28 NİSAN, PERŞEMBE, 2016

İstanbul’u Kokluyorum, Gözlerim Kapalı

Cinsellik, yemek tercihleri, hafıza ve hatta mekân algısı... Koku duyumuz, çoğunun farkında dahi olmadığımız sayısız alanda başrolde. Sessizce beyin kıvrımlarımız arasında süzülüp hayatımızı yönlendiren bir otopilot hatta. Ve bu otopilot, pozitif bilimler kadar sosyal bilimler için de iştah açıcı bir alan.

İstanbul’u Kokluyorum, Gözlerim Kapalı

Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi Lauren Nicole Davis de, doktora çalışmasını antik dönemden başlayarak Anadolu uygarlıklarının ve özellikle de İstanbul’un kokuyla olan ilişkisi üzerine inşa etmiş. Çalışmalarını bir sergiye dönüştürmeye, araştırmasının en başındayken karar veren Davis, ANAMED’deki “Koku ve Şehir” sergisi ile uzun süreli çalışmasının etkileyici ve eğlenceli bir özetini çıkarmış.

Sergi girişinde koku duyusuyla ilgili bilimsel bir girizgah niteliği taşıyan videolar mevcut. Kokuları nasıl algıladığımızı, koku beğenilerinin nedenlerini ve koku hafızasını açıklayan bu alandan sonra; Anadolu medeniyetlerinin sembol kokularının deneyimlenebildiği kısım başlıyor. Cem Kozar ve Işıl Ünal’ın başarılı sergi tasarımıyla izleyici, Lauren Nicole Davis tarafından belirlenen ve çoğu MG Gülçiçek Fragrance Company tarafından üretilmiş kokuları, mekanik düzenekler aracılığıyla deneyimleyebiliyor. Toplamda 50’yi aşkın koku...

Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları dönemlerindeki İstanbul kokularının yanı sıra; Hitit, Antik Yunan ve Roma Uygarlıklarının kokuları da var araştırmada. Hititler’in öne çıkan kokuları bal, sedir ve ağacı ve susamken; Antik Yunan’da selvi, sedir ve sandal ağaçlarını, Heredot metinlerinden öğrenilen yanmış kenevir tohumunu ve laden reçinesini çekiyorsunuz burnunuza.

Bizans dönemi İstanbul’unda tabii ki tütsü kokusu ön planda. Bu dönemde de, günümüzdeki gibi pek çok farklı doğal malzemeyi birleştirerek farklı tütsüler yaratılıyordu. Sergideki tütsü kokusu da sığla ağacı, sandal ağacı, karanfil ve tarçından müteşekkil. İstanbulluların ruhlarını aydınlatan, belki de Ayasofya’nın duvarlarına bile sinmiş olan bu koku, balsam, çam, defne ve biberiyeyle Bizans İstanbul’unun başat kokularından.

Osmanlı İmparatorluğu dönemindeyse sokaklar gül, kahve ve baharat kokularıyla harmanlanmış. Dönemin en özel kokularından biri de buhur suyu. Parfümör Fulya Yahya, buhur suyunu, Topkapı Sarayı Helvahane Defteri’nde yer alan tarife mümkün olduğunca sadık kalmaya çalışılarak yeniden üretmiş.

Tabii ki kokular belirlenirken salt güzel kokular seçilmemiş, rahatsız edici kokular da eklenmiş sergiye. Örneğin modern İstanbul kokularında Kara Kitap’vari bir tasvirle rakı, ıhlamur ve deniz kokusuna kömür ve araba egzozu da eşlik ediyor. Lauren Nicole Davis’e göre:  “İstanbul’un kokusu Boğaz, balık, çay, kahve, insan ve egzozdan oluşuyor. Tabii sadece baharda kısa süreliğine açan ıhlamur ve erguvan çiçeklerinin kokuları da ekleniyor bunlara. Yine de esas olan, bireylerin hafızlarındaki kokulardır. Örneğin arkadaşlarla rakı-balık, kış gecelerinin kömür kokusu, Adalar’ın deniz ve fayton karışımı kokusuyla ya da ailenizle bir pazar kahvaltısının kokusu gibi.”

Özel koleksiyonlardan seçilmiş kolonya ve parfüm şişeleri, kokulu kağıtlar ve objelerin yanı sıra “Koku ve Şehir”deki bir diğer ilginç bölüm de: Kör test uygulama alanı. Koku adlarının gizlendiği kutulardan farklı kokuları deneyerek ne olduklarını tahmin etmeye çalışıyor, sonra da doğruluğunu kontrol ediyorsunuz. Üstelik isterseniz bu kokuları birbirleriyle karıştırıp kendi karışımlarınızı yaratabiliyor, hatta anılarınızı canlandırabiliyorsunuz.

Sergi hakkında konuştuğum Lauren Nicole Davis, kadim Anadolu uygarlıklarının koku kullanımının, diğer coğrafyalardan farklı olmadığını, ibadethaneler ve evlerin belirli kokularının olduğunu, bireylerin vücut parfümleri kullandıklarını ve dinî ritüellerde de kokulara sıklıkla başvurulduğunu söylüyor. Sosyal sınıflar arasındaki ayrımı netleştirmek ya da “biz” ve “onlar” farkını ortaya koyabilmek için dahi kokuya başvurulmuş. Yine Davis’e göre: “Geçmişe baktığımızda, günümüzün kokudan arındırılmış steril mekânlar yaratma çabasının tersine, kokunun gündelik hayatın başat bir unsuru olduğunu görüyoruz”.

Uzun süredir İstanbul’un kokularını araştıran küratör Lauren Nicole Davis’e, sergide olmasını istediği ama tekrar yaratılması mümkün olmayan bir koku olup olmadığını sorduğumdaysa; MG Gülçiçek’in istediği her kokuyu yaratabildiğini, kendisinin de ortaya çıkan çalışmadan mutlu olduğunu söyleyip ekliyor: “İleride tekrar koku temalı bir sergi yapacak olursam, “Koku ve Şehir”deki gibi tekil kokuların değil, farklı kokuların karışımından ortaya çıkan kombinasyonlar üzerine eğileceğim. Özellikle de Galata Köprüsü, Taksim Meydanı, Beşiktaş iskelesi gibi spesifik mekânların kokularının.”

Lauren Nicole Davis

“Koku ve Şehir”, günlük hayatta çok da üzerine düşünmediğimiz kokuların aslında nasıl da hayatın merkezlerinden biri olduğunu ortaya koyarken, koku üzerinden farklı bir tarih yazmanın, farklı anılar biriktirmenin ve kenti başka şekillerde deneyimlemenin mümkün olduğunu hatırlatıyor. Sergiden, aklımda kişisel tarihimin kokular albümüyle çıkıyorum. Silgi ve suluboya kokulu çocukluğu, anne kekini, baba kitaplarını, iyot kokulu Bakirköy’ü, hastane kokusunu, yasemin kokulu bahar sabahlarını, kaset bandı kokusunu, bitmeyen inşaatların tozuyla biber gazının birleştiği sokakları, güneş kremi ve deniz karışımını düşünüyorum. Zihin zaman zaman istediği kokuları elbette geri çağırabiliyor, ama yine de kimi kokuları ve kimi anların kokularını kaydedip, istendiğinde yeniden koklamak şu an için mümkün değil. Dolayısıyla, koku (dokunmayla birlikte) “şimdi ve burada” olmak demek galiba biraz da...

“Koku ve Şehir” sergisi, 8 Haziran’a dek ANAMED’de koklanabilir ve görülebilir.

0
20970
2
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Advertisement
Geldanlage