Dr. Feride Çelik’in Galeri / Miz’de sanatseverlerle buluşan Doğukan Çiğdem’in ikinci kişisel sergisi “Kökler ve Kanatlar” üzerine kaleme aldığı katalog yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.
“Hayat ancak geriye bakarak anlaşılabilir; fakat ileriye doğru yaşanmak zorundadır.”
— Søren Kierkegaard
Geleceğe adım atmak, ancak geçmişin katmanlarını anlayabildiğimiz ölçüde anlam kazanır; aksi hâlde zaman, bizi köksüz bir hızın içinde savurur. İnsan, belleğinin izleriyle kimliğini inşa eder; hatıralar, kültürler, diller ve semboller, köklerimizi besleyen görünmez damarlarımızdır. Ancak hayat, bizi sürekli ileriye, henüz var olmayan, umut ve bilinmezliklerle dolu bir zamana çağırır. İşte bu noktada kanatlar devreye girer: Geleceğe yönelen hayal gücü, özgürlük ve değişim arzusu…
Doğukan Çiğdem'in yeni serisi, köklerin ve kanatların bu geriliminde hayat buluyor. Sanatçının geçmişteki çalışmalarından tanıdığımız Neandertal ya da Homosapiens türevinden üretilmiş, çizgi roman estetiğindeki karakterler bu sergide de karşımıza çıkıyor; fakat artık başka bir yöne evrilmiş durumdalar. Önceki görsel anlatı, Göbeklitepe’nin taş sütunlarından bugüne uzanan bir zaman köprüsü kuruyordu. Şimdiyse bu köprü, sonsuzluğa doğru giden bir zaman tünelinde yol alıyor.
12.000 yıl öncesine uzanan arkeolojik miras, sanatçının tuvallerinde kazılırken, günümüzün yapay zekâ ve dijital teknolojilerinin baş döndürücü hızı da bu hikâyeye dahil oluyor. Bu hız, insanlığı hem heyecanlandırıyor hem de tedirgin ediyor; çünkü geçmişin izleri, hiç olmadığı kadar hızlı siliniyor. Bu kırılma anı, Çiğdem'in Batman’i andıran hem çekici hem de ürkütücü bir figüründe hayat buluyor. Gücü ve karanlık cazibesiyle, teknoloji çağının insanlık üzerindeki ikircikli etkisini temsil eden bu figür, olağanüstü ile tehlikeli olanın sınırında dolaşıyor.
Yeni serinin dikkat çeken bir başka unsuru ise bitki motifleri. Kimi zaman figürlerin kanatlarında filizlenen bu çizimler, geçmişe ve köklerimize uzanan birer ipucu niteliğinde. Sanatçı, yalnızca tuval üzerinde değil, üç boyutlu nesnelerle de bu köprüleri kuruyor: Orijinalinde bitki motifleri bulunan eski bir halıyı, Batman’in kanatları biçiminde keserek kültürel hafızayı somut bir forma dönüştürüyor. Böylece halının kendi deseninden doğan kanatlar, geçmişin dokusuyla geleceğin hayalini aynı bedende taşıyor.
Çiğdem'in resimleri, biçimsel olarak yoğun bir çizgi dili, canlı kontrastlar ve dikkatle yerleştirilmiş boşluklarla örülü. İzleyici, bir tabloya yaklaşırken önce keskin hatlı figürlerle karşılaşıyor, ardından arka planlardaki ince detaylara doğru çekiliyor. Bu çok katmanlı yapı, hem tarihsel hem de duygusal anlamda kazı yapılabilecek bir alan yaratıyor.
Simone Weil’in dediği gibi, köksüzleşme yalnızca fiziksel bir yerinden edilme değil; ahlaki, kültürel ve toplumsal bağların kopmasıdır. Geleceğe kanatlar inşa ederken, geçmişten kopmak bireylerin ve toplumların ruhsal dengelerini altüst edebilir. Çiğdem'in eserleri tam da bu sorunun eşiğinde duruyor: Kanatlar nereden doğar? Köklerimiz olmadan uçmak mümkün müdür?
Sergi, izleyicisini yalnızca bakmaya değil, düşünmeye davet ediyor. Her tuval, insanlığın yolculuğunda bir durak; belleğin gölgesinde çırpınan bir kanat gibi. Ve belki de Igor Sikorsky’nin sözünde olduğu gibi: “Teknoloji, yeniliğin kanatlarının altındaki rüzgârdır.”