kitaplar hakkında aldığın yorumlar nasıl?

Geri dönüşler hepimizi çok mutlu ediyor. Beni en çok etkileyense bir anneyle çocuğunun hamaktaki fotoğrafı olmuştu. Ellerinde Küçük Aziz Nesin ve Kiraz Fidanı kitabı vardı. Küçük dostumuz kitabı okuduktan sonra annesinden kendisi için bir ağaç fidanı almasını istiyor ve o fidanı birlikte dikmeyi teklif ediyor. Ertesi gün bunun için sözleşiyorlar. Harika bir ayrıntıydı benim için.

Bundan sonra gelecek üçüncü seride hangi yazarlar olacak? 

Yaşar Kemal, Oğuz Atay, Tomris Uyar, Rıfat Ilgaz, Sevgi Soysal ve Ahmet Hamdi Tanpınar üzerinde çalışmaya başladığımız isimler.

Tefrika Dergi 17. sayısına ulaştı. Devam edecek değil mi?

Yayımlanan son sayının ardından dergiyi dondurma kararı aldık. Bir süre ara vereceğiz. Türkiye’de dergicilik yapmak pek kolay değil. Özellikle maddi anlamda bir hayli yorucu. Haliyle bir yere kadar dayanabiliyorsunuz. Ama yine de bir gün geri dönmeyi çok istiyoruz. Çünkü dergiyle birlikte çok güzel dostluklarımız oldu. Ofisteki kedilerimiz Sayit ve Fayik’le harika bir aile ortamımız var. Onlar da en az bizim kadar söz sahibi oldular dergide. Bu süreçte “Çocuk Edebiyatı Dizisi”ne ve diğer yayınlarımıza yoğunlaşmayı planlıyoruz.

©Nazlı Erdemirel

Senin edebiyatla olan bağını konuşalım. Sahne Sanatları’ndan mezun oldun ama edebiyatla ve yazıyla daha haşır neşirsin. Sen neler yapıyorsun?

Yazıyla olan ilişkim lise dönemlerime denk geliyor. Bulduğum her boşluğa bir şeyler karaladığımı hatırlıyorum. Resim yapmaya çalışıyordum önceleri. Çizdiğim evin içindeki insanları düşünüyordum. Dağ çiziyorsam dağın arkasını merak ediyordum. Bir ara sürekli yük gemisi çiziyordum mesela. Geminin içindeki insanların hikâyelerini merak ediyordum çünkü. O süreçte yazıyla daha da yakın bir bağ kurdum kendi kendime.


Kütüphanelerde vakit geçirmeyi seviyorum. Edebiyatla olan ilişkim aslında o dönemlerde belirginleşti. Pek çok kitabı halk kütüphanesinden ödünç alarak okudum. Geri götürmeye kıyamadığımı hissetmeye başlayınca işler biraz daha değişti ve daha bilinçli okumaya başladım. Sonrasında tiyatro girdi hayatıma. Doğup büyüdüğüm ilçede Bulancak Sanat Tiyatrosu adında bir topluluk var. 30 yıldır düzenli olarak perde açıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Küçücük bir ilçede 30 yıldır tiyatro yapıyorlar ve hiç kimse bu işin eğitimini almış değil. Onları 72. Koğuş’u oynarken herkesin seyretmesini isterdim. O insanlardan etkilendim. Öncesinde Şaka Tiyatrosu vardı. O ekiple de uzun süre çalıştım. Ardından akademik olarak tiyatro eğitimi almaya karar verdim.

Yazmaya, okumaya, yaşamaya, her şeyin en güzeli olan çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Onları anlamaya, onlarla arkadaşlık kurmaya gayret gösteriyorum. Bir şeylerin daha güzel olabilmesi için sevgiye ihtiyacımız var. İki yıldır üzerinde çalıştığım bir öykü dosyam vardı. Yakın zamanda tamamladım. 

Senin şu an çocuk kitapları dışında yayımlanan kitabın var mı peki?

Gezi Direnişi’nden sonra yayımlanan öykü seçkilerinde iki öyküm yayımlandı. İlki Aylak Adam’dan çıkan Bağzı Şeylere Öyküler kitabında, ikincisi ise Notebene’den çıkan Direniş Öyküleri’nde yer aldı. Bunların dışında çeşitli dergilerde yayımlanan öykülerim oldu. 

Genç yazarlara bunu genelde soruyorum, öykülerinde kurguladığın dünya senden ne kadar izler taşıyor? Neler besliyor seni? 

Kendimle ve yaşadıklarımla yüzleşmeye çalışıyorum. Bir öyküyü düşünürken aynı zamanda içine girip yaşamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Karakterlere koyduğum isimlerde bile bir hikâye olsun istiyorum. Hikâyenin doğurduğu hikâyelerden hareket etmek bana pek çok yeni kapı açıyor. Beslendiğim şeyler ise çoğunlukla eski ve atıntı olan eşyalar, hatıralar. Somut ve soyut olarak ayırabileceğim pek çok şey var. Fotoğraf seyretmeyi çok seviyorum mesela. Beni her anlamda besliyor. Aynı şekilde eski oyuncaklar da öyle. Tahta mandallar da.

©Nazlı Erdemirel

Peki bu hazırladığın dosyanın belli bir teması var mı?

Daha çok kış öykülerinden oluştuğunu söyleyebilirim. Dosyanın büyük bir bölümünü Giresun’da yazdım ve son haline yaklaşırken çok fazla kar yağıyordu. Biraz da bu gerçeklikten etkilendiğimi itiraf etmeliyim. 

Senin nostaljik olanlarla, arabeskle olan bağın çok güçlü. Nedir sendeki yeri bunların? Sana bugünde olmayan neleri anlatıyorlar?

Ursula K. Le Guin, “Bütün olmak parça olmaktır; gerçek yolculuk geri dönüştür.” der. Bu yüzden dünyanın neresine gidersem gideyim yaşamış olduğum hiçbir şeyi inkâr edemem. Onları her halleriyle kabullenmek zorundayım. Elbette bu durum nostaljiyi de beraberinde getiriyor. Bana kalırsa iyi de oluyor. Yüzleşiyorum ve böylece anlatacak olduğum şeyler kendilerince kimlik kazanmış oluyorlar.

Arabesk konusu ise biraz daha farklı benim için. Orada çok ince bir ayrıntı var; arabeskin içinde dolanıp duran sınıf müziği bu topraklardaki “içe atmak” meselesini tam anlamıyla karşılıyor. Kişinin karşısındakine söyleyemediklerini arabesk çoğu zaman söylüyor. Bu konuya biraz romantik yaklaşıyor olabilirim ancak temelde bu şekilde bir karşılığı var benim için. 

Umarım önümüzdeki dönem çıkacak öykü kitabın için buluşuruz. 

Teşekkür ederim.

0
7302
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle