22 MAYIS, PAZARTESİ, 2017

Belleğin İzinde: Zihin Topoğrafyası

42 MASLAK Art!SPACE Gallery’de Marcus Graf’ın küratöryel danışmanlığında açılan “Zihin Topoğrafyası” sergisi Erkan Özdilek ve Kerim Kılıçarslan’ın multidisipliner sanat pratiklerinin bir izdüşümü olarak değerlendirilebilir. İkilinin 2016 yılında Kapadokya bölgesinde üzerinde çalışmaya başladıkları, farklı disiplinlerde ürettikleri, bölgenin sosyo-politik ve kültürel belleğinden yola çıkarak, kişisel hikâyeleri ve öz benlikleriyle ele aldıkları eserler sergide bir araya geliyor.

Belleğin İzinde: Zihin Topoğrafyası

Erkan Özdilek, Kerim Kılıçarslan ve Marcus Graf ile “Zihin Topoğrafyası”na dair yaptığımız röportaj, 2018 yılında sonuçlanacak olan projeye dair somut verileri izleyiciye sunarak, onların da kendinden parçalar bulmasının ihtimallerini doğuruyor.

İlk olarak sizleri tanıyalım. Öncelikle sanatsal üretim pratiği olarak ne gibi eserler üzerinde çalışıyorsunuz? Nasıl malzemelerden faydalanıyorsunuz?

Erkan Özdilek: Yeşilhisar- Kayseri doğumluyum. 1981/82 Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu) Resim Bölümü mezunuyum. 30'un üzerinde kişisel sergi açtım. Yurt içi ve yurt dışında 100'ün üzerinde etkinliğe katıldım. Halen çalışmalarımı Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve İstanbul'da sürdürmekteyim. Öncelikle yaşamımızdan kaynaklanan olaylar ve olgular üretimimde başta gelen etkenlerdir. Tarihsel doku, sosyal olaylar, toplumsal dinamikler üretimimi tetikleyen kavramlardır. İşlerimde bu kavramları zaman zaman teknik olarak performans, fotoğraf ve doğal nesnelerle desteklemekteyim. Tabii ki klasik yüzeylerde de (tuval gibi) çalışmalarım kesintisiz devam etmektedir.

Kerim Kılıçarslan: İstanbul doğumluyum. Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunuyum. Yüksek Lisans ve Sanatta Yeterliğimi de Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamladım. Halen aynı fakültede Yrd. Doç. olarak görev yapmaktayım.

Yaşamın bizatihi kendisi, sanatsal üretim pratiğimin ana aksını oluşturmaktadır. Bu anlamda antikiteden günümüze uzanan süreçte insanoğlunun gelişimine paralel  yaşanan toplumsal olayları, olguları bu perspektife dahil edebiliriz. Günümüzde herkesin sanatçı ve her şeyin sanat nesnesi olabilme potansiyeli taşıdığı düşüncesinden hareketle akıp giden yaşama şahitlik eden, notlar alan ve kendi sanat dilini kullanarak not düşen, üreten biriyim. Bu tavırda, bazen iki boyutlu, üç boyutlu çalışmalar, mekânda yerleştirmeler, ses ve ışık enstalasyonları gibi sanatsal medyumları kullanarak üretimimi sürdürüyorum. 

©Nazlı Erdemirel

“Zihin Topoğrafyası” ne demek? Serginin ismi nereden çıktı? 

E. Ö.: Tüm yaşanmışlıklardan, yaşananlardan, tarihsel dokular üzerine düşünsel bir alan arayışıyla başladı bu süreç. Bu bağlamda bugünün ve geçmişin zihinde oluşan kodlarından hareket ettim. Daha sonraki süreçte pratiği daha geniş bir alana yayıldı. Fiziksel olarak kapalı mekânlardan açık mekânlara (kente-doğaya) yöneldi. Bu düşünceler uzun soluklu olacağını düşündüğümüz projemizin ana başlığını oluşturdu. Kerim Kılıçarslan'ın alt başlığının dışında benim alt başlığım da "Sinyal Beklerken" oldu.

K.K.: Başlangıçta proje içeriğinin olabildiğince genişlemesi ve derinleşmesine olanak sağlaması açısından bir üst başlık altında yürütmeyi düşünmedik. Düşünsel sürecin olgunlaşmasının ardından sahadaki pratiklerde duyusal ve duygusal olanın içeriğe ne denli güçlü etkilerle katkı sağladığını gördük. Bu katkılarla proje daha girift bir yapıya dönüştü. Bu yapı farklı katmanlardan oluşuyor ve iki bağımsız sanatçının her birinin kendisine ait kişisel tarih, kültür, bellek, aidiyet ve duygu dünyasından referanslarla kamusal alana, kent ve kırsaldaki yaşam formlarına, zamana-mekâna, toplumsal yapıya, sosyo-kültürel olaylara bakışını ortaya koyuyordu. Bu denli zengin katmanları bir bir açığa çıkaran süreç aynı zamanda kendisine bir üst başlık oluşturuyordu ki, sevgili Marcus Graf ile yaptığımız toplantılarda “Zihin Topoğrafyası” ismi tam da bu süreci anlamlandıran bir isim olarak ortaya çıktı.

Serginin küratöryel danışmanı olarak Marcus Graf ile yollarınız nasıl birleşti? Üretim ve sergileme süresinde nasıl çalıştınız?

E. Ö.: Marcus Graf ile yaklaşık 10 yıl öncesinden başlayan bir tanışıklığımız var. Siemens Sanat’ta "Para ve Sanat",  “Under Construction”da ses enstalasyonu ve daha sonra çalışmalarımı sürdürürken bir kitap oluşturma düşüncem vardı. Marcus'la paylaştım ve üç ay süren bir zaman diliminde aralıklarla röportajlar yaptık. Bu röportaj basılmayı bekleyen kitabımın ilk bölümünü oluşturmaktadır. “Zihin Topoğrafyası”nda ise Marcus Graf, Melike Bayık ve Dilara Altuğ'un titizlikle yürüttükleri, düzenleme planlarını aşama aşama birlikte gerçekleştirdik.

K.K: Marcus Graf ile Erkan Özdilek’in tanışıklığı eskiye dayalı olmasına rağmen benim sanat dünyasından tanıdığım ve takip ettiğim biri olarak kendisiyle ilk tanışıklığım bu projenin ilerleyen aşamalarında, projenin sergi sunumuyla ilgi düşüncelerin geliştiği dönemde oldu.

Tamamen bağımsız iki sanatçının projelendirerek uygulamaya koyduğu bu çalışmanın sunum aşamasında bir profesyonel ile yol almak gerekiyordu. Bütün sürecin, projenin kendi bağlamı çerçevesinde toparlanıp, dil birliği içinde işlerin yan yana getirilmesi, çalışmalara dair metinlerin edit edilmesi, mekânın belirlenmesi, serginin lansmanının yapılması ve sonunda sergi mekânında işlerin yerlerine asılması ve yerleştirilmesine varıncaya kadar kaçınılmaz desteğe ihtiyaç duyduğumuz her aşama sevgili Marcus Graf ve ekibinden Melike Bayık ve Dilara Altuğ’un özverili katkılarıyla gerçekleşti.

Marcus Bey iki sanatçı için bir solo sergi yapma fikri nasıl oluştu? Kavramsal açıdan kendi kişisel geçmişleri ve sosyal kültürel bağlar ile çağdaş eserler üreten bu sanatçılar ile yollarınız nasıl kesişti?

Marcus Graf: Erkan’ı 10 yıldan fazla bir süredir tanıyorum ve beraber iki sergide çalıştık. Birtanesi 2007 yılında gerçekleşen “Under Construction” adlı kişisel sergisiydi. Sonra bana projesinden bahsetti ve onlara küratöryel danışmanlık yapmayı isteyip istemediğimi sordu. 

“Zihin Topoğrafyası” sergisinde farklı eserleri bulunan iki sanatçıyı estetik bir çizgi ile birleştirdiniz. Bu sergiyi yaparken sanatçılarla nasıl çalıştınız? Kolektif bir çalışma söz konusu mu?

M.G.: Aslında işin büyük kısmını sanatçılar halletti. Proje zaten hazırdı, üstüne çok iyi düşünülmüş ve özenle oluşturulmuştu. Bana düşen tek şey onların sanatsal araştırmalarının güncel sonuçlarını, düşüncelerini ve işlerini anlaşılır kılacak şekilde seçip bir araya getirmek oldu. Bilinen anlamıyla küratörlükten çok editörlük yapmış oldum yani. Sergiye en büyük katkım işleri seçmek, o işleri 42 MASLAK’a yerleştirmek ve üçümüzün yaptığı konuşmalar doğrultusunda sergiye bir isim vermek oldu.

Erkan Bey, Kerim Kılıçarslan ile birlikte gerçekleştirdiğiniz “Zihin Topoğrafyası” sergisinde gösterdiğiniz eserlerinizi form ve konu açısından anlatabilir misiniz?

E. Ö.: Kerim Kılıçarslan ile gerçekleştirilen, gerçekleştirilecek olan bu süreç 2007 yılında başlayan saha çalışmalarının ilk adımıydı ve 2018'e kadar devam edecek. Bu süreçte defalarca Kapadokya bölgesine gidiş gelişlerimiz oldu. Benim çocukluğumun geçtiği yerlerdeki işlerim sosyal yaşam, jeoloji ve tüm bu zaman dilimlerinin izlerini taşır. Bu sunumumuzda zaman zaman tuval, bulunmuş nesneler, ipek böceği kozaları, el yapımı kağıt hamuru, (iletişim nesnesi olarak) pigmentler, reçineler çalışmalarımda yer almıştır. Bir de değerler sistemi ve kutsala göndermeleri olan altın kaplı bir daktilom vardı. Zaman zaman yazın dilinin ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Alınıp satılan süslenmiş yüzeylerden başka söylemler oluşturmaya çalıştım. Bu süreçte yüzlerce desen ön çalışmam oldu, tuval nesnesini de bu süreçte araç olarak kullandım. Sanatçının kaygılarının bu perspektifte geniş bir alanda, uzun soluklu olmasını  önemsiyorum. Özellikle ipek böceği kozaları bu süreçte nesnel, biçimsel, düşünsel olarak  çalışmalarımda tüm zamanlarda yer almıştır. 

©Nazlı Erdemirel

Kerim Bey, Erkan Özdilek ile birlikte gerçekleştirdiğiniz projede sizin eserlerinizi “Zihin Topoğrafyası” sergisi içinde nasıl yorumlayabiliriz?

Özdilek ile beni bir araya getiren çalışmanın ilk fikri 2007 yılında oluştu. O tarihten bugüne gelişip olgunlaşan projeyi bu yılbaşında uygulamaya koyduk. 2018 yılını da içine alan uzun soluklu bir çalışma olacak ve birkaç alt başlıkta işler üretilecek. Bu projede Özdilek ve ben ortak kültürel coğrafyada yan yana gelirken, hem ortak hem de farklı yanlarımızdan bahsetmek mümkün. En temel fark, Özdilek’in bu coğrafyada doğup büyümüş ve yerel bağlarının olmasının aksine benim bölgeye tamamen yabancı oluşum ve oraya dair hiç bir aidiyetimin bulunmayışıdır, ki zaten bu aidiyet meselesi projenin ilk kesitinde benim çalışmalarımın ana aksını ve sonrasında da Özdilek ile ortak yanlarımızı oluşturmaktadır. Benim için bir aidiyet duygusundan bahsetmenin ön koşulu orada kendime bir yer edinmek ve üzerinde bir yaşam kurmaktı. Yer edinmek, yer tutmak, yerleşmek, bir yaşam kurmak insanın bedenin maddi varlığının bir anlamda kanıtı diye düşündüğümüzde en basit şekliyle yeryüzünde kendine ait hissedebileceğin özerk ve özel bir alanı sahiplenmeniz gerekiyor.

Çevrilmiş her alan bugünkü tüketim kültürü içerisinde özel mülk - yer olarak ilan ediliyor olsa da aslında “yer” kavramının bedenle ilişkisinin kurulduğu noktada anlamlılığından bahsetmek mümkün. Bu projede benim yer edinme deneyimlerimde merkezde oluşturulan ateş, bir ocak ateşi olarak orada bedene, insana ve insani ilişkilere referans olarak ortaya çıkıyor. O yere gidişler, kalışlar, dönüşler ve bu eylemlerin tekrarlanmalarıyla “yer” yani “beden” kendi tarihini, hafızasını oluşturmaya başlıyor.

Marcus Bey iki farklı sanatçıyı bir tema altında birleştirip, farklı sergileme teknikleriyle izleyiciye sundunuz. Sergide yer alan eser seçkisini neye göre belirlediniz? Küratöryel anlamda sergiyi anlatabilir misiniz?

M.G.: Onların kendilerine özgü biçimsel ve kavramsal parametrelerinin yanı sıra bireysel olarak projeye yaklaşımlarını da göstermek istedim. İşte bu yüzden ben de sanatçılarla beraber onların kullandığı sanatsal metotlara ve Kapadokya’daki projede nasıl konumlandıklarına örnek teşkil edecek işleri seçtim.

Yeşilhisar, Soğanlı ve Erdemli bölgesini seçmenizin sebebi nedir?

E.Ö.: Bu bölge; yinelemek gerekirse çocukluğumun geçtiği yerler. Sadece Yeşilhisar'a bağlı Soğanlı, Erdemli bölgesi değil Ürgüp'e yakın Sinasos bölgesi, Gomeda vadisi de çalışma alanlarımızın içerisinde yer alacak. Bu seçilen yerler bilinen turistik yerlerin dışında bir bölge, Anadolu'da Hititler'den başlayarak birçok uygarlığa mekân olmuş yerleşkeler bölgesi. Bu uygarlıkların izlerini buralarda görmek mümkün. Bu nedenle burası yaşam örgüsü, jeolojisi, yaşam kültürü, kutsallık, barınma ve daha birçok kavramı içinde barındıran bir bölge; alan, yer ve düşün perspektifi veren bir boşluk. Bir sanatçının üretmesi (düşünsel ve pratik alanda) için tüm veriler bu yerde var. 

K.K: Kapadokya bölgesini seçme nedenimiz tamamen buradaki atmosferin bizim üzerimizde bıraktığı ilk etkiden kaynaklanıyor. Yani M.Ö. 3000 yıllarına dayanan bir yaşanmışlık tarihi olan bu bölgede zamanın durduğuna şahitlik edebiliyorsunuz. Oldukça gizemli ve bir o kadar zengin kültürel bir coğrafya. 

Yeşilhisar, Soğanlı ve Erdemli bölgeleri bu coğrafyada ilk yerleşkelerin kurulduğu alanlardan. Bugün turistik gezilerde biraz daha az sayıda insanın uğradığı, popüler turizmin dışında kalmış olmasına rağmen bölgede az sayıda olan su kaynaklarının bulunduğu ve önemli mimari yapıların, sarayların ve tapınakların hâlâ ayakta durduğu bir bölge. Bölgenin bu coğrafyada ilk yerleşke alanı olduğundan bahsetmiştim. Proje bağlamında kendi işlerimin ana aksından bahsederken aidiyet kavramı üzerinden yer edinme, yerleşme pratiğimi de ilk yerleşim bölgesi olması sebiyle burada gerçekleştirdim. Bir anlamda imite edilmiş bir davranış biçimiyle öylece gelip çevrelediğim bir alanda ilk ocak ateşimi yakarak “yer”, “beden”, “ben” ilişkisini kurarak, negatif kaos içinde pozitif bir kaos, bir kozmos yarattım diyebilirim. İşe buradan başladım.

Çalışmalarınızda kişisel geçmişinizi görebilir miyiz? Eğer öyleyse bu sosyal ve tarihsel bağı eserleriniz ile nasıl kuruyorsunuz?

E.Ö.: Evet, 70'ler ve 80'leri düşündüğümüzde Yeşilhisar kütüphanesinde okunmamış hikâye kitapları ve romanları ilk açtığımda burnuma gelen mürekkep kokusunu hiç unutmuyorum. Şimdiki üretimlerimde de o yazın dili beni hep izledi. Kağıtlar ve kağıt hamuru beni bugüne taşıdı. Bu yaşamsal örgü sürecinde de ipek böceği kozaları bana nefes verdi. Varlığıyla, oluşumuyla, dönüşümüyle... Ayrıca 16,17 yaşlarına kadar yaşadığım bu yerlerdeki ışık, mekân, bahçeler, arılarımız, Erciyes Dağı'nın milyonlarca yıl öncesinde püskürttüğü lavlardaki oluşumlar bugün de hâlâ duruyor. Beni izliyor, üretimlerimde yer alıyor.

Sergide gördüğümüz eserlerinizi form ve tema açısından anlatabilir misiniz? Eserlerde Şamanik imgeler okumak mümkün mü? Eğer öyleyse bu imgelerin yapıtlarınıza eklediği yorum nedir?

K.K: Sergide yer alan eserlerimin tamamında ateş ögesini ana tema olarak görmek mümkün. Bu öge antikiteden günümüze değin tüm zamanlarda “yer”, “zaman”, “beden”, “insan” ve “toplum yaşamı”na dair referanslarla karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz insanoğlunun ateşle deneyimleri ve onun üzerinden yarattığı kültür beraberinde bir yaşam pratiği ve formu ortaya koymuştur. Evet, böyle bir okuma yapmak son derece mümkün, yaşamın kendisinin benim sanatsal üretimimin ana aksını oluşturduğundan bahsetmiştim. Sanatçı bugün multi disipliner yapıda işler üreten dolayısıyla bazen matematikçi, bazen filozof, bazen aktivist, bazen biyolog, bazen antropolog, sosyolog; bazen dada, otacı, bazen de şaman olarak karşımıza çıkıyor.

Bu projede kendi çalışmalarımı birkaç alt başlıkta sürdürüyorum. Mekânın kutsallığı bağlamında ele aldığım bir kesitten bahsedecek olursam, sergide yer ekseni ismini verdiğim çalışma yine “yer” ve “beden” kavramlarının irdelendiği, bir alanın “yer” olabilmesi için gerekli şartların oluşturulmasıyla ilgili pratiklerin uygulandığı bir çalışmadır. Bu çalışmada mekânın doğru yerde kurulması, kutsanması ve böylelikle mutlu ve güven içinde yaşanabilir bir “yer” olması mümkün olacaktır. Mekânın kutsanmasına dair alışkanlıklarımız bugün hâlâ bozulmadan sürdürdüğümüz arketipsel davranışlarımızdandır.

Yeni kurulacak yaşam, inşa edilecek ev, kozmos kutsallık atfedilen bir dağda, bir ağacın yanında ya da o ağaçtan yapılmış bir orta direğin etrafında şekillendiğinde ya da sıklıkla şahit olduğumuz biçimde inşaata başlarken verilen kurban, adak ritüelleriyle kutsal alanda kabul görecektir. Aynı manada ateşin yakıldığı yer de kutsanma açısından yeterli olacaktır. Bu kutsal mekânlarda yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü katları arasında bir kapı, geçişlilik vardır ve bu kapıdan hastalıklar, kötülükler dışlandığı gibi iyilikler ve güzellikler içeri alınabilmektedir.

Marcus Bey, iki sanatçı arasında üretim açısından ne gibi benzerlik ve farklılıklar söz konusu?

M.G.: Bundan kısaca bahsetmek oldukça zor olurdu ancak Kerim daha minimal ve kavramsal bir yaklaşımı benimserken Erkan’ın daha dışavurumcu ve duygu yüklü bir yaklaşımı olduğunu söyleyebilirim.

Sergi sonucunda Erkan Özdilek’in ortaya çıkarmayı planladığı kitabın editörü de sizsiniz. Bir sanatçı ile kitap yapmak nasıl bir süreç? Serginin ortaya çıkışına kadar uzun süre birlikte çalıştınız ve ürettiniz. Biraz bundan söz eder misiniz?

M.G.: Bir sanatçıyla kitabı üstünde çalışmak benim mesleğimin en büyük zorluklarından ve keyiflerinden biri. Zorlu bir iş çünkü bir kitabı oluşturmak daima zordur. Metinler, görseller, editöryel çalışma ve baskı aşamasında olduğu gibi dağıtım ve satış gibi unsurların arasındaki karmaşık bağlantıları idare etmek daima zor olmuştur. Bunu bir sanatçıyla gerçekleştirmek çok daha zordur, çünkü kitaba daha kişisel bir şekilde bağlı olan bir insanın size eşlik etmesiyle düşünsel bir yolculuğa çıkarsınız. Kitap, aynı zamanda, sanatçının biçimsel ve kavramsal dünyasının derinliklerine inmek için harika bir fırsattır. Bir sanatçıyla kendi kitabı üstünde çalışmak çok güzel bir ayrıcalık çünkü böylece sanatçıyı birçok açıdan tanımış olursunuz. Eserin izleyiciye iletilmesinden sorumlu olmak da ayrıca zordur.

©Nazlı Erdemirel

Bu sergi bir projenin ilk adımı. Ortaya çıkacak olan kitaptan söz eder misiniz?

E.Ö: 2007'de başlayan bu süreç 2018'e kadar devam edecek. Tüm bu zaman diliminde yapılan çalışmaların bir dokümanı oluşturuluyor. Bu dokümanlar hem Kerim Kılıçarslan'ın hem benim bu süreçte ürettiğimiz ve üreteceğimiz fotoğraf, çizim, resim, performans, video işlerinden oluşan bir kitap çalışmasında toplanacak. Bu çalışmamızda ayrıca bu sürece paralel olarak devam ediyor.

Performatif bir eylem olarak bu sergi dizisi sizin tarafınızdan Kapadokya Bölgesi’nin ilk somut ortaya çıkarılışı. Projenin devamı gelecek mi? Bir sonraki serilerde neler bizi bekliyor?

E.Ö: Projenin devamı hem çalışma bölgemizde hem akademik hayatımızda devam ediyor. 2018'e kadar yapacak çok işimiz var, birçok proje beklemede. Bu zaman diliminde de bunları gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Şimdilik kendi imkânlarımızla Yeşilhisar Belediyesi ve çevre halkının desteğiyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Projenin bir de yurt dışı dolaşımı söz konusu. Önü açık bir süreç bu. Düşünsel çözülmelerin örneklerini göreceğiz.

K.K.: Kuşkusuz projenin ilk adımından bugüne kadar geçen uzun zaman aralığında farklı sanatsal faaliyetler dizisi oluşturuldu. Bu bağlamda ilkini gerçekleştirdiğimiz sergideki işlerden farklı olarak ses, ışık ve video enstalasyonları, performanslar, fotoğraf ve resimlerden oluşan işlerle devam edilecek. Bu işlerden bazıları bölgede açık ve kapalı alanlarda kurgulanırken o işlere ait dokümanlar, görseller yine bir sergi şeklinde yurt içi ve yurt dışında dolaşıma çıkarılacak.

©Nazlı Erdemirel

Serginin ilk girişimi olarak “Zihin Topoğrafyası” ortaya çıktı. Projenin diğer adımlarında da Kapadokya, Fransa ve diğer bölgelerde olacak sergiler için sanatçılar Erkan Özdilek ve Kerim Kılıçarslan ile birlikte iletişim ve küratöryel desteklerinizi sürdürecek misiniz? Yeni projelerde imzanız olacak mı?

M.G.: Bunu detaylı bir şekilde konuşmadık ama bilinenin ötesine yaptıkları yolculukta onları herhangi bir şekilde desteklemek beni mutlu eder!

0
15503
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle