05 MART, PAZARTESİ, 2018

Biriktirilen Sanal Ganimetler

Disiplinler arası bir pratikle çalışan Zeynep Beler, 2017 yılı Kasım ayında Almanya Düsseldorf'ta katıldığı bir konuk sanatçı programında, atölyede kendisinden önceki sanatçılardan kalan malzemeler ile daha önce sosyal medyadan topladığı görsel ya da metinler üzerine çalışarak "Beachcomber" adlı sergisini ortaya koyuyor. Zeynep Beler ile sergi vesilesiyle buluştuk, estetik pratiği, buluntu malzeme kullanımı ve son sergisi “Beachcomber” üzerine konuştuk.

Biriktirilen Sanal Ganimetler

Zeynep Beler'in Krank Art Gallery'de açılan, dijital medyanın saydam yüzünü ortaya koyduğu "Beachcomber" adlı sergisi, 17 Mart'a kadar izlenebilecek. Sanatçının, buluntu nesneler üzerine fotoğraflardan çizimler, metinler ve boyalar ile ürettiği yapıtları kadar, küçük ve çarpıcı yağlı boyaları ile hazır nesne eserleri de serginin toplanan medya verilerinden oluşuyor. Sergi böylece somut varlığa sahip bir veri serisine de dönüşüyor.

Öncelikle sizi multi-disipliner bir sanatçı olarak tanımamıza rağmen, aynı zamanda bir çevirmen, fotoğrafçı, tasarımcı ve edebiyat tutkunu olarak da biliyoruz. Çoğulcu bir birliktelikten doğan sanatsal ve estetik pratiğinizden genel olarak bahseder misiniz?

Pratiğimin genel olarak bir hatırlama ve biriktirme dürtüsünden yola çıkarak şekillendiğini söyleyebilirim. Fotoğraf ve daha sonra fotoğrafları resim yaparak anıtsallaştırma yönelimim hep bundan ortaya çıkmıştır. Son dönemde, aradaki adımları azaltma ve bir çeşit amatörleşme yaşadığımı düşünüyorum. En ham şekilde verilerin biriktiği telefonum ile verileri ilk alıkoyduğum, ayrıştırdığım, ilk adım olan defterlerimi kaynak aldığım, aynı rastlantısallık ve kayıtsız deneysellikle işlerin oluşturulması şeklinde bir sürecim oldu. Telefonum ise gerek fotoğraflar, buluntu görseller olsun, gerekse yazışmalar veya e-kitaplarda işaretlediğim alıntılar olsun, etkilenip ilgimi çeken neredeyse her şeyin biriktiği bir muhafaza alanı. Bu farklı nitelikteki verilerin bağlamlarından kopup bir zeminde eşitlendiklerinde yarattıkları etki benim ilgimi çekiyor.

15 Şubat'ta Krank Art Gallery'de "Beachcomber" serginiz açıldı. Serginin kavramsal çerçevesi ve formsal yapısından söz eder misiniz?

Sergi büyük ölçüde Düsseldorf’ta bir konuk sanatçı programında yaptığım işlerden oluşuyor. Oraya vardığımda çalışmaya çok hazırdım ve iki senedir İstanbul’daki atölyemde üzerinde çalıştığım işlerden farklı ve yepyeni şeyler yapmaya ihtiyacım vardı, bu ortam ve imkân bana sağlandı. Uzun süredir yeni materyaller, üsluplar deneme ve süreç odaklı çalışma fırsatım olmuyordu. Defterlerimde de bir sürü not ve eskiz birikmişti.

​Atölyede daha önce kalmış sanatçıların geride bıraktıkları nesneleri ortaya çıkartıp incelemek de bana ilham kaynağı oldu. Bazılarındaki lekeleri tekrar üretmeye çalıştım. Aslında oradaki denemelerimin sadece bir kısmının başarılı olduğunu söyleyebilirim. Kafamda bir sürü farklı fikirle gittim ama bambaşka şeyler oldu, aslında umduğum netice de sanırım buydu. Uzun süredir aklımda olan bazı şeyler, sunum ve form meseleleri, kendimi oradaki sürece ve etkilere bıraktığımda farklı bir şekilde çözümlendi. Uzun süredir çalıştığım şeyler ve yeni yapmak istediğim şeyler arasında bir müzakere ve köprü elde ettim.

©Nazlı Erdemirel

Peki, serginin adına gelecek olursak, "Beachcomber" ne demek? Bu kelime nereden geliyor ve size ne anlam ifade ediyor?

Beachcomber kelimesini aldığım kaynak: Jeanette Winterson’un çok sevdiğim Dizüstü (The Powerbook) adlı kitabı. 2000 senesinde, daha sosyal medya şu haliyle henüz var olmamışken, internetin olasılıklarıyla ilgili bir spekülasyon ve bağ kurmakla, ilişkiler ve kimliklerle ilgili bir fantastik bilim kurgu denebilir. Onun kitaplarını tanımlamak biraz zor oluyor. Kitabı Türkçe’ye çeviren Zeynep Mercan “beachcomber”ı “sahilden topladığı ganimetle geçinen aylak” olarak çevirmiş. Analoji şöyle; internet bir okyanus, bilgisayarının kıyılarına vuranları ayrıştırıp ganimeti, yani gerçek insanları, maskelerin ardındakileri arıyor.

"Beachcomber" serginizde yağlı boyadan buluntu malzeme üzerine çizim ve fotoğrafa kadar oldukça çeşitli medyumlardaki eserlerinizi izleyebiliyoruz. Aslında ilk olarak bu medyumlardan birisine bakarsak, buluntu malzeme kullanmanız ve bunu üretim pratiğiniz ile bir araya getirme süreciniz nasıl gerçekleşti?

Bir önceki sorunla bağlantılı olarak, beni bulan tüm enformasyonla ilgili bunu yaptığım aşikârdır ama Düsseldorf’ta atölyedeki ganimetleri bulup çıkarma da aslında hoş bir şekilde bu sahil tarama eylemini andırıyor. Materyal olarak da atık malzemeleri kullanmak benim için yeni ve keyifli bir paralellik. Atık kartonların üzerinde plastik boyalarla dayanıksızlıklarını azaltan katı, sert bir yüzey oluştu. Hele çerçeveye girdiğinde bambaşka bir şey oluyor zaten, bu dönüşümlerin de etkisi azımsanamaz.

Zeynep Beler, Artifact 2 (Oyster Shell), 2016, İstiridye Kabuğu, 35 mm Film Negatifi, 

Peki, teknoloji ve hız çağı içinde, enformatik bir yaklaşımla kurguladığınız bu serginin ilk çıkış fikrini oluşturan eser hangisiydi ve bu eserin süreci üzerinden serginin nasıl oluştuğundan söz eder misiniz? Ayrıca eserler üzerindeki metinler ve fotoğraflardan oluşan çizimler kaynağını nereden alıyor?

Sergideki Trim burada kilit iş niteliğinde. Bu, nemden dalgalanmış duraliti atölyede buldum. Sanırım bir sanatçı üzerinde akrilik ve sprey boyayla heykel boyamış. Bu lekelere tamamen sezgisel bir şekilde kendi lekelerimi ekledim ve aynı lekeleri başka yüzeylerde yaratmayı denedim, sergide desenlerin buluştuğu ortak arayüzümsü zemin buradan çıkarak gelişti.

Üzerindeki deseni ise defterimden aktardım, kaynak fotoğraf ise Hans Aarsman’ın “işlevsel fotoğraf” diye tabir ettiği türe mensup. Arkadaşım saçımı kesmiş, sonra olup olmadığını anlamam için telefonuyla çekip bana göstermişti. Kötü ve düşük çözünürlüklü ama çizildiği veya resmedildiği takdirde beklenmedik bir estetik potansiyele ve anlaşılmazlığa sahip olabilecek fotoğraflardan… Bence bu da benim ilgilendiğim görsel türü ve işlerimi özetler nitelikte.

​Metinlerin bazıları arkadaşlarımla mesajlaşmalarım, bazıları tweet’ler, bazıları da okuduğum e-kitaplardan alıntılar. Fotoğrafların bazıları kendimin, bazıları arkadaşlarımın, bazıları da buluntu/anonimleşmiş viral görseller. Bütün bu bilgi türlerinin havaya atılıp, beklenmedik şekillerde eşleşmesi serginin anlatısını oluşturdu.

"Beachcomber" serginizde yer alan çeşitli formlardaki yağlı boyalarınızın kavramsal ve biçimsel sürecinden söz eder misiniz?

Yağlı boyalar diğer işlerden farklı olarak Düsseldorf’a gitmeden önce yapmış olduğum işler ama temel aslında bunlar. Konuk sanatçı programında hem bunlardan uzaklaşmak, hem de bunlarla çözümlemek istediğim konulara bir çıkış noktası bulmayı hedeflemiştim. Küçük tuvaller benim Instagram’daki fotoğraflarımı konu aldığım resimler. Küçük çalışmaya bazen mecbur kalmamın yanı sıra gene güzel bir rastlantıyla karşılaştığım için 2015’ten beri sektirmeden devam ettiğim bir seri. Instagram’da küçücük ekranda izlediğimiz küçücük fotoğraf, minicik cevherimsi tuvallere dönüşüyor. Kâğıt işler de benzer bir ekonominin sonucu, yer sorunum olduğu için büyük işleri tuval yerine kâğıda çalışmaya karar vermiştim. Düsseldorf’ta daha büyük çalışabilmeme rağmen küçüğün cazibesi bence işlerin hep parçası olacak, işin tamamına bakıldığında tıpkı bir akıllı telefon ekranı gibi izleyiciyi yakınına çeken ufak pencereler, detaylar var.

©Nazlı Erdemirel

Serginizde yer alan istiridye kabuğu ve içinde epoksiyle sabitlenmiş bir fotoğraf negatifi ile ayrıca küçük bir çerçeve içinde yanmış ama epoksi ile kalıcı hâle getirilmiş bir USB bellek olan iki eseriniz var. Bu iki eser plastik ve enformatik bilginin hap şeklinde toparlanmış bir sunumu gibi aynı zamanda. Bu eserlerinizin sergi içindeki bütünselliğinden söz eder misiniz?

Bu işler biraz yol göstermek için diyebilirim. Açıkçası didaktik özelliğe sahip ama dahil ettiğim için memnunum. Verileri konu ediniyorum ancak içinde bulundukları muhafazalar da bir o kadar konuya dahil. Negatif ve USB bir noktada aynı şekilde bilgiyi içeren birer nesne, ama zaman içinde bu nesnellik şekil değiştiriyor. Negatif biricik bir şey, ancak sergiyi oluşturan bütün veriler o USB’den çıkmış olabilir ve hiç de derinliğini ele veren bir nesne değil. Esasında belki bütün bu verileri görselleştirme sebebi olarak bu görülebilir. Anı-nesne (artifact) ilişkisinde resmin ve ilk evrelerinde fotoğrafın verdiği cismani tatmini yaşayamıyoruz.

Sergide yer alan görsel imgeleri ve metinleri sosyal medyadan ve mobil haber kaynaklarından edinerek aslında ne denli yoğun bir imge ve bilişim bombardımanı içinde olduğumuzun da altını çiziyorsunuz. Buluntu nesneler ile birleştirdiğiniz bu veriler muğlak hayatımızın bir parçası olduğu kadar, izleyiciyi yönlendirebilir mi ya da onların hislerini ortaya koyabilir mi?

Bence evet. Gündelik hayatta medyalar tarafından manipüle edildiğim ölçüde manipüle etmeyi öğrendiğimi düşünüyorum. Üzerimizde tamamen zıt duygusal etkilere sahip verileri peş peşe görmek mutlaka hem bilinçdışımızın sebep olduğu, hem de bilinçdışımızı bu hâle getirmiş bir görsel kültürün uzantısı. Bu kafa karışıklığını anlamlı hâle getirmeye çalışıyoruz. Instagram gibi gündelik mecraların kullanımında geleneksel etkileri arayıp bulmak zaten benim için çok eğlenceli bir şey. Defterlerimde ve eskizlerimde sezgisel olarak da bilinçaltımın yansımaları ortaya çıkıyor çünkü işler bittikten sonra onların oluşma sürecindeki ruh halimi bu kadar açık ettiğimi de birazcık utanarak hatırlıyorum. Ama zaten bence işlerim bu şekilde çalışıyor.

Zeynep Beler, Selfie, 2017, Bristol Üzerine Sprey Boya, Akrilik ve Kurşun Kalem, 100x70 cm.

Peki, sergide eserler içinde yer alan bu çizimler ve metinler anonim mi? Bunları neye göre belirlediniz ve kullandınız?

Bazıları anonim. İnternetten sahipsiz görselleri kullanırken Joan Fontcuberta’nın “evlat edinmek” terimini kendime yakın buluyorum. Sahipsiz görselleri kullanmak hep riskli, dolayısıyla belirli bir kıstasa sahip olmakta fayda var. Mesela internet tarafından halihazırda anonimleştirilmiş veya haber siteleri tarafından zaten kamusallaştırılmış olabilir. Küçük bir araştırmayla bu görselin istenen kullanıma müsait olup olmadığını anlamak çok kolay. İnternetten veri toplamaya alışkın bir nesil için bunların kuralları somutlaşmaya başladı bile. Sahiplenme (appropriation) düpedüz ve yorumsuz bir şekilde bir görseli alma durumuna karşın belli bir görgü haline geldi.

​Benim son dert edindiğim durum, mesela insanların Instagram hikâyelerini çalmak. Bu sergide resmini yaptığım hikâye sahiplerinin haberi var. Ancak ilerisi için telefonumda biriktirdiğim bazı hikâye ve ekran görüntülerinin sahiplerini hatırlamıyorum. Bu, bağlamından koparılan görsellerle ilgili ikileme iyi bir örnek. Sonuçta akışımda birçok insan var ve görsellerinin kullanılmasından hoşlanmayabilirler; ancak zaten bence bu empati durumu insanı yaratıcılığa zorluyor. Benim olmayan görselin benim olmadığını, sadece evlat edindiğimi nasıl yansıtabilirim? En uç noktada da bu işin asıl temeli mülkiyet kavramını boş verip screenshot almışım, dolayısıyla “benim oldu” beyanı var. Sonuçta orijinal fotoğraf çekme eylemi de benzer bir görsel biriktirme.

©Nazlı Erdemirel

Son olarak sizce enformasyonun sosyal medya ve teknoloji ile buluştuğu noktada nasıl bir ilişki söz konusu?

Ben bir şekilde bu hızlanmış çağda kendimizi koruma eğiliminde olduğumuzu görüyorum: Sosyal medya, lokal yaşantıya ve maksimum 5000 kişi tarafından tanınmaya duyduğumuz özlemi yansıtıyor. Şehirde yaşantımızı sürdürürken benliğimizi sanal köylerde yaşıyoruz. İnternetin ilk zamanlarında anonimliğin lütuf ve tehlikeleriyle ilgili bir sürü şey öngörülmüştü. (Jeanette Winterson’un kitabı da “burada istediğin her şey olabilirsin!” temalıdır) Ancak şimdi kendi elimizle adımızı soyadımızı girip, yüzümüzün fotoğrafını yüz algılama yazılımlarına sunup, gerçek dünyadaki kimliğimizin bize göre kusursuzca sosyal medyada da yansıması için birtakım çabalar gösteriyoruz. Kimliğimizi kaybetmeme çabasındayız. Bu, evrimin teknolojilerimize ayak uyduramaması sonucu, beynimizde fişeklenen bir güvenlik illüzyonu, geliştiriciler de bunun farkındalar. Ben de hiçbir şekilde bunun dışında değilim ama kendi dışımda durup, bir numune olarak kendimi gözlemlemeyi deniyorum.

​Zeynep Beler'in Krank Art Gallery'de açılan, dijital medyanın saydam yüzünü ortaya koyduğu "Beachcomber" adlı sergisi, 17 Mart'a kadar izlenebilecek.

0
6788
1
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle