Bu yıl sekizinci kez “Midas’ın Dokunuşu” başlığıyla 18. İstanbul Bienali’ne paralel olarak 13-28 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen Mahalla Festivali üzerine bir yazı.
Festivalin başlığı olan “Midas’ın Dokunuşu” bir yandan antik Yunan mitolojisine dayanıyor, diğer yandan 2011 yılında yayımlanan Donald Trump ve Robert Kiyosaki tarafından yazılan aynı isimli bir kitaba.
Mite göre, bir zamanlar Anadolu’da bir yerlerde, Frigya’da, kral Midas, tanrı Dionysos’un akıl hocası Silenos’u, kaybolmasının ardından on gün on gece süren şölenlerle sarayında, cennet gibi bir bahçede ağırlar. Dionysos, Silenos’u bulduğunda Midas’a minnettarlığını göstermek için onun bir dileğini gerçekleştirme sözü verir. Açgözlü ve kurnaz kral Midas’ın dileği ise dokunduğu her şeyi altına dönüştürebilme yeteneği olur. Dileği gerçekleşen Midas, gördüğü her şeyi, dağ, taş, bitki, insan ne varsa öylece tek bir dokunuşla, bir bir altına dönüştürmeye başlar. Sarayına dönerken gözüne ilişen yeşil bir zeytin ağacını, sırf canı istedi diye, neden sap sarı altına dönüştürmesin ki? Onu da yapar. Saraya girince yine her şeyi altına çevirir. Eskisinden çok daha zengin bir kraldır, güçlüdür, istediği her şeye sahiptir. Zevkten çılgına dönmüş, acıktıkça acıkmış, ölesiye susamıştır Midas. Hemen bir şeyler yiyip içmeye çalışır, lakin ne mümkün. Yemeği ve içkisi eline aldığı anda altın olur. Dileği, hediyesi laneti olmuştur artık. Bu şekilde hayatta kalamayacağını anlayan Midas, Dionysos’a yalvarır, yakarır, altına çeviren dokunuş hediyesini geri almasını ister. Dionysos’un söylediklerini yerine getirir ve Paktolos nehrinde yıkanarak bu lanetten kurtulur.
Dokunduğu her şeyi altına çeviren Midas’ın dokunuşu mitosu binlerce yıl sonra bugün bize ne anlatıyor? Sınırsızca her şeye sahip olmayı isteyerek yeryüzündeki canlı cansız her şeyi, doğayı, insanları birer metaya çevirerek, sömürüp kullanarak insanoğlu yaşamına nasıl devam edebilir? Peki ya Trump ve Kiyosaki’nin yazdıkları kitabın konuya yaklaşımı nedir? Kitap, yazarlarının Midas Dokunuşu olarak formüle ettikleri finansal başarı stratejilerini, her iki yazarın kariyerlerindeki kişisel anekdotlar ile harmanlıyor. İklim değişikliği, silahlı çatışmalar, güvencesiz ekonomik, politik koşullar her gün daha fazla insanı göçe zorlarken Midas Dokunuşu, göçle yaratılan girişimciliğe vurgu yaparak, göçü ve göçmenleri ekonomik faydaları üzerinden ele alarak sona eriyor.
“Midas’ın Dokunuşu” sergisi ekonomik değeri dışında görünmeyen, savunmasız, dışlanmış, “öteki”ye ses vermeye çalışıyor, görünmesi için alan açıyor. Göç, sınırlar, toplumsal cinsiyet rolleri, savaşlar, uluslararası çatışmalar, küresel kapitalizm, doğanın sömürülmesi, iklim değişikliği gibi günümüzün önemli ama zor meselelerine değiniyor. Sanatçıların bireysel ya da kolektif hikâyelerini, Midas’ın Dokunuşu miti ve ikilemi üzerinden anlatırken ziyaretçi olarak bizleri de seçimlerimiz ve yeni olasılıklar, mücadele olanakları üzerine düşünmeye davet ediyor.
Mahalla, kökeni Arapça mahalla olan, birçok dilde mahalle veya yer anlamında kullanılan kelimeye atıfla, sanat ve kültür alanında çeşitlilik ve kapsayıcılık alanı için bir metafor olarak kullanılıyor. Afganistan, Avusturya, Fransa, Gürcistan, Almanya, İran, Litvanya, Türkiye ve ABD’den on altı sanatçının katılımıyla gerçekleştirilen sergi, bireysel ve ortak projeler, yerel ve uluslararası sanatçılar ve izleyicilerin katılımıyla, interaktif eserlerle çeşitlenen ortak bir üretim ve sergileme alanı yaratıyor.
Ana sergi mekânı olarak İstanbul’un en büyük tarihi hanı, Büyük Valide Han seçilmiş. Hanın mimarisi 17. yüzyıla dayanıyor. Zamanında hem gezginlerin hem de tüccarların uğrak yeri olan han, İstanbul’un kozmopolit yapısını, kültürel mirasını da yansıtıyor. Kendisi adeta büyük bir çarşı hâline gelen Eminönü’nde, azalsa da bir şekilde korunagelen geleneksel zanaat atölyelerinin ve ticaretin gözlemlenebileceği han zamanın yıpratıcı etkilerine, hızla gerçekleşen kentsel dönüşümlere, müdahalelere direniyor. Midas’ın altına çeviren dokunuşu yerine zamanın izlerini, çatlaklarını taşıyor üzerinde. Sergiye dekor olmak yerine o da hikâyesini katıyor serginin hikâyesine.
Sergi, Afgan fotoğraf sanatçısı Abdul Naser Sahebzada’nın, hanın koridorunda yer alan bir merdiven boşluğunun altında camekân içine yerleştirilmiş siyah-beyaz fotoğraflarından oluşan Görünmez Ben adlı fotoğraf serisi ile açılıyor. Taliban’ın insan ya da hayvan tüm canlıların tasvirinin, görüntülerinin yayımlanmasını yasaklayan kararını eleştirirken “Dünya beni görmese de ben hâlâ buradayım, hâlâ mücadele ediyorum” diyor. Bir başka Afgan sanatçının Lida Hamid’in, adını 19. yüzyılda yaşayan önemli bir Afgan liderden alan Amir Dost Muhammed Khan Okulu’nda sandalye ve masaları olmadan derslerine devam eden öğrencilerini ve eğitim koşullarını konu edinen Harabelerde Öğrenmek adlı fotoğraf serisi ile devam ediyor. Hanın çatlaklarla dolu duvarları, üzerine yapıştırılmış fotoğraflarla renkleniyor. Harabe, yıkıntı da olsa eğitimin dönüştürücü gücü ve nasıl bir direnme alanı açabileceğini görmek çok etkileyici. Emir Erkaya’nın Altın Adam adlı yağlı boya tablosunun ardından yine bir Afgan sanatçının binlerce Afgan kızın yolcuğunu yansıttığını ifade ettiği bir bulut üzerindeki kızın resmiyle hanın bir başka odasına giriyoruz. Aynı odada yer alan geri dönüştürülmüş gazete kağıtları ile yaptığı yerleştirmesinde Talin Gülen Schenk, sadece tarihlerini okuyabildiğimiz gazeteler üzerindeki izlerle görünür kıldığı hikâyelere yeni bir okuma alanı sunuyor. Mathilde Melek An’ın nakışlı bir yorgan olan Veduta/e adlı çalışması ise bulutlardan oluşan bir şehir manzarası, peyzajı sunuyor. Karşısında bulutların üzerinde yer alan Afgan kızı resmi ile konuşur gibi birbirlerine dönük yerleştirilmişler. Nakışlı yorganın hissettirdiği sığınma, ev, korunma, kucaklanma gibi dokunsal hisler Midas’ın dokunuşundan çok farklı. Sanatçı geleneksel bir zanaatı dijital imgelerle dokuyor. Manzarayı üzerine işlenen yorganla birlikte hem zamanda hem mekânda taşınabilen, hikâyelerin eşlik ettiği bir bellek taşıyıcısına dönüştürüyor. Yorganın ardına geçip balkona çıkıldığında ise Galata kulesinden Nuruosmaniye Camii’ne kadar çok etkileyici bir İstanbul manzarası görmek, İstanbul’un tarihine bakmak mümkün. Odanın bir diğer duvarı ise boydan boya altın sarısı renkte objelerle dolu. Geleneksel üretime, zanaata gönderme yapan nesneler bu sefer sanki Midas bu eşyalara dokunup onları birer birer altına dönüştürmüş gibi sıralanmışlar raflara. İçlerinde bir kuş, yapraklı bir dal, bir ayna gözüme çarpıyor.
Koridorun diğer tarafında solda kalan yan yana iki odada ise hanın iç avlusu ile etkileşimli izlenebilecek işler yer alıyor. İçlerinden en etkilendiğim işlerden biri Gürcistanlı sanatçı Tbel Abuseridze’nin kumaş üzerine sianotip baskı ile gerçekleştirdiği ve üzerine altın yapraklarla müdahale ettiği İnsan, İnsandan Ne Yaptı? adlı yerleştirmesi oluyor. Etrafımızda gördüğümüz canlılığa, hayata ve doğaya neler yaptığımızı çok güzel özetliyor. Kral Midas’ın bir bir dokunduğu objeler gibi sergilenen fotoğraflar da değerli sandığımız altın yaprakları ile yavaş yavaş kaplanıyor, zamanla manzara sapsarı altına dönüşüp görünmez oluyor. Eserin açıklamasında belirtildiği gibi “… Bahçemizi unuttuk, toza çevirdik ve sonra o tozu hazine diye adlandırdık.” Harabeleri eğitim yuvasına, yıkıntıları kültürel-sanatsal mekânlara çevirerek korumak, zenginleştirmek varken zeytinliklerimizi altın madenciliği faaliyetlerine açan yasanın kabul edilişini aklıma getiriyor, cennet bahçelerimizi nasıl kuruttuğumuzu, betona gömdüğümüzü ya da “değerli” metaller aramak için yok ettiğimizi ne kadar da güzel özetliyor.
Daha üzerine yazılacak söylenecek çok iş var ama son olarak bir başka Afgan sanatçının Fatima Wohojat’ın Burkalı Kadın Kendini Açıyor adlı animasyon filminden söz ederek bitirmek istiyorum. Filmde modern Afgan kadını imgesinin Taliban rejimi ile vücudunu, sesini, kısacası bedensel tüm varlığını gizleyen bir kumaş örtünün ardına hapsedildiğini görüyor, onun özgürleşme hayali ve mücadelesine tanık oluyoruz.
Kadın, doğa, göçmenler, ötekiler, görmezden gelinse de gizlenemeyenler, susturulamayanlar hikâyelerini işliyor hanın koridoruna, odalarına, duvarlarına. Hanın hikâyesine katılıyor hikâyeler, baktığımız manzaraya, soluduğumuz havaya karışıyor. Seçimlerimiz, sonuçları, direnme olanakları ve yeni olasılıkları düşündürüyor.
Küratörlüğünü Sabine ve Thomas Büsch, Mathilde Melek An’ın üstlendiği festival MagiC Carpets, Diyalog Derneği ve Pilot Galeri iş birliğinde gerçekleşiyor.
Festivale, Postane’de gerçekleştirilen bir dizi etkinlik de eşlik ediyor.
26 Eylül, saat 15:00-17:00
Gözde Mimiko Türkkan’ın “Fight like a girl / Pelea como una chica” performansı ve yerleştirmesi üzerine film gösterimi ve söyleşi
26 Eylül, saat 17:00-20:00
Sessizliğe Karşı Büyülü Fısıltılar Dokumak- Dayanıklılığın Şiiri: Somaia Ramish, Lina Rozbih Haidari, Uranus Musamen ve diğerleri...
Sergi ve etkinlikler hakkında detaylı bilgiye https://mahalla.inenart.eu/midas-touch/ adresinden ulaşılabilir. Sergi, 28 Eylül’e kadar Büyük Valide Han’da 13:00-19:00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.