16 HAZİRAN, SALI, 2015

Türkiye’de Gerçek Bazen Kurgunun Ötesine Geçiyor

Çekmeceler filmindeki performansıyla Nürnberg’te yapılan Türkiye-Almanya Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü iki oyuncuyla paylaşan Tilbe Saran, aynı zamanda 2014 yılından beri Oyuncular Sendikası’nın genel sekreterliğini yürütüyor. Sendikanın ofisinde bir araya geldiğimiz usta oyuncuyla hem filmin açtığı kapıları hem de sendika çalışmalarını konuştuk.

Türkiye’de Gerçek Bazen Kurgunun Ötesine Geçiyor

Yaklaşık 30 yıldır tiyatro ve sinemaya emek veren Tilbe Saran’ı özellikle son yıllarda hep “derdi olan” yapıtlarda yer alıyor. Mehmet Binay ve Caner Alper’in gerçek kişiler ve hikayelerden esinlenerek çektikleri Çekmeceler, usta oyuncunun rol aldığı son film. Kadına yönelik duygusal şiddetin, Deniz (Ece Dizdar) karakterinin akıl almaz yaşam öyküsüyle seyirciye sunulduğu filmde, Deniz’in sıra dışı annesi Saadet olarak karşımızdaydı Tilbe Saran. Türkiye-Almanya Film Festivali’nde En İyi Film seçilen Çekmeceler’in oyuncu kadrosundaki Tilbe Saran, Ece Dizdar ve Nilüfer Açıkalın da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü paylaştı. Ülkemizde vizyonu talihsiz bir döneme denk gelse de izleyicilerden tam not alan filmin Tilbe Saran’daki izlerini konuşarak başlıyoruz söyleşiye... 

©Korhan Karaoysal

Nürnberg’te ödülün üçünüze birden verilmesi şaşırttı mı sizi?

Beni en çok mutlu eden ödüllerden biri oldu. Ece Dizdar ve Nilüfer Açıkalın ile sıkı bir takım olmuştuk. O takımın görülmüş olması beni çok sevindirdi.

Peki Çekmeceler’in senaryosunu ilk okuduğunuzda sizi en çok ne etkiledi?

Senaryoyu okumadım aslında. Zenne’den sonra Mehmet (Binay) ve Caner (Alper) ile yakın arkadaş olduk. Çekmeceler’i de yazmadan önce akıllarındaki hikaye olarak anlatmışlardı bana. Daha o aşamadayken çok beğendim. Üstünden bir yıl geçtikten sonra senaryoyu yazmaya başladılar ve senaryo bitmeden provalara başladık. Senaryo son aşamaya gelindiğinde en uzun provamızı yaptık. Son aşama diyorum çünkü ben doğaçlamayı çok seven bir oyuncu olduğumdan biraz bezdirdim onları sanırım (gülüyor).

Filmde farklı mekanlarda çok sayıda sahne var. Çekimler ne kadar sürdü?

İlk çekimler yaklaşık 25 gün boyunca hastanede yapıldı. Ece’nin bu sahneler için sıfır bedenin de altında olması gerekiyordu. Yeri gelmişken söylemeliyim ki Ece büyük bir adanmışlıkla çalıştı. Kilo verme kısmı performansında bahsedilecek belki de en küçük şey. Bu ilk çekimlerden sonra yaza kadar bekledik çünkü bu sefer de Ece’nin normal bir kolaya ulaşması ve diğer yandan havanın güneşli olması gerekiyordu. O çekimler de tam bir ay sürdü. 

©Korhan Karaoysal

Filmin sarsıcı hikayesinde seyirciye kalenderliğiyle biraz soluk aldıran bir karakter Saadet. Bir o kadar sıra dışı bir anne. Sizin için oynaması nasıldı? 

“Saadet elalem ne der”ci ama mutsuz bir evliliği bitirecek kadar da cesur bir kadın. Anne olmayı arzu etmemiş, olduktan sonra da kızıyla çok yakın bir ilişki sürdürmemiş, eğlenceli, dışa dönük, mesleğini seven ama fazla derinliği olmayan renkli bir karakter. Sıra dışı, o tanıdık bildik ve kutsanan anneliğe uzak bir anne. Bir oyuncu için her rolü anlamak önemli. Anlayınca yargılamadan değerlendiriyorsun ve seviyorsun. Ece ve Nilüfer ile uzun provalar yapmak çekimleri de çok kolaylaştırdı.

Film sonrası dönüşler nasıl oldu?

Benim edindiğim bilgiye göre filmi izleyenlerden çok olumlu bildirimler alındı. Ama zamanlama nedeniyle film gerçekten seyirciyle buluşamadı. Özgecan’ı kaybettiğimiz günün ertesi günü vizyona girdi film. İnsanların artık bir kötü haber duymaya tahammülü olmadığı bir dönem yani. Türkiye’de zaman zaman gerçek, kurgunun ötesine geçiyor. Ve o gerçek öylesine yorucu oluyor ki kurguda da benzer bir hikayeyi görmek, taşınamaz bir yüke dönüşebiliyor. Türkiyeli insanların çok yorgun olduğunu düşünüyorum. Sadece son yılların yorgunluğu değil bu, 1980 darbesinden bu yana hep yorgunuz. Barışı bekliyoruz sabırsızlıkla. Umarım geldiğinde yeni bir bahar olacaktır bu topraklarda.

©Korhan Karaoysal

Gerek rol aldığınız filmlerde gerek oyunlarda hep bir toplumsal yaraya parmak basan hikayeler var. Özellikle mi tercih ediyorsunuz?

Evet çünkü beni etkileyen, yaralayan hikayeleri anlatmayı, hayatımı o şekilde paylaşmayı istiyorum. Bu tür işlerde var olduğumda verimli ve mutlu olabiliyorum. Tabii bu önceden şu konularda olsun gibi bir planlama değil. Sait Faik’in yazmasam ölecektim dediği misali, benim de önüme öyle projeler geliyor ki oynamazsam içinde sıkıştığım durumlardan sıyrılamayacağım diyorum. Son iki proje buna örnek. Zenne, hakikaten duymazdan, bilmezden gelinenleri ortaya döktü, daha fazla konuşulabilir olmasını sağladı. Aynı şekilde Çekmeceler de kol kırılır yen içinde kalır minvalindeki kadına yönelik duygusal şiddeti sarsalayan bir film. Pürtelaş’taki son oyunumuz Savaş da yine adından da anlaşılacağı gibi böylesine evrensel bir sorunun küçük aile üzerindeki etkilerini irdeliyordu.

Tiyatro sezonunu erken kapadınız sanırım. 

Yedi yıldır tiyatro bölümünde eğitmenlik yaptığım Kadir Has Üniversitesi’nin salonunda oynuyorduk. Tabii orası aynı zamanda bizim dersliğimiz ve öğrencilerimizin yıl sonu gösterilerinin çalışmaları başladığı için biz profesyonel işimizi geri plana aldık. Sezonu gizlice kapamış olduk. Ancak bir sonraki sezon devam edeceğiz ve yeni oyunlar da ekleyeceğiz. 

Tüm bu çalışmaların yanı sıra Oyuncular Sendikası’nda da düzenli olarak çalışıyorsunuz. Nasıl bir çalışma düzeniniz var burada?

Bazen ofiste, bazen evde, bazen de sosyal medya başında çalışıyoruz. Yönetim kurulu toplantılarımız için burada bir araya geliyoruz. Tabii bu öyle bir şey ki işe başladıktan sonra artık her yer sendika oluyor, algınız öyle işliyor. Sokakta da o şapkanızla yürüyorsunuz. 

Sendika sonrası sektörde nasıl gelişmeler gözlemlediniz?

Çok önemli kazanımlar elde ettik. En önemlisi geçtiğimiz şubatta kesinleşti. Setler daha önce “az tehlikeli” sınıftaydı, şimdi “tehlikeli” sınıfa geçti. Bu çok ciddi bir değişim. İş sağlığı ve güvenliği konusunda artık yapımcının keyfine bırakılamayacak yasal yaptırımlar getirildi. Bir önceki yönetimin başlattığı nihayete ermesi bize nasip olan bir diğer gelişme de çocuk oyuncularla ilgili yasanın hayata geçmesi. Bunun için ciddi bir literatür taraması yaptık. Dünyanın birçok noktasındaki çocuk oyuncularla ilgili tüzükleri, yönetmelikleri incelendik. Hatta bu çalışma kapsamında yakın bir zamanda Çalışma Bakanlığı’na bir ziyaretimiz de olacak. 

Sigortasız çalıştırılma da denetim açığı olan bir konu değil mi?

Sigortalı çalışma zaten bir zorunluluk. Ancak tıpkı trafik kuralları gibi uygulamada yeterli denetim yapılmadığında nasıl kurallar deliniyorsa, aynı durum burada da söz konusu. Dolayısıyla örgütler de yasal gereklilikleri hatırlatıp bu açıkları kapamak için gerekli. Oyuncular ve sette çalışan herkes sigortalı bir işçi olmak zorunda. Yeni kurulan Sinema Televizyon Sendikası, Sinesen bunun mücadelesini veriyor zaten. Biz de Çalışma Bakanlığı ile iş birliği yaparak bu konuda çalışmalar yürütüyoruz.

Bu denetim açığı nasıl oluşuyor?

Setlerde genellikle taşeronlaşma sebebiyle işçilerin sigorta hakkı alt şirketlerden bekleniyor. Haliyle reji ekibi, sanat ekibi vs. bir taşeronlaşmaya itiliyor. Onun dışında kalanlara sigorta yapılıyor yalnızca. Oyuncular ise serbest meslek makbuzu açmaya mecbur bırakılıyor. Algı da şu: “Siz sanatçısınız, işçi misiniz?” Elbette işçiyiz, bir yere bağlı çalışıyoruz. Bize de bir metin veriliyor, hangi saatlerde nerede olmamız gerektiği, ne kadar süre çalışacağımız belirtiliyor. Canımızın istediği yerde canımızın istediği kadar çalışmıyoruz ki! Son dönemlerde Çalışma Bakanlığı bu konuda denetimleri sıkılaştırdı sanıyorum. Zaten devlet açısından bakınca da çok fazla kayıt dışı var, devlet de zarara uğruyor. Umuyorum ki kısa süre içerisinde sigortasız çalışan kalmayacak.

©Korhan Karaoysal

Bu kadar çeşitli iş kolları arasında bir sanat izleyicisi olmaya vakit kalıyor mu?

İtiraf edeyim bu yıl kötü bir izleyici oldum, çok sergi kaçırdım. Ancak her şeye rağmen fırsatını bulup Miro, Giacometti, Non Paris sergilerini ve bianellere gitmeyi başardım.  Özellikle Giacometti benim sanat tarihinde üzerinde çokça çalıştığım bir sanatçıydı ve heyecanla bekliyordum.

En son izleyip beğendiğiniz bir film var mı?

Barış Atay’ın Eksik filmini izledim ve çok beğendim.

Kamera önünden arkasına geçen genç oyunlardan biri Barış Atay. Son dönemde bu deneyimi yaşayan oyuncuların sayısı da artıyor gibi. Siz neye bağlıyorsunuz bu durumu?

Kamera önü ve arkası birbirini tamamlayan alanlar. Belki de gençler oyuncu olarak söylemek istediklerinde eksik kalıyorlar ve o yüzden cümlenin tümünü söyleyebilmek adına kameranın arkasına geçme ihtiyacı duyuyorlar.

Daha önce tiyatro yönettiniz, sinemada da düşünüyor musunuz?

Düğün oyununda yaptım; çünkü o kendi doğurduğumuz bir projeydi. Kimseye emanet edemeyeceğim bir bebek gibiydi. O vesileyle bir yönetmenlik denemem oldu. Ancak benim arzum yönetmenlik değil, oyuncu olarak çalışmayı seviyorum. Diğeri ağır bir sorumluluk olarak geliyor. 

Sizin oyunculuk dışında diğer sanat dallarına yeteneğiniz var mıdır?

Keşke olsa! Düz cetvelle eğri çizebilmek gibi bir yeteneğim var (gülüyor). Eskiden çocuklarla çalışırdım. Yine öyle bir şansım olsa da ,onlar gibi boyalara bulanıp kendimi bulduğum her şeyi yeniden boyasam, ruhuma ne iyi gelirdi. Diğer yandan her işin profesyonel nihai bir amacı olması gerektiğini düşünmüyorum. Sanat insanları iyileştirmek için var. Ne kadar çok kişi şiir yazar, şarkı söyler, resim yapar, fotoğraf çeker, ıslık çalarsa o kadar çok birbirimizi duyarız, görürüz ve anlarız. 

0
9024
1
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle