12 KASIM, ÇARŞAMBA, 2025

Olaydan Dekora: Hakikat Prosedürü Olarak Sadakat

Can Akgümüş’ün triarchy kavramını çağdaş siyasetin baskı, şiddet ve korku üçlemesiyle yeniden tanımladığı eserlerinden oluşan son kişisel sergisi “Triarchy”ye dair psikanalitik değerlendirme yazısı.

Olaydan Dekora: Hakikat Prosedürü Olarak Sadakat

Yüksek bir pencereden inen çizgisel ışık, suyun yüzeyini ince bir ölçüye çeviriyor. Boş bir koltuk—adı geri çekilmiş bir hükmün yankısı; dolabın aralığında askıya alınmış bir gövde; su çizgisinde ilerleyen siyah bir iz. Burada sahne, gücün nerede olduğunu değil, nasıl işlediğini duyuruyor: Ritüelin kırık halkası, yörüngesiz bir bakış ve sürdürülemeyen sadakatin bıraktığı dikiş. Bu metni dinleme disiplinimin alışkanlığıyla kuruyorum: Nesneyi adlandırmaktan çok, beni nasıl konuşturduğunu dinliyorum.

Boş bir koltuk, suyun üzerinde titreyen bir yansıma, kapakları aralanmış bir dolap, askıda duran bir gövde. İlk bakışta ayrık duran bu imgeler, aynı cümlenin farklı ekleri gibi birbirine bağlanıyor: Tahtın sahnelediği düzen, bedenin taşıdığı kayıt ve siyah bir iz olarak geri dönen tekrar. Görünüşte üç ayrı başlık; fiiliyatta tek bir mekanizma. Bu mekanizma, güç dile geldiğinde nasıl şehvetli bir sahne kurduğunu, şehvet dile geldiğinde nasıl yasal bir mimariye dönüştüğünü ve tüm bunların içimizde nasıl bir kayıt rejimine çevrildiğini gösteriyor.

Tahtlar görkemli; fakat görkemleri kendi kendini boşaltan bir görkem. Suda sallanan koltuk, mermer duvarların önünde yalnız kalan iskemle, yazıtların gölgesine sığınan oturma düzeni… Hepsinde aynı fizik çalışıyor: Bakış yükseldikçe hüküm hafifliyor. Taht, kendisi hakkında ne kadar çok şey gösterirse o kadar çok mobilyaya dönüşüyor; egemenlik bir bedenden çok dekora taşınıyor. Kesin önerme şudur: Taht, üzerinde oturan olmadığında çok şey söyler. Bu “çok” şey aslında bir eksikliği dile getirir. Görünürlüğün artışı, güçteki eksiği işaretler; görkem, her zaman bir telafi tekniğidir.

​Beden sahnesine geçtiğimizde teşhir başka bir tona bürünür. Askıya alınmış gövde, kancaya takılı bir kalıp, camlı dolapta raflara yerleştirilmiş organik parçalar… Beden burada yalnızca temsil edilmez; tasnif edilir, askıya alınır, ertelenir. Psikanalitik altyazı açıktır: Melankoli, yitirilen nesnenin egonun içine sığınması ve içeride bir yargıca dönüşmesidir. Enerji dışarı akmaz; içeri kıvrılır, kendiliği içeriden oyar. Burada çalışan savunma yalın bir yadsıma değil; erteleme ve tasnif yoluyla suçluluğu yönetme çabasıdır. Çalışma ritminde tekrarlanan şudur: Ertelenen eylem, içe kıvrılan enerjiyi artırır; enerji arttıkça iç yargıç keskinleşir. Askı, kanca ve dolap tam da bu içe kıvrılışı dışarıya çeviren alet isimleridir. Dolap kapakları aralanır; fakat aralanan şey yalnız mekân değil, itirafla suskunluk arasındaki ince sınırdır. Yatak bu yüzden yalnız dinlenme yeri değil; iz ve itirafın yüzeyidir.

1. The Body The Act I,  2025, 100x75cm, Archival Pigment Print, Framed
2. The Body The Act II, 2025, 30x22cm, Archival Pigment Print, Framed
3. The Thrones - Regina Solitudinis - Solitudequeen, 2025, 100x75cm, Archival Pigment Print, Framed
4. Void of Course, 2025, 70x100cm, Archival Pigment Print, Framed

Siyah kuğu, bütün bu düzenek içinde bir fazlalık gibi belirir; ne tamamen içeride ne de tümüyle dışarıda. Alev, sadakatin mikro ölçüsüdür: Sönmesin diye değil, sürsün diye korunur. Sürdürme iradesi eksildiğinde alev sönmez; gölge büyür. Suyun üzerinde taşıdığı küçük alev kısa bir aydınlık üretir; aydınlık çevresindeki gölgeyi daha da koyulaştırır. Kuğu her seferinde “yine oraya” döner. Bu dönüş sıradan bir tekrar değil; bastırılmış olanın başka bir yüzle geri gelişidir.

Bu yüzden kuğu bir figürden çok bir ritimdir: Semptomun ritmi. Semptom çoğu kez aynı tümceyle döner; duyulmadığında yalnızca daha yüksek sesle değil, daha inatçı bir ritimle döner.

Hafızaya açılan işler—günlüklerin hamurlaştırılıp yeni bir kâğıt derisine dönüştürüldüğü karın ve ayak izi kabartmaları—serginin niyetini çıplaklaştırır: Beden, yazının en eski yüzeyidir. Yara izdir; iz, kaydın en dürüst biçimi. Bu noktada arşiv, nostaljinin vitrini olmaktan çıkıp geleceğin mülkiyet belgesine dönüşür. Ne saklanacağına arşiv karar verir; bu yüzden hatırlama, sandığımız gibi geçmişe değil, yarının düzenine aittir. Bir başka kesin önerme: Arşiv, hatırlamanın değil; düzenlemenin adıdır. Düzenlenmiş hafıza, kimliğin sınırlarını yeniden çizer.

​Serginin kırık halka jesti, tam da bu yeniden çizimi görünür kılar. Taç motifinin parçalanması, ritüelin sürekliliğine atılan ince bir çiziktir. Çember tam değildir; deliklerinden sızıntı olur. İki taçlı başın birbirine baktığı sahnede bakışlar karşılıklı olarak denetler; fakat merkez yine boş kalır. Boşluk, eksikliğin değil, olayın yeridir: Sınıflandırmaların arasına sığmayan kısa bir parıltı. Olayın etiği sadakatle kurulur; sahne kapanıp su durulduğunda bile izleyicinin içinde sürdürülen bir dikkat biçimidir bu. Sadakat duygusal bağlılık değil; görme tarzını değiştirmekte ısrardır.

Sadakat, yalnızca başlangıcın ateşi değil; tekrarın disiplinidir. Bir imgeye, bir hakikat vaadine, bir tekilliğe “evet” demek yetmez; o “evet”in zaman içindeki bakımı gerekir. Broken Circle’da taç, ritüelin dairesini tamamlayamaz; halka bir yerinden sızdırır. Bu sızıntı, sadakatin kesintiye uğradığı anın somut hâlidir: söz biçimini kaybeder; biçim sözün yerine geçer. Void of Course’ta karşılıklı bakan iki baş artık bir merkez etrafında dönmez; bakış bakışı denetler ama hiçbir şey isim olmaya cesaret edemez. Sadakati sürdüremeyen özne, olayı dekora devreder; boş taht parlar, hakikat geri çekilir. Kısa formül: Sadakat sürmezse, olay sahneden düşer; geriye sahne kalır.

İşte burada görüntüler, izleyiciyi yalnız “ne görüyorum?” sorusuna değil, “nasıl görüyorum?” sorusuna zorlar. Bakışın nereden geldiğini, arzunun kimden izin istediğini, suçluluğun kime hesap verdiğini fark etmek—bu, estetik bir tavır değil, etik bir karardır. Burada mesafe bilinçli biçimde korunur. Işık hiçbir şeyi tümüyle açıklamaz; karanlık hiçbir şeyi tamamen yutmaz. Teşhir hakikat değildir; hakikat, teşhirle konuşmak zorunda bırakılan yaradır. Bu nedenle izleyiciye düşen, hüküm vermek değil, tanıklık etmektir. Tanıklık—evet, bir tercih olabilir; fakat burada önce bir yöntemdir: Bir adım geri durmak, yargıyı askıya almak ve tekrar eden motifi dinlemek. Tanıklık, tam da sadakatin pratik adı olur: Bakışın yerini değiştirmeye devam eden bir dikkat.

​Kişisel arşive dönen mobil işler bu etiği somutlar. Mesleki deneyimimde teyitli bir gerçek: Anlam anında doğmaz; çoğu kez sonradan kurulan bağla açılır. Bu işler tam da bunu gösterir: Hamur, dikiş ve çerçeve, anlamın sonradan kurulduğu yeri işaretler. Mektuplar ve günlükler hamurlaşıp yeni bir kâğıda, yeni bir kabartıya, yeni bir deriye çevrilirken öznenin geçmişi “olmuş bitmiş” bir hikâye olmaktan çıkar; bugünde karar verilen bir biçim hâline gelir. Tanım net: Kimlik, dışarıdaki tahttan çok, içerideki dolapta saklanan eşyalarla kurulur. Giyerim, çıkarırım, asarım, kaldırırım—bunlar yalnızca eylem fiilleri değildir; kendilik ekonomisinin dilidir—ki bu dilde bir semptom, duyulana kadar tekrar eder. Tahtın görkemi dışarıya, dolabın düzeni içeriye bakar; aradaki hattı siyah iz çizer.

Suyun mekân olarak seçilmesi tesadüf değildir. Su, sınırları belirsizleştirirken bir yüzey etiği dayatır: Her şey yansır; hiçbir şey tam kendisi olarak kalmaz. Bu, tam da gücün işleyiş biçimidir: Yansıtarak hükmetmek. Suyun üstünde titreyen taç, suyun altında tamamlanır; bakış, manzarayı bütünlediğini zanneder. Oysa tamamlanma çoğu zaman özdeşleştirmenin bir yan ürünüdür; eksik parça içeride kalır ve içeriden konuşur. Bu konuşan parça—çağırıp azarlayan bir iç ses—süperegodur: Yalnız bir hâkim değil, cazibeli bir cellât. Hükmederken haz üretir; haz üretirken suçluluk biriktirir. Tahtların “haz, yalnızlık, gece, keder, yargı, zaman” diye dağılan alt başlıkları bu çift hareketi kayda geçirir: yYasa yalnız yasak koymaz; baştan çıkarır, yüceltir, azleder, yalnızlaştırır.

Bütün bu düzenek içinde “yadigâr” imgesi—geometrik dikişlerle yeni bir kader çizilen tarihsel parça—son bir tanım ister: Estetik dikiş, hafızanın siyasî biçimidir. Çerçeve yalnız sınırlamaz; yarayı da büyütür. Dikiş, “buradan ayrıldık” demenin şeklidir; ayrıldığımız yeri görünür kıldıkça ona sadakat imkânı da açar. Sadakat burada geçmişe dönük bir bağlılık değil, geleceğe dönük bir sözdür: Aynı yarayı, aynı dikişi, aynı bakışı başka türlü sürdürme sözü. Yaptığım işin özü budur: Büyük açıklamalar değil, küçük yer değiştirmeler; acele sonuçlar değil, sürdürme disiplini.

Son kertede serginin söylediği—“gösterdiği” demiyorum, söylediği—şudur: Hafıza bir iddia değil; bir biçimdir. Biçim değiştikçe kendilik değişir. Boş tahtın dekoru, askıda bedenin sessizliği, siyah kuşun geri dönen hattı… Hepsi aynı yerde birleşir: İz, hafızadır; hafıza ise eylemle kurulur. Eylem dediğimiz yüksek bir jest değil; çoğu zaman küçük bir karar: Bakışın yerini bir santim kaydırmak, ışığın süresini bir an kısaltmak, kapakları tam kapamamak. Bu küçük kararlar bir sergiyi konudan çok olaya çevirir. Dinlemeye ayrılmış mesafe, bu küçük kararların toplamıdır. Olayı sürdüren ise ne alkış ne hüküm; yalnızca tanıklığa sadakattir.

Can Akgümüş’ün “Triarchy” başlıklı kişisel sergisini 22 Kasım 2025 tarihine kadar KAIROS’ta ziyaret edebilirsiniz.

0
328
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage