10 HAZİRAN, ÇARŞAMBA, 2020

Sanat “Çözüm” Değil “Soru” Üretmelidir

Genco Gülan'ın kurduğu ve 2014'ten bu yana ilk kez gerçekleşen Web Bienali yedinci kez çevrim içi olarak sanatseverlerle buluştu. Bu sene küratörlüğünü İpek Yeğinsü’nün gerçekleştirdiği bienal Apeiron temasına odaklanıyor.

Sanat “Çözüm” Değil “Soru” Üretmelidir

Genco Gülan ve İpek Yeğinsü ile yaşadığımız pandemi günlerinin sanat dünyasına etkileri, çevrim içi etkinlikler, Web Bienali’nin ortaya çıkış fikri, yedi sene içinde geçirdiği değişimler ve bu senenin teması üzerine konuştuk. 25 Aralık 2020 tarihine dek ziyaret edilebilecek olan bienalin bu yılki edisyonunda yer alan sanatçılar: Candaş Şişman, Erdal İnci, Selçuk Artut, Can Büyükberber, Özcan Saraç, Meltem Şahin, Hakan Gündüz, Ayşe Gül Süter, Evrim Kavcar & Elif Öner, Ozan Türkkan, Yusuf Ulufer, Ahmet Rüstem Ekici, Hakan Sorar, Uğur Engin Deniz, Lev Manovich, Chris Doyle, Gerhard Mantz, Soliman Lopez, Eelco Brand, Luciano Rodriguez Arredondo, Quayola, Bjørn Erik Haugen, Claudia Hart, Kurt Hentschlager, Stephen Cartwright, Sputniko, Teri Rueb, Stanza, Kim Albrecht, Marina Zurkow, Leonardo Selvaggio, Matthew Biederman ve Garret Lynch.

​Bienali gezmek için tıklayabilirsiniz.

Genco Gülan:

Geçmişi 2003 yılına dayanan Web Bienali fikri nasıl ortaya çıktı ve hayata geçti biraz bahseder misiniz?

1990’ların sonlarında İstanbul Çağdaş Sanat Müzesi’ni kurma kararı almıştım. 2000’lerin başında müzeyi sanal ortama taşıyınca, bu ortama uygun içerik bulmam gerektiğini fark ettim. Ben de şahsen, bir süredir uluslararası elektronik sanat projelerinde yer alıyordum. Bu modellerin benzerini bir bienale dönüştürdüm ve büyük ilgi gördü.   

Normalleşmeye başlasak da ülkemizde ve dünyada Covid-19’un etkisi hâlâ sürüyor. Sanat dünyası pandemiden en çok etkilenen sektörlerden biri oldu. Bu süreçte birçok etkinlik, galeri ve sanatçı dijitalin kullanımına önem verdi ve varlığını bu yollarla sürdürmeye çalıştı. Sizin bu sürece dair gözlemleriniz neler?

Pandemi sanatın üretiminden çok paylaşım sürecini etkiledi. Bizler zaten deneysel iletişim mecralarını denemekte olduğumuz için duruma adapte olmamız fazla vakit almadı. Asıl büyük kavimler göçü seyirci yakasında yaşandı. Sanal mecralar gerçekten ve gerçek olarak algılanmaya başlandılar. Çevrim içi mecralar için bir çeşit yeniden itibar kazanma, iade-i itibar durumu yaşandı. Bu elektronik kazanımlar da geçici olmayacak. Ben de artık haberleri Youtube’tan dinliyorum.

Web Bienali bu dijitalleşme döneminde dikkat çeken etkinliklerden biri. Siz bienali kurgularken nelere dikkat ettiniz?

Karantina dönemi Web Bienali projesini daha çabuk bir şekilde ısıtmamıza vesile oldu diyebilirim. Bienale bir başlık düşünürken APEIRON kavramını seçmemizin nedeni, sınırsızlığın ferahlığına duyduğumuz özlemdi. Kavramın yaratıcısı Anaksimandros’un Egeli bir hemşerimiz olması da bizim fikre yakınlaşmamızı kolaylaştırdı. Yine de sanatçı seçiminde Türkiyeli ve uluslararası sanatçı dengelerine özen göstermeye çalıştık. Her zamanki gibi açık çağrı formatını koruduk. Son olarak da bu sene, yani 2020’de online panel ve sunumların sayısını ve çeşidini arttırıp daha uzun bir döneme yaydık. Yaz boyunca, Zoom ve Instagram gibi online mecralar üzerinden canlı etkinliklerimiz devam edecek. 

Bienalin bu sene yedinci edisyonu gerçekleşiyor, ilk etkinlikten bugüne neler değişti?

Web Bienali ilk çıkışında şehirsiz ve sponsorsuz olmanın yanı sıra küratörsüz ve temasız bir bienal modeli olarak ortaya çıktı. O dönemlerde daha çok internet ve web sanatı üzerine uzmanlaşmıştık. Son dönemlerde yeni medya başlığı altında ve daha geniş yelpazedeki yapıtları araştırıyor ve sergiliyoruz. Küratörlerle çalışıyoruz ve kavramsal çerçeve için bir tema seçiyoruz.

Bir sanatçı olarak sanat dünyasının bu süreci nasıl atlatacağını düşünüyorsunuz ve siz bu dönemi nasıl deneyimliyorsunuz?

Dünyanın çok ilginç bir dönemden geçtiği kesin. Şahsen uzunca bir süredir “distopik” referanslı işler üretiyordum ama bilimkurgu romanlarında bahsi geçen “distopik” bir dünya ile bu kadar çabuk karşılaşacağımı, böylesi bir dünyada yaşamak zorunda kalacağımızı açıkçası tahmin etmiyordum. Böylesi bir dönemde de sanat yapmak “Titanik batarken balo salonunda piyano çalınmasına” benzetiliyor. EVET, sanat geminin batmasına mani olamaz ama belki birkaç yolcuya moral vererek kurtulmalarını sağlayabilir.

​Son günlerde katıldığım konferanslarda öğrenciler bana “çözüm” soruyorlar. Sanatın böyle bir işlevi yoktur. Sanat “çözüm” değil “soru” üretmelidir. En önemli soru da şu olmalıdır: Neden hep çözümü başkalarında arıyoruz! Sanat üretimi ve paylaşılması, zaten birçok imkansızlıklar ve mucizeler dizisi arasında gerilmiş bir iplikte dans ederek gerçekleşir. Sanatçılar, birçok belayı –onlardan beslenerek- savuşturdukları gibi bu bedbaht durumu da kolaylıkla geçiştirecektirler. Ama önümüzdeki soru şu olmalıdır: İnsanlık bu süreci nasıl atlatacaktır?

İpek Yeğinsü:

Bienalin bu seneki başlığı “Apeiron”. Bienalin bu sene, bu başlık etrafında nasıl kurgulandığını anlatabilir misiniz?

Pandemiyle birlikte Genco (Gülan) en son 2014’te gerçekleştirdiği bienalin yedinci edisyonunu yapmaya karar verip beni projenin küratörlüğüne davet ettiğinde, hem açık çağrı aşamasında çerçeveyi çok daraltmayacak hem de günün ruhunu yansıtacak bir tema arayışına girdik. Apeiron, Genco’nun önerilerinden biriydi ve açıkçası beni hemen cezbetti ve üzerinde çalıştıkça bana kendini daha da açtı; çünkü antik filozof Anaksimandros’un kullandığı bu kavram, aynı anda hem sonsuzluğa hem de belirsizliğe işaret ediyor. Her yerde olmasına karşın onu hiçbir zaman tam anlamıyla yakalayamıyor ve tanımlayamıyoruz. Bu ikilem, içinden geçtiğimiz sürecin ruhunu çok iyi yansıtıyor: Yoğun kaygı yaratan bir belirsizlik ile, insanlık olarak bizi dünyayla kurduğumuz ilişkiyi yeniden düşünmeye davet eden ve sonsuz bir olasılıklar evrenin kapısını aralayan bir çağrı, adeta el ele yürüyor. Üstelik Apeiron’un tariflediği öz, bienalin temelindeki dijital mecranın kendisiyle de büyük benzerlikler gösteriyor; onun gibi hem belirsiz hem de sınırsız bir karaktere sahip. Sürekli bir akış, bir dönüşüm hâlinde ve tanımlanmaya adeta direniyor. 

Seçkide hangi disiplinler ağırlıklı olarak karşımıza çıkıyor ve hangi sanatçılar yer alıyor?

Seçkide, Türkiye’den ve dünyadan ellinin üzerinde sanatçının, yalnızca dijital ortamda deneyimlenmek üzere ya da bu ortamda üretilmiş yapıtları yer alıyor. Genç ve yükselen sanatçılarla, alanında dünya çapında isim yapmış hatta öncü kabul edilen sanatçılar bir arada sergileniyor. Katılımcı profili aynı zamanda çok geniş bir coğrafyayı kapsıyor: Fransa’dan ABD’ye, Japonya’dan İngiltere’ye, dünyanın dört bir köşesinden sanatçının projemize heyecanla yaklaşmış olması bizi ayrıca çok mutlu ediyor. Seçkide animasyon, video, gif, ses sanatı, web sanatı, veri sanatı, jeneratif sanat gibi birçok yaklaşımı bir arada görmek mümkün. Ancak bienal galerilerini oluştururken teknik sınıflandırmalar yerine, işlerin temelinde yer alan dört ana unsuru kullanmayı tercih ettim: Deneyim, deney, araştırma ve eylem. 

Sanat izleyicisinin dijital etkinliklere yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz sizce bir sergiyi somut olarak gezmekten farkları neler?

Şu anda olağanüstü bir durum yaşıyoruz ve sergileri fiziksel mekânlarında sunamayan kurumlarla ziyaret edemeyen izleyicilerin dijital alternatiflere yönelmesi son derece doğal. Normal zamanlarda da dijital platformlar sayesinde coğrafi konumu orada bulunmamıza el vermeyen etkinlikleri izleme olanağı buluyoruz ve bu sayede ufkumuz genişliyor. Ancak birinin diğerinin muadili olmadığını da unutmamak gerek. Fiziksel sergi deneyimi birçok duyuyu bir arada kullanmayı ve bedensel olarak yer değiştirmeyi gerektiren bir süreç. Üstelik çok büyük oranda başka insanlarla etkileşimi zorunlu kılıyor; bu esnada sergiyle doğrudan ilgili olmasa da o deneyimin tonunu belirleyen anekdotlar yaşıyoruz. Mekânın da zamanın da sınırları belli. Oysa dijital deneyimin ritmini tamamen biz belirliyoruz, hem de fiziksel olarak yer değiştirmemiz gerekmeden. Her ikisi de yaşamlarımızda farklı gereksinimlere yanıt veriyor ancak fiziksel mekânda gerçekleşen bir serginin dijital yansıması, o deneyimin yerini alamaz. Ona ancak alternatif olabilir.

Sanat dünyasında dijitalleşmenin sürdürülebilir olduğuna inanıyor musunuz?

Sanat dünyasında dijitalleşme sürecinin ilk önce yayınlarla başladığını düşünüyorum; son yıllarda birçok basılı yayın ya dijital ortama göç etti ya da basılı versiyonunun yanı sıra çevrimiçi olarak varlık göstermeye başladı. Ardından sosyal medya, portfolyolar, sergiler ve söyleşiler derken bugünlere kadar geldik. Dijitalleşme gerekli ve kaçınılmaz; burada tek dikkat edilmesi gereken, dijital mecrada yapılan üretimlere de bir emek verildiğinin ve bu emeklerin de bir karşılığının olduğunun unutulmaması. Müzede birileri duvarları boyuyor; dijital müzede kodlama yapıyor. Galeriler kira, elektrik, su faturası ödüyor; dijital platformlar ise hosting ve içerik yönetimi ücreti. Her ikisi de yatırım ve emek demek. Bu anlamda teknik gereksinimler değişse de yapılan işin özü değişmiyor.

Bir küratör olarak sanat dünyasının bu süreci nasıl atlatacağını düşünüyorsunuz ve siz bu dönemi nasıl deneyimliyorsunuz?

Sanat dünyası olarak zaten çok da geniş olmayan bir kitleye hitap ediyorduk ve sınırlı kaynaklarla çalışıyorduk. Alanın profesyonelleri olarak diyaloğumuzu güçlendirerek ve iş birliği yaparak bu anlamda yaratıcı çözümler bulabileceğimize inanıyorum. Benim deneyimime gelirsek, Apeiron bu sürecin en değerli çıktılarından biri oldu benim için. Küçük bir ekip olarak çıktığımız bu yolculuk, gezegenin dört bir yanında heyecanımızı paylaşan birbirinden değerli sanatçılar sayesinde dünya çapında bir etkinliğe dönüştü. Artan farkındalıkla birlikte, bu dayanışma ruhunu yaşamın diğer alanlarında da görmeye başlayacağımızı umuyorum.

0
7060
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage