21 MART, ÇARŞAMBA, 2018

Ziller Sanat İçin Çalıyor

Banu ve Hakan Çarmıklı çiftinin Türkiye sanatının çağdaş yansımasını 74 ayrı eser üzerinden teşhir ettikleri “İlk Raunt” sergisi, 12 Mayıs'a kadar Karaköy Galata Rum Okulu'nda ücretsiz izleniyor. Özel toplantılarıyla da kamuoyunu bilgilendirmeyi amaçlayan serginin belki de tek falsosu, şiddeti çağrıştıran adı “İlk Raunt” olsa gerek.

Ziller Sanat İçin Çalıyor

Hâlihazırda belli başlı üç müze, iki kültür merkezi / kurumu inşaatının harıl harıl devam ettiği yaklaşık 18 milyonluk İstanbul'da, sivil, özel bir sanat müzesi bereketiyle çalışan 1885 tarihli Galata Rum (İlköğretim ve Ana) Okulu'nda, 12 Mayıs gününe kadar “eğitim” var. Çağdaş sanat eğitimi. Ücretsiz.

​Ziller “İlk Raunt” için, salı ve pazar günleri arasında 11.00 ve 18.00 saatleri arasında çalıyor. Banu ve Hakan Çarmıklı'nın 30 yıllık bir tecrübeyi yansıtan sanat koleksiyonu, okulun beş katına çocuk neşesiyle saçılmış, eşit muameleyle, künyesiz bir coşkunlukla birbirleriyle oynayıp, konuşuyor. Ama konuştukları, Türkiye'nin meseleleri işte, malum. Kadın, çocuk, eğitim, cinsellik, siyaset, özgürlük, kimlik, gelecek, geçmiş ve elbette güncellik. Anilik. Farkındalık. Bu arada Banu Çarmıklı'nın sosyal medyada da hayli aktif (www.banucarmikli.com) “Gezdim, Gördüm, Yazdım” başlığı altında, çağdaş sanata yönelik kalem oynatma, yazarlık merakını Doğan Kitap etiketiyle yakın zaman içinde cisimleştirdiğini, neredeyse gönüllü bir öğretmen fedakârlığıyla çabaladığını kaydedelim.

​Sergiye katılan sanatçılara, etkinlik hatırasına birer boks eldiveni armağan edildiği konuşuluyor. Ama bir eğitim ve öğretim yuvasına, hele ki dört bir yanımızın şiddet ve kanla kuşatıldığı şu günlerde bu pek yakışmıyor. Üstelik, serginin açılışı, bir tür veli toplantısı uysallığında, utangaç ve mesafeli birçok sanatsever, küratör, iş adamı, eleştirmen, editör ve nice kurum yetkilisini; alkolsüz kokteyller, kanepeler, güler yüzlü, genç ve bilgili refakatçi kişilerle son derece munis bir atmosferde buluşturmuşken...

Sinan Demirtaş

Çarmıklı çifti ve okulun sanat projelerinde büyük emeği olan sevgili sanatçı (ve emeğiyle küratör) Hera Büyüktaşçıyan'ın, elinden geleni yaptığına hiç kuşku yok. Ancak insanın aklına aynı PR mantığı ile “Acaba sergiyi değerlendiren eleştirmenlere de kum torbası mı verilirdi?” diye sormak dahi geliyor.

Küratör, AİCA Türkiye üyesi Marcus Graf, sergi için kaleme aldığı tanıtım metninde şöyle yazıyor: "Koleksiyoncunun küratörlüğünü üstlendiği ‘İlk Raunt’, Türkiye'de çağdaş sanatın gelişimini yansıtmasının yanı sıra, bugünün sanatına ev sahipliği yapmanın zorluğuna dair bir yolculuğu temsil eden niteliğiyle, klasik koleksiyon sergilerinden ayrılıyor".

Akademisyen, yazar, eleştirmen ve küratör Graf'ın bu sözlerini bir köşeye koyarsak, sergi ön izleme turumuzda kulağımıza şöyle bir hayret ifadesi takılıyor: "Yahu, bu kadar işi nerede saklamış olabilirler ki?" Bu yönüyle Karaköy'deki sergi, içerdiği müzemsi kalabalıkla belki de Graf'ın atıfta bulunduğu, İstanbul Modern koleksiyon seçkisi sergileri ve Ankara'daki Müze Evliyagil ile Elgiz Müzesi'nin geçmiş, koleksiyon bazlı küratöryel etkinliklerini çağrıştırıyor.

Bedri Baykam

Bilerek - bilmeyerek, az önce de değindiğim gibi serginin bize verdiği en önemli faydanın, elimize tutuşturulan şu menfi “yol haritası” olduğu fikrine kapılıyorum. “İnsanlar beğenmiş almışlar, kim ne karışır?” deyip, bu merak yakıtlı keşfe başlıyorum. Daha en baştan söylemem gerekirse, en çok sevindiren, koleksiyoner çiftin Sena'dan Eda Gizem Uğur'a, Nesren Jake'den Sinan Demirtaş, Yuşa Yalçıntaş ve Berna Tonyalı'ya kadar birçok genç imzaya verdikleri değer ve fırsat oluyor.

Tam keşif turuma başlayacakken, okulda kimi “Veli Toplantıları”nın da yapılacağını haber alıp, yine gülümsüyorum. Yapılan programı kayıt altına almak gerekirse, 10 Mart'taki “Kadın Sanatçılar” toplantısını takiben, 31 Mart'ta “Günümüzde Video Sanatı”nı Ferhat Özgür, Pınar Öğrenci, Berat Işık ve Muammer Bozkurt'un, “Sanat ve Düşünce”yi Emre Zeytinoğlu, Nusret Polat, Erdal Duman ve Gülsün Karamustafa'nın, koleksiyon ve sergi üzerine bir sohbeti ise Marcus Graf ve Hakan Çarmıklı'nın sunacağını öğreniyor, ajandama işliyorum.

Bu yol haritasında, mekân ve zamanda demokratik biçimde özgürce bırakılarak yan yana duran, sırf etiketi veya sahibi üzerinden değil, görselliği ve mesajıyla hemzeminde buluşan yapıtlar hakkındaki ilk dersimizi aldığımıza inanıyorum. Graf'ın sergi yayınındaki 67 “Türkiyeli sanatçı” ifadesinde de bu demokratik bakış açısı bize fısıldıyor gibi. Serginin yol arkadaşından, toplam 74 sanat eserinin beş ayrı kata yayıldığını öğreniyorum.​

Kezban Arca Batıbeki

Neriman Polat'ın serginin dördüncü kat merdiven boşluğundaki ufacık 2013 tarihli işi Kemer, boğazımı düğümlüyor. Bir sonraki merdiven boşluğunda yine Neriman Polat, Mülk Allahındır diyor bana. Gündemin tüm farkındalığı ve güncelliğiyle. Aynı hınzır farkındalık, Serra Behar'ın İlk Yardım dolabındaki tespihlerinden menkul İsimsiz (2016) yerleştirmesinde de kendini belli ediyor. Bu hissiyat, “zamanın ruhu”, kendini Vahap Avşar'ın anti faşist Tekmil'inde de (2010) gösteriyor.

Eski arkadaşlarla yeniden buluşmuş gibi oluyorum sergiyi gezerken. Pek çoğu, eleştirisi ve esprisinden bir şey kaybetmemiş gibi. Hatta kimi, yeniden ortaya çıkmış da “bakın, dediğime geldiniz” türünden haklı bir kibirle yüklü. Görsel bir meclis çok renkliliği bu. Bir bakıma, koleksiyonerlerin de hayattan, sanattan, Türkiye ve dünyadan ne anlayıp ne algılamayı arzuladıklarının yankısı.

Yıllar sonra bir Hakan Onur işiyle, Türkiye / Hayat Ağacı (2000) karşılaşmak; Pınar Öğrenci'nin Filistinli İbrahim Touqan'ın yazdığı bir marşın (Anayurdum) izinde dünyanın - hadi diyelim Ortadoğu'nun - çektiği özgürlük çilesine yaktığı yarı belgesel video klibe Mawtini, 2016 sızlayan bir burunla refakat etmek; Şener Özmen'in devasa pirinç plakayla sınıfın tekine “park ettiği” REZERVE uyarısına maruz kalmak ya da Şükran Moral'ın okulun yakınındaki randevuevinde gerçekleştirdiği 1997 tarihli Bordello performansı -  videosuna yeniden rastlamak, hep bunlar arasında. Canan ve Sena ile Osman Dinç'i buluşturan, Halil Altındere'nin Hemşire, 2011’i ile Selma Gürbüz’ün Travesti, 2004’ünün aynı kaygı ve duyarlıkta bir araya gelebildiği; milliyet, cinsiyet, ırk ve kökene değil, insana bakan duyarlı, hamarat el ve yüreklerin buluşabildiği bir görsel miting duygusu veriyor “İlk Raunt”.  Dahası insan, sergiyi gezerken, acaba Çarmıklı'ların tüm (yerli) koleksiyonu bununla mı sınırlı yahu, diye düşünüyor. Kaldı ki serginin “İkinci Raunt”unun, ileride kendilerine ait yabancı sanatçılar üzerinden şekillendirileceği kulislerde daha şimdiden konuşuluyor.

​Sergiye gelişigüzel hızla dönersek, yepyeni, taze imzaların, ustalarıyla yan yana gelebilmesi, ortaya çok sesli bir irade bırakıyor. Sanat tarihsel demdeki İpek Duben işi Şerife 9 / 10 / 11' (1981) ve Şakir Gökçebağ'ın Marcel Duchamp'a göz kırptığı Fountain Alla Turca (2005) gibi yapıtların yanı sıra, son dönemin parmakla gösterilen fırçası İhsan Oturmak'ın Nizam ve Yenileşim gibi eserleri ya da Ali Cabbar'ın 2016 tarihli Kanaviçe Demokrasi'si veya Ferhat Özgür'ün Demokrasi Kulesi ile Kurt'u, güncel olanın şimdide sınandığı önemli rastlayışlar arasında geliyor.

İpek Duben

Sarkis'ten Volkan Aslan'a, Antonio Cosentino'dan Tunca'ya, Ferhat Özgür'den Extramücadele'ye ve Ali Cabbar'dan Fulya Çetin, Şener Özmen, Mehmet Güleryüz, Vahap Avşar ve Vahit Tuna'ya, son 20 yıla damga vurmuş birçok imzanın yeni, deyim yerindeyse “sıcak” işleri, “İlk Raunt”un karakterini şekillendiriyor. Çarmıklı çiftinin sıkı bir sanat takipçisi olduğunun kanıtı bu. Aynı zamanda, işlerin barındırdığı kültürel ve siyasal eleştirellik dozu da onların sanat ve ifade özgürlüğünden beklentilerinin bir göstergesi gibi.

Bu bakımdan sergide örneğin; Balkan Naci İslimyeli, Bedri Baykam, Bubi  ya da Gülsün Karamustafa gibi sanatçıların, diyeceklerini çoktan, yıllar öncesinden dedikleri, görece, takvim tabiriyle daha “eski” çalışmaları, kronolojik “kıdem”leriyle, bu toplu koroda bir adım daha önde durarak, solistleşerek, koleksiyoner çiftin güncel sanat hafızasına gösterdiği duyarlılık ve sahipleniciliği daha bir gözle görünür kılıyor.

​“İlk Raunt”, hatası sevabıyla, Türkiye çağdaş sanatında yeni keşiflere açık çek veren koleksiyoner bir çiftin cüret ve refakatiyle, Mayıs ayına dek, gündemi 74 ayrı enstrüman ile daha çok ısıtır gibi geliyor. Yeter ki kan dökülmesin, kimse kimsenin emeğini küçümseyip, önünden arkasından ileri geri kaçak güreşmesin.

0
11987
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle