23 ARALIK, CUMARTESİ, 2023

Tiyatro Sahnelerinde 2023 Yılında Neler Oldu?

Tiyatromuz açısından 2023 yılının nasıl geçtiğini, bu yıl hangi oyunların öne çıktığını, hem bir izleyici olan hem de bu alanda düşünen, yazan Bahar Çuhadar, Betül Memiş, Emrah Akbaş, Erdoğan Mitrani, Hande Sönmez, Onur Şimşek, Pınar Erol, Yaşam Kaya ile değerlendirdik.

Tiyatro Sahnelerinde 2023 Yılında Neler Oldu?

Kültür sanat dünyası için çok uzun zamandır hiçbir “şey” kolay olmadı ama 2020 yılında pandemi ile başlayan çok zor zamanlar 2021, 2022’de de etkisini sürdürdü. Tam 2023’te her şey yoluna girecek denilerek ayağa kalkıldığında ülkemizde 6 Şubat felaketlerini yaşandı. Kayıpların ardından yaşananları atlatmak kolay olmadı hiçbirimiz için. Yas süreci uzun sürdü, bu dönemde tüm kültür sanat faaliyetleri de durduruldu. Pandemi dönemi alınan kapanma, mesafe kararları sebebiyle çileli günlerden geçerken 2023’te yeniden ayağa kalkmaya çalışan tiyatrolar tam yola çıkmışken durdular. Mart, nisan gibi faaliyetlerine devam eden ekipler bütün yıl 200’e yakın oyunu izleyiciyle buluşturdu. Önceki yıllarda sıkça karşılaştığımız tek kişilik oyunlar yerini bu yıl biraz daha kalabalık ekiplere, büyük prodüksiyonlara bıraktı. 2022-2023 sezonu boyunca bağımsız/özel tiyatrolardan, ödenekli tiyatrolardan yeni oyun haberlerini aldık. Bu kadar fazla oyun arasında yapımcıların oyunun önüne geçtiğini, “ünlü” oyuncularla dolu kadroları, ödüllü yönetmenlerin işlerini konuştuğumuz kadar kısıtlı bütçelerle başarılı işler yapan bağımsız ekipleri de çok konuştuk. Bu yıl başta İstanbul Tiyatro Festivali olmak üzere İO Uluslararası Tiyatro Festivali, Yeni Metin Festivali, Istanbul Fringe Festival ile yepyeni oyunlarla tanıştık, sezona yıldız gibi doğan yapımlar kazandırdılar. Bergama Tiyatro Festivali, Kaş Tiyatro Festivali, Bodrum Tiyatro Festivali ve daha pek çok şehirde düzenlenen festivallerle de oyunlar geniş kitlelerle buluştu.

​Bu yılın değerlendirmesini tiyatro eleştirmenleri ile yapmak yılın bir raporunu çıkarmak istedik. Her yıl onlarca oyun izleyen, tiyatro sahnelerinin nabzını tutan bu alanda düşünen, konuşan, yazan isimlerden Bahar Çuhadar, Betül Memiş, Emrah Akbaş, Erdoğan Mitrani, Hande Sönmez, Onur Şimşek, Pınar Erol, Yaşam Kaya bu yıl öne çıkan başlıkları ve onları çok etkileyen, “Ne izleyelim?” diye sorulduğunda önerdikleri oyunları anlattılar. Bu yıl yeni sezonla temsilleri başlayan Kel Diva, Çirkin, Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı, Büyük Zarifi Apartmanı, İki Kore’nin Birleşmesi'nin yanı sıra Tek Kullanımlık Hikâye, Bir Terennüm ve Canavar adı sıkça geçen oyunlar olarak listede öne çıktı. Her birine katılmakla birlikte bu yıl izlediğimiz ve hem hafızamızda hem de gönlümüzde yer edinen Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Saatler Kolektif), Kızlar ve Oğlanlar (Oyun Atölyesi), 1984 (Nilüfer Kent Tiyatrosu), Close Up (Hokuscorpus), Kim Bu Ben (Tiyatro İN), Disko Topu (Lemur Company) ve son olarak Aile Yalanları (Zorlu PSM & Toy İstanbul) oyunları oldu. Lafı daha da uzatmadan yeni yılda oyunlarda görüşmek dileğiyle… 

Bahar Çuhadar

Geride bıraktığımız 2023 senesi, tiyatrolar için bir kez daha “zorluklardan zorluk beğen” sezonu oldu ne yazık ki. Pandeminin yıkıcı etkisinden kafasını henüz kaldıran -bilhassa bağımsız ekipler- tam rahat bir nefes alıp yeni işlerini sunuyordu ki 6 Şubat’ta deprem faciasını yaşadık. Ülkece acı çektiğimiz süreçte hayat elbette tiyatrolar için de durdu. İçinden geçtiğimiz zorlu ekonomik koşullar, dönem dönem sert hava muhalefeti (Evden çıkmayın uyarıları… ) vs. derken tiyatro yapan insanlar sanırız oyunlar üzerine kafa yormaktan çok, seyirci örgütlenmesi üzerine çalışmak zorunda kalıyor. Burada zaten müthiş sağlıksız bir dengesizlik var. Bunun üstüne bir de nitelikli işler yapan bağımsız (yani ‘desteksiz’) toplulukların; ünlü isimlerden oluşan kadrolara sahip yapımlar karşısında zorlanması gibi bir reel durum söz konusu. Evet, her isteyen elbette tiyatro yapabilir, yapsın, şimdiki gibi yüzlerce oyunun prömiyer yaptığı sezonlar ne güzel… Ama bir yandan da önümüzden akan yüzlerce oyundan bize kalan, hatta sadece hissi kalan oyun sayısı öyle az ki.

Deneyimli tiyatro seyircisi zaten nerede, hangi ekipten nasıl bir iş izleyeceğini bilerek seçiyor oyunlarını. Yine de gönül ve göz istiyor ki “bir ya da iki çok iyi tiyatro oyuncusu, en az bir çok ünlü oyuncu, deneyimli yönetmen ve yazar” formülüyle oluşan geniş imkânlı, ışıltılı prodüksiyonlardan da bir iz, bir his kalsın içimizde. İzleyip geçmeyelim. Seyirci eğlenmenin ve hayranı olduğu isimleri canlı görmenin biraz daha ötesine geçsin… Tabii aynı hissi tiyatroya daha çok kafa yorduğunu bildiğimiz, imkânları kısıtlı olsa da yaratıcılıkta sınır tanımayabilecek küçük ekiplerden de bekliyoruz.

Bu soruşturma için saydım, bu yazıyı yazdığım tarihe kadar 36 yerli oyun izlemişim. Bunların birkaçı geçen sezonlardan, izlemekte geciktiğim işler. (En az 10 tane de çok görmek istediğim hâlde izleyemediğim iş var. Bir eleştiri de kendime, merak edip de bir türlü göremediğim çok sayıda nitelikli genç ekip işi var not defterimde kalan…) İçlerinden prömiyerini 2023’te yapan oyunlardan, bende kişisel olarak iz bırakan, görüşlerime kendini yakın hisseden seyirciye “İzleyin bence” diyebileceğim oyunlar (Şöyle diyeyim, arkadaşlarım oyun tavsiyesi sorduğunda onlara da söylediklerim bunlar…) şu şekilde:

Kel Diva – Oyun Atölyesi: Kişisel olarak kıymetlim olan Ionesco’nun en kült metinlerinden Kel Şarkıcı’ya son derece seyirci dostu, gayet eğlenceli ve yetkin performanslarla donatılmış bir yorum. Haluk Bilginler, Zuhal Olcay, Yiğit Özşener, Özlem Zeynep Dinsel dörtlüsünün “hınzır” sahne dili bir yana Kıvanç Kılınç, Gözde Kırgız’ın yorumları da oyunun temposunu iyice yükseltiyor. Muharrem Özcan’ın yönetiminde “olaysız olaylarla” dolu bir oyun bu, müthiş keyif alacak, “Ionesco kafasıyla” şık bir karşılaşma yaşayacaksınız.
* Bir Terennüm – Orchestra Theatre: Nakış gibi işlenmiş bir metin, sürprizi yavaş yavaş açılan bir hikâye, çok naif ve sıcakkanlı bir reji, çok iyi iki oyuncuyla buluşuyor. Firuze Engin’in incelikli ve mizahla, şefkatle donatılmış metnini İpek Türktan ve Tolga İskit’in yorumuyla, Gülhan Kadim’in yönetiminde kahkahalarla izleyeceksiniz. İnsana kendini tuhaf bir şekilde iyi hissettiren oyunlardan. Küçük bir ailenin küçük tarihi anlarında, ülkenin geçmişinde ve bugününde de bir gezinti…
İki Kore’nin Birleşmesi – Moda Sahnesi: Ekibin galiba en sevdiğim işlerinden oldu, çağdaş Fransız yazar Joel Pommerat imzalı metin. Kemal Aydoğan’ın yönettiği, yedi oyuncunun farklı episodlarda karşımıza çıktığı oyun, kadın-erkek ilişkilerine dair muzip bir iş. Canlı piyano performansı ve seçilen şarkılar da oyunun enerjisine katkı sunuyor ama bence oyunun asıl başarısı, oyuncuların metni güçlü ve eğlenceli bir damardan tutup hareketlendirmelerinde.
* Tut! Bırak! – Theater Antract: Belçika’da üretilmiş ama bu sene İstanbul’da her an yakalayabileceğiniz bir oyun bu. Hüseyin Umaysız, Layla Önlen ve Mesut Arslan’ın güçlerini birleştirmesinin ürünü olan tek kişilik bir kadın oyunu. Deniz Kaptan’ın yazdığı üç kısa kadın oyunu, Hüseyin Umaysız’ın basit materyallerle sahnenin ve oyuncunun sınırlarını zorlayarak yaptığı yaratıcı rejiyle, Layla Önlen’in hayli etkileyici ve özgün oyunculuk diliyle karşımıza çıkıyor. Tek kişilik oyuna doyduğunuzu biliyorum ama bu iş handiyse reji dersi tadında…
REM – sfrpztf: Uğur Kanbay’ın yazıp yönettiği ve oynadığı tek kişilik oyun beni hem Kanbay’ın çok içeriden bir yerden sahneye çıkıp parlayan oyunculuğu hem de otobiyografik öyküsünü anlatma biçimiyle yakalamıştı. Hüzünlü, eğlenceli, seyirciyi her an diri tutan iyi bir tek kişilik oyun örneği. 90’lardan bir erkek çocuğunun büyüme öyküsü.
Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı – Ba-Tiyatro&H6 Act: İstanbul Tiyatro Festivali’nin bu sene sezona armağan bıraktığı işlerden biri. Ferdi Çetin’in kaleminden çıkan; hızla ve gaddarca dönüşen şehre dair, dünyanın kendisine dair, tıkanıp kalan anne-kız ilişkilerine dair özgün ve yoğun bir metin. Kayhan Berkin’in yönettiği, Nergis Öztürk, Ayşe Lebriz Berkem ve Okan Urun’la birlikte sahnede de yer aldığı oyun Beyoğlu’ndaki tarihi bina Metrohan’da buluşuyor seyirciyle. Oyunun verdiği hissin kaynağı metnin söyledikleri kadar, karakterlerin, hikâyenin bu tarihi apartmana yerleşme şeklinde de gizli. Farklı ve yer yer zor ama her seyirciyi en az bir boyutuyla yakalayacağına inandığım, sezonun kıymetli işlerinden biri.
Büyük Zarifi Apartmanı – istos Yapım: İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlediğimiz bu oyun da özel bir konsepte sahip ve bir nevi kurmaca/hafıza projesi. Her İstanbullunun izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Beyoğlu’nun 150 yıllık apartmanlarından Büyük Zarifi’nin odalarında önümüzde beliren öyküler, İstanbul’un tarihinden kesitler canlandırıyor sanki. İlyas Özçakır’ın tasarlayıp yönettiği bu proje kolektif bir çabanın ürünü. Metinler bilmediğimiz yerden gelmese de naif ve özenli diliyle bize şehrin hakiki öyküsünü anımsatmak, hissettirmek açısından başarılı. Beyoğlu’nda ara sokaklarda, apartman boşluklarında asılı kalan (gidenlerin ve kalanların) sözlere kulak vermemiz için de bir hatırlatma gibi… 

1. Kel Diva, fotoğraf: Ayşegül Karacan
2. İki Kore'nin Birleşmesi, fotoğraf: Orçun Kaya
3. Tut! Bırak!

Betül Memiş

İzninizle, bu yılki 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi’ni yazan Mısır’dan tiyatro ve sinema sanatçısı Samiha Ayoub’un kelamından bir alıntı ile bu sorunuza temizinden bi’ selam çakmak isterim. Hayatında tiyatroyu güzergâh yapmış biz fanilerin de payına düşeni nasiplenmesi niyetine!

“… Bugün size hitap ederken içimde şöyle bir duygu var: Dünyanın bütünü tek tek adalara veya sisli ufuklara doğru uzaklaşan gemilere bölünmüş gibi; her biri yelkenlerini açmış ve rehbersiz, ufukta onlara rehberlik edecek bir şey görmeden yol alıyorlar. Buna rağmen uğuldayan fırtınalı denizin ortasında, sonu gelmez bir seyrüseferin ardından sığınabileceğimiz güvenli bir liman bulmak için yol almaya devam ediyoruz. Hiç bugünkü kadar birbirimizle yakından bağlantılı hale gelmemiştik ama aynı zamanda dünyamız hiç bu kadar uyumsuz, bizi birbirimizden uzaklaştıran bir yer de olmamıştı. Tiyatro ilksel özü itibarıyla insanlığın hakiki özüne, yaşama dayanan, katıksız insani bir eylemdir. Büyük öncü Konstantin Stanislavski’nin söylediği gibi, “Tiyatroya ayaklarınızın çamuruyla girmeyin. Tozunuzu ve pisliğinizi dışarıda bırakın. Küçük kaygılarınızı, kavgalarınızı, yaşadığınız küçük zorlukları, hayatınızı bozan ve dikkatinizi sanatınızdan uzaklaştıran her şeyi giysilerinizle birlikte kapıda bırakın.” İlk oyuncunun ilk sahneye çıktığı andan bu yana çirkin, kanlı ve insanlık dışı her şeye karşı çatışmanın en ön safında olmak aydınlanma meşalesinin taşıyıcısı olan biz tiyatro yazarlarının görevidir. Güzel, saf ve insani olan her şeyle karşı durmalıyız bu çirkinliğe. Yaşamı yayma gücünü göstermek başka kimseye değil, bize düşen bir görevdir. Tek bir dünya ve tek bir insanlık adına yaşamın ışığını hep birlikte yayalım.”

Ek olarak, Türkiye tiyatrosunun son yıllarda özellikle İstanbul bazlı yapılan tiyatro projelerinin/işlerinin, prodüktör/yapımcı bazlı çalışmaları; pek çok emektar tiyatro ve tiyatrocuyu yoruyor anladığım... Bu prodüksiyon yapımlı tiyatro işlerinin gelecekte hangi çembere evrileceğini görmemek söz konusu değil, demek ki birileri izin veriyor! Adalet kelimesini yanlış yerde kullanıyor olabilirim fakat şimdi içimden gelen nida; tiyatroda da kaybedilen adaletin çok yakın zamanda kaybettirenlere de kaybettireceği kesin. Dünya ve Türkiye tarihinde örneği çok der ve susarım!

Tiyatro mesaime gelirsek; Türkiye ve dünya mevzularından ziyadesiyle etkilenenlerden bir rotaydı tiyatro kadrajında bana düşen hemhâl… Çoğunlukla sahnede oyunlarda bu meramı/derdi pek göremedimse de her şeye rağmen sabırla ve içtenlikle tiyatroya emek verenlere şükran… Bu sezon seyrine düştüklerim arasında us’umda kaşınma ve ferahlık yaratanlar o kadar çok ki; ama ilk elden aklıma gelenler şöyle:
Uysal Kadın - Atlas Tiyatro Araştırmaları
Güzel Son - Semaver Kumpanya
Şirreti Evcilleştirmek - Moda Sahnesi
Kalabalık Duası - Fiziksel Tiyatro Araştırmaları
Tek Kullanımlık Hikâye - Kumbaracı50
Kalanlar - Galataperform
Afet&Diana - BGST - Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu & Theater Tri-bühne
Disko Topu - Lemur Company

Merak ettiğim ve en kısa zamanda peşine düşeceklerimse;
Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı - ba tiyatro & H6-Act
Büyük Zarifi Apartmanı - istos yapım
Kel Diva - Oyun Atölyesi

1. Şirreti Evcilleştirmek
2. Disko Topu
3. Tek Kullanımlık Hikâye, fotoğraf: Sedef Turunç

Emrah Akbaş

İki yıllık pandemi arasından sonra bu sezon oldukça hareketli başlamıştı. Salonlar dolu, yeni fikirler etkileyiciydi. Maalesef şubat ayındaki depremler herkesin hayatını etkilediği gibi tiyatroyu da etkiledi. Ülkede yaşanılan her olay sonrası kapatılan kültür sanat etkinlikleri yine gün yüzüne çıkmıştı. Bir süre kapalı kalsa da sahneler, pandemi süreci kadar uzun sürmedi. 10 ayı değerlendirecek olursam ben kendi adıma bu sezon gayet verimli geçtiğini söyleyebilirim. 200’e yakın yeni oyun sahnedeydi. Alternatif oyun bulmak çok kıymetli ama oyun genişliğinden çok dikkatimi çeken bilet fiyatlarıydı. Özellikle özel tiyatrolara devlet tarafından yeterli destek gelmeyince birçok tiyatro çareyi bilet fiyatlarına zam yapmakta buldu. Bu da izleyicileri maalesef etkiledi.

Bir diğer dikkatimi çeken şey artık seyircilerin oyuncuya değil oyuna gittikleri yönünde. Birkaç yıldız oyuncuyu kadrosuna katıp oyun sahneleyen ekipler salonlarını dolduramazken daha butik oyunlar, oyuncularıyla adından söz ettiriyor. İzleyici artık televizyon oyunculuğu ile tiyatro oyunculuğu arasındaki farkı görebiliyor. Ne mutlu bize.

Ocak ayından şu zamana neredeyse 75 oyun izledim. İçlerinde beni çok içine alan metin ve oyunculuk olduğu kadar gayet umutsuz vaka oyunlar da vardı.

* Tunç Şahin’in ilk oyunu Canavar hikâyesiyle etkileyiciydi. Başarılı bir dekorla süslenmiş bir reji, tatlı bir oyunculuk vardı.

* Komedide 39 Basamak oyunundan yola çıkılarak yazılan Oğuz Utku Güneş imzalı 39 Buçuk Basamak son zamanlarda en çok güldüğüm oyunlar arasında. Tiyatro Adam’ın keyifli oyunu 39 Buçuk Basamak, olay örgüsü, karakter geçişleri ve temposuyla dikkatimi çekti. Özellikle Pelin Abay’ın performansı çok başarılı.

* Bir diğer güldüğüm, beğendiğim oyun Çağlar Çorumlu’nun kurucusu olduğu Tiyatro Ops’un yeni oyunu Şakşakçılar. Burada seyirciler oyunun bir parçası. Ona göre bilip gitmekte fayda var. Seyir zevki yüksek, dinamik oyun görülmeye değer.

* Tek kişilik oyunlar önceki yıllara göre biraz daha azdı. Merve Polat’ın stand-up gibi başlayan, anlatış biçimiyle yer yer güldüğümüz yer yer empati yaptığımız keyifli oyunu Yan Rol izlenir.

​* İKSV Tiyatro Festivali’yle prömiyer yapan Büyük Zarifi Apartmanı hem işlediği dikkat çekici konu hem oynandığı yer ve konseptiyle farklı bir sunum yapıyor. İstanbul’daki Rumların yaşadığı sorunları anlatan bu oyun, sadece 20 kişilik salonda oynanıyor. O yüzden biletleri çok kıymetli. İzlenme listesine alınmalı.

1. 39 Buçuk Basamak
2. Şakşakçılar
3. Yan Rol

Erdoğan Mitrani

Yılın en büyük özelliği çok sayıda oyunun sahnelenmesi oldu. Genelde oyunların çoğunun nitelik olarak epey sağlam çalışmalar olması, enflasyondan çok tiyatro tutkusunun iyice açığa çıkmasının söz konusu olduğunun göstergesi.

Pandemi sonrası ekonomik zorluklar hâlen devam ettiğinden, özel tiyatrolar çoklukla az veya tek kişilik oyunları tercih etmiş durumdalar. Ödeneklilerdeyse, Devlet Tiyatrosu kış uykusuna devam ederken, geçen sene Ayşegül İşsever’in genel sanat yönetmenliğine geldikten sonra çok sağlam bir çıkış yapan İBBŞT, aynı çıkışı bu yıl da sürdürüyor. Geçen sezonun flaş yapımları Cadı KazanıTartuffe ve Fosforlu Cevriye başarıyla devam ederken bunlara Tolstoy’un ünlü romanından uyarlanan Savaş ve Barış katıldı. Aleksandar Popovski’nin çağcıl, parlak ve Berchtyen tatlar içeren epik yorumuyla üç buçuk saatlik süresine karşın hiç sıkılmadan zevkle seyredilen bu üstün yapım sanırım ki yıllarca İBBŞT repertuarında yer alacak.

Geçen yıl, organizasyonu direktörlükten küratörlüğe geçtiğinde İKSV Tiyatro Festivali için kanımca tarihinin en kötü yılı olmuştu. Bu yıl çok ciddi bir şeklide toparlanan festival iki olağanüstü uluslararası oyun (Kız Kardeşler ve Baklava Cumhuriyeti) ve üç parlak dans tiyatrosu (Café MüllerÇifte Cinayet ve Bankta) ile kendisini affettirmeyi bildi. Festivalde prömiyer yapan yerli yapımların hemen hepsi yılın en iyi oyunları olmaya aday.

İstanbul tiyatro izleyicisi için çok önemli bir oluşum da DasDas’ın başlattığı, İKSV’nin eski direktörü Leman Yılmaz’ın proje direktörlüğünü üstlendiği İO Uluslararası Tiyatro Festivali oldu. Anadolu yakasına yeni bir sanatsal soluk getiren, yıl boyunca her ay bir veya iki uluslararası yapımın izlenebileceği İO bence yılın tiyatro olayı.

İO’da, son yılların en önemli oyunu Reprise’in ardından Gılgamesh ve İO’yu izlemiş olan seyirciler, efsanevi tiyatro yaratıcısı Terzopoulos’un 8 Ocak’ta sahnelenecek olan Nora’sı için gün saymakta.

Belirtmiş olduğum gibi, yılın yerli oyunlarının pek çoğu önerebileceğim sağlam ve etkileyici çalışmalar. Kare asımla başlarsam;
* Kundura Sahne’de Kerem Kurdoğlu yazdığı ve Naz Erayda’yla birlikte yönettiği, benzersiz ses, söz hareket senfonisi Geçen Gün.
* BBT’de Barış Arman ve Ceren Ercan’ın antik klasiği yeniden düşledikleri Flu Lysistrata.
*Yenilerde restore edilen Hope Alkazar’da izleyiciyi çevreleyen yenilikçi teatral deneyim, Firuze Engin’in yazdığı, Güray Dinçol’un yönettiği, anlatı tiyatrosu ile dijital enstalasyonu birleştiren, Çirkin.
* Metro Han’da yazar, çevirmen, dramaturg Ferdi Çetin’le yönetmen, oyuncu Kayhan Berkin’in geleneksel anlatıya odaklanmak yerine, düşsel bir atmosferde anların, imgelerin ve duyguların peşinden giden oyunu Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı kanımca yılın olmazsa olmazları. İKSV festivalinde bir kez gösterilmek üzere sahnelenmiş olan İstanbul Mon Amour; Beyoğlu maratonunda sahnelenmiş olan oyunların büyük bir kısmı, Monologlar Müzesi kapsamına alınıyor. Bunları da kaçırmamalı.

​Kısaca, sadece isim vererek önerebileceğim bir düzine iyi oyunu da belirteyim;

Saatleri Ayarlama EnstitüsüSelmin Zeki Hanım: Hasta Adamın KızıSavaş ve BarışAyazmanın YılanıDersParrhesia 2Tarihte Yaşanmamış OlaylarKüçük PrensSevgi ve Her ŞeyTerörizmSen Hamlet Değilsin ki ve Eksik. Hepinize iyi seyirler dilerim.

1. Çirkin, fotoğraf: Salih Üstündağ
2. Flu Lysistrata, fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
3. Geçen Gün

Hande Sönmez

Bana kalırsa 2023 yılı pandeminin hemen ardından gelen 2021 ve 2022’ye göre çok daha hareketli ve çok daha bereketli geçti. (2022 de 2021’e göre çok daha parlak bir seneydi) Daha önce tiyatro yapmamış isimlerin de tiyatro yaptığı, yeni sahnelerin açıldığı ve pek çok heyecan verici oyunun duyurulduğu ve biletlerinin anında tükendiği bir sene oldu desek sanırım yayılmayız. Elbette bu “bilet sattıran” oyunların çoğunlukla popüler isimleri barındırması gibi bir etmen de söz konusu ve daha sınırlı alanlarda, daha sınırlı imkânlarla tiyatro yapmaya çalışan ekiplere ne kadar imkân sunulduğu tartışılabilir ancak geçtiğimiz haftalarda Tiyatro Kooperatifi’nin karşılıksız destek programı Kumbaram Sende’yi lanse etmesi sektör adına bir umut oldu diyebiliriz. Festivallere bakacak olursak da; her sene düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali'nin yanı sıra; DasDas'ın bu sene ilk kez düzenlediği İO Uluslararası Tiyatro Festivali de hem ulusal hem de uluslararası güzel bir seçkiye ev sahipliği yaptı.

* Hemen hemen her oyunlarını çok sevdiğim Tiyatro Adam'ın yeni oyunu 39.5 Basamak.
* Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer’i yıllar sonra bir arada izlediğimiz, bir Ionesco oyunu olan Kel Diva.
* Craft Tiyatro'nun Sığınak'ı.
* Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu oyunu 1984.
* Benzersiz bir rap müzikali olan Otomatik Portakal benim için 2023 yılı içinde enlerdi.

Ayrıca; ekiplerin içinde de yer alıyorum ama samimiyetle Canavar ve Çirkin oyunlarını tavsiye ediyorum. Canavar, kapanmayan aile yaralarımızla ve hesaplaş(ama)makla ilgili bir oyun, Çirkin ise djital enstalasyonla tiyatroyu birleştiren bir masal.

1. Sığınak, fotoğraf: Ayşegül Karacan
2. 1984
3. Canavar

Onur Şimşek

Bu sezon pandemiden sonra toparlanmayı net bir şekilde gördüğümüz bir sezon oldu sanırım. Pandemi öncesi sıklıkla karşılaştığımız “tiyatronun altın çağı” söylemlerinin yerini gün geçtikçe “tiyatronun platin çağı” alacak gibi görünüyor, eğer niceliksel bir değerlendirme yapıyorsak. 3-5 yıl öncesine kadar neredeyse sezondaki tüm işleri görebildiğimiz bir noktadan, geceli gündüzlü oyun izlesek dahi sezondaki işlerin üçte-dörtte birini bile göremediğimiz bir döneme geçtik. Sanki bir gün herkese “Tiyatro yap!” diye bir vahiy inmiş gibi… Tiyatroyla yıllardır uzaktan yakından ilişki kurmayan -seyirci olarak bile ilişkilendikleri oldukça muallak- yapımcı, yönetmen, oyuncuların tiyatro aşkıyla yanıp tutuştuğuna şahit oluyoruz. Yıllar önce bakanlığın destek listelerinin büyük kısmını işgal eden garip isimli kimsenin bilmediği yapım şirketlerinin çok benzerlerini bugün aktif olarak sahnelerde görüyoruz. Garip bir telaş, başarısız bir Ray Cooney vodvili uyarlaması gibi, koşturan koşturana... Uzun yıllar içinde zorluk ve yokluk içinde hazırlanmış bir pastanın dilimlerine özensizce dalıp, paylaştıkları dilimleri her gördüğüne kara borsada satmaya çalışmak gibi bir telaş; hazır alıcısı da varken. Ama bu kitleyi kim, nasıl ve ne şartlarda oluşturdu, bütün bu gidişatın sonuçları ne olur; bu değerlendirmeyi “tiyatro artık bitti” denilen zamanlarda, 2000’lerin başlarında bile, yılmadan usanmadan tiyatro yapan kişilere bırakıyorum. Daha doğru, hakkaniyetli bir değerlendirme ve sonuç öngörme gücüne sahiptirler bence. Bu geldiğimiz noktada oyun sayıları artarken izleyici sayısı artıyor mu, Türkiye tiyatrosunda bunu karşılayacak bir altyapı, sahne sayısı vs. var mı; nitelikli oyunlar, isimler, gençler, yeni denemeler kendilerine bu alanda ne kadar yer bulabiliyor, galiba konuşmak gerek. Artık yapılan çağdaş işlerin bile sahneleme ve yansıtılma biçimlerindeki gariplikleri ve -çok şahsi fikrim bu, sıkıcılıklarını- görüyor ve hissediyoruz. Tiyatroda dönüştürücülüğe çok inanıyorum ve tiyatroya dair yüksek hislerim biraz da bu pratiğinden kaynaklanıyor. Bu sezonun en dikkat çeken durumu maalesef bu pratiğin azalması ve belki de yok olması. Yüzlerce oyun izleyicisini nerede alıyor ve nereye bırakıyor bu birkaç saatlik gösterimleri sonrasında? Bir sezonda 100 oyun varken çok rahat bir şekilde 10-15 oyun önerebiliyordum sanki yıllar önce, şimdi yüzlerce oyun arasından beş tane oyun seçerken bir saat düşünüyorum ve sonunda da başarılı olamıyorum, bu durumun bana has olmadığını da biliyorum. Tiyatrodaki güncel durumu 2000’ler sinema sürecine benzetiyorum biraz. Milyonlarca izleyicinin salonları tıka basa doldurup alt alta üst üste film izlediği dönemlerden geldiğimiz nokta bu. Ve bunun tek etkeni pandemi değil maalesef. Hatta belki etkeni bile değil, tetikleyici katalizör bir faktördü belki diyebiliriz. Tiyatroda da çok uzak olmayan bir süreçte beklediğim bir son bu. Kazanan kazanmış ve muhtemelen o dönemin “kazanan” sektörüne geçiş yapmış olacak ve geriye yine iyi, nitelikli, izleyicisini kandırmayan, dönüştürücü işler kalacak; bu kişiler tüm şartlarını zorlayıp, imkânlarını kullanıp yine sahnede olacak. Bugün halâ pek çok ismin ve çok az sayıda kalmış sahnenin yaptığı gibi. Bütün bunlara ek olarak yıllardır tiyatro yapan isimlerin yanında yeni mezun, genç tiyatrocuların yaptığı yenilikçi, yaratıcı işleri takip etmeye çalışarak ve az da olsa bunlara sevinmeye çabalayarak geçirdiğim bir sezon oldu benim için.

* Bu yılın şimdilik en sevdiğim işi Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı oldu. Uzun zamandır yerli metinlerde beklediğim ve aradığım tiyatrâl estetiğe erişebildiğim bir oyundu. İzleyicisiyle yarattığı bu hisli mesafeyi ve izleyicisinde yaratmaya çalıştığı dönüşümü çok önemsiyorum.
* Yine mekâna özgü bir oyun olan Büyük Zarifi Apartmanı da artık istismara ve klişeleşmeye yüz tutan azınlıklar/eski Beyoğlu/aile dramaları gibi hikâyelere dair heyecanımı tekrar dirilten, sahici ve odağa çok yakın hissettiren bir deneyim oldu.
* İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlediğim Çirkin’i de Türkiye’de çok sık denenmeyen teknik ve görsel pratikler ve konusu itibarı ile sorgulamaya ve düşünmeye sevk ettiği yerler nedeniyle bu yıl izlediğim iyi işler arasında saymak isterim.
* Her türlü reji/metin denemelerine açık biri olarak Reka Kolektif’in Aşalım Bunları oyunu da genç ve yetenekli tiyatro insanlarının şimdi “neler yapıyor”unu görmek ve gelecekte “neler yapacak”ını düşünmek/tahmin etmek adına heyecanlandırıcı bir diğer işti.
* Moda Sahnesi’nin İki Kore’nin Birleşmesi de tertemiz bir reji ve incelikli oyunculuk sevenlerin izleyip keyif alacağı bir iş olmuş.
​* Henüz izleyemediğim ama bu ay içerisinde izlemeyi planladığım, beni heyecanlandıran iki yeni iş daha var: Geçen GünBahar Noktası.

1. Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı, fotoğraf: Salih Üstündağ
2. Büyük Zarifi Apartmanı, fotoğraf: Salih Üstündağ
3. Aşalım Bunları 

Pınar Erol

Bir kere öne çıkan başlıklar ile benim öne çıkarmak istediğim başlıklar tam anlamıyla örtüşmedi. İnsan duyarlı olduğu şeye çekiliyor sanırım. Tiyatronun -pandeminin daha görünür kıldığı- sorunları bu yılda devam ediyor. Epikür’ün yumağı gibi de çöz çöz bitmiyor. Artık tiyatro ne yapar eder bir çıkış yolu bulur romantizminden çıkmak gerekiyor. Sanatın doğasında var olan o çıkışa, tiyatronun ölmezliğine güvenmek, insanı adamsendeciliğe götürüyor. Varından çok yoğundan veren, sesini duyuramayan nice topluluk, kapandığını bile haber veremiyor. Bunun üzerindeki sorumluluğumuz peki? Aynı yerden canı yananlar birbirine derman olmaya çalışırken bakanlığın gülünç destek oranı mesela? Oyunlar keyfi uygulamalarla yasaklanmasın; sansür, oto-sansür girdabından çıkılsın; kimse “pılınızı pırtınızı toplayın gidin” diyemesin diye tiyatro yasası diye tutturuyorum ben. Yoksa daha çok konuşuruz taş fırın erkeğinin, atanan müdürlerin liyakatsizliğini.

Cumhuriyet’in 100. yaşını kutlayan yapımlarsa tarihe şerhlerini düştü. Multimedya artık oyunların içinde. O dijital dilin de estetik olabileceğini gördüğümüz örnekler oldu. Bir de sinema yönetmenlerinin tiyatroya kayan ilgileri var. Büyük prodüksiyonlar, fiyakalı müzikaller, müzikli tiyatrolar kadar mütevazı topluluklar da ortak yapım/yapımcıyla yürüyor/yürüyebiliyor artık. “Zorlu” tiyatro yapımcılığı ise hassas tartıda. Daha doğrusu hassasiyeti gitti; kazancı tartımda. Şimdi buna kızalım mı? Öte yandan Berkun Oya’nın demesiyle “güzel şeyler bizim tarafta”. Tiyatro Kooperatifi’nin Anadolu Efes öncülüğünde başlattığı ve deprem bölgesini öncelediği #kumbarasende kampanyası biraz nefes aldıracak. Hiçbir zaman benden sonra tufan demeyen Gülriz Sururi-Engin Cezzar destek fonu var sonra. İKSV, BOTİF, İO, Yeni Metin gibi festivaller, geçit-resmi gibi birbiri ardına sıralandı. Keza ödül törenleri de öyle. Bu buluşmalarda nabızlar bir başka atıyor. Hayatla bağını tiyatro üzerinden kuranlara bu hareketlilik iyi geliyor. Her ne kadar kimi güzelim oyunlar, jüri gözüyle görülmeden oynanıp bitse de... Buna karşılık TEB Ödülleri’nde kadın-erkek ayrımını kaldıran cinsiyetsiz uygulama ve paylaşılan gerekçeli kararlar tebessüm sebebi. Kurulduğu günden beri gönüllü gençlerle birlikte Türkiye tiyatrosunun kaydını tutan Türkiye Tiyatro Vakfı’nın (TTV) görülmesi ve ödüllendirilmesi hele çığlık sebebi! Tiyatroya kazandırılan yeni sahnelerin (kapanmamak üzere) kendi kültürel ekosistemlerini kurmaları da bu yıldan dileğim olsun.

2023 yılının sonuna gelsek de tiyatro sezonunun başında sayılırız. Dolayısıyla listeme aldığım ama henüz izlemediğim ve prömiyer için sırasını bekleyen oyunlar çoğunlukta. Bir de sezondan bağımsız, hâlâ sahnede iken Genco Erkal, Nevra Serezli, Şener Şen, Suna Keskin gibi ustaları kaçırmamalı. Başlarda dudak büktüğüm, didik didik kusur aradıklarımsa, sezonun sonunda en sevdiklerim olabiliyor. Önce Türk tiyatrosunun da artık yazarıyla anılmasına duyduğum isteği belirtmeliyim. Galata Perfom’un bu muradıma katkısı çok. 12 yıldır sürdürdüğü Yeni Metin festivaliyle yazar adaylarını bulup görücüye çıkarıyor. Benim gönlüm hep derdini anlatmak için ter ter tepinmeyen metinlere kayıyor. Bu yüzden;

Istırap Korosu yaşadığımız günlerin temsilcisi olarak dikkatimi çekiyor. Oyuncuları Seda Türkmen ve Deniz Karaoğlu, birbirleriyle hiç göz göze gelmemelerine rağmen sektirmedikleri replikleri, zamanlamaları ve rol çalmayan oyunculukları ile partnerlik dersi veriyor.
3 Eksi 1’e ne demeli! Devrim Yakut ve Altuğ Görgü, pekâlâ suiistimale uğrayabilecek metni, ajite etmeden, taşırmadan başka bir faza taşıyorlar. Ve galiba tiyatromuz, yeni bir yazarla birlikte bir de yönetmen kazanıyor. Son yıllarda niçin tek kişilik oyunlar ve neredeyse sırta atıp taşınabilecek dekorlar öne çıkıyor malumumuz. Bu oyunlar, gözüme yalnızlaştırılan tiyatronun sahnedeki tezahürü gibi görünse de -iyi tarafından bakayım- tiyatronun özünü hatırlatıyor. Sahnedeki boşluğu ise anlatı tiyatrosuna dayandırılan oyunculuklar dolduruyor.
Herkes Kocama Benziyor’dan sonra Fazilet Yalnız Değildir’i izleyince aynı oyunu izlediğimi zannediyorum. Aynı bam telinde dolaşan rol kişilerinden lafı bir Ayten alıyor, bir Fazilet sanki. Sonra diyorum ki niye yıllardır aynı oyunlar tekrar tekrar sahneleniyor sanıyorsun, sen yoruma, rejiye bak.
* N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali diye hayıflanırken onun artık sahnelenmeyen Kader Can’ın akrabası olduğunu keşfediyorum. Muhtemelen yazarını dürten, ona rahat vermeyen konuların zaferi bu. Ki belirtmeliyim adı geçen oyunların kalbimde yerleri ayrı. Hele N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali’nin dilimde dolanıp genzimde duran o Ben Yağmurum Geceye şarkısı yok mu? Finali final yapıyor. Tiyatro kolektifse bunları da anmalı.
* O arı dilin samimiyetine tutulduğumdan mıdır nedir? Bir Terennüm’ün nostaljik tasarımı, sıcacık rejisi ve kişi/zaman geçişindeki ustalığı içime işliyor.
Tek Kullanımlık Hikâye’de tutulduğum oyunlardan. O şombik çocukları herkes izlesin istiyorum.
* NKT’nin 1984 oyunu, çarpan metni/rejisi kadar hareket ve ışık tasarımıyla da aklıma kazınanlardan. Tan Temel ve Cem Yılmazer’in oyuna katkısı büyük. Ayrıca ekibin coşkusu ve iyi oyun oynama açlığı, bu çocuklar ne yapsa iyi yapar dedirtiyor.
* Özlem Zeynep Dinsel, Kızlar ve Oğlanlar’da sarstığı kalbimi Aşkın En Kısa Gecesi’ndeki kıvraklığıyla pansuman ediyor. Ne oyuncu ama!
Dublörün Hikâyesi’nde Kemal Uçar, performatif oyunculuğuyla uçuruyor.
* Nagihan Gürkan’ın titizlendiği dil, Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’de fark edilmeyecek gibi değil.
* Ayşe Sedef Ayter’in Medea’ya Göre Ahlak’ta renklerle yaptığı dramaturji, oyunu mistik bir masala dönüştürüyor.
* Kemal Yiğitcan’ın kıvılcımlı aklı, (Karşınızda) Yalnız Kadın’da enkazdan bir canavar yaratıyor.
Eksik’te özellikle Levent Can’a dikkat diyorum.
* Yine tam da günün oyunu Kim Bu Bende Onur Ünsal keyif veriyor.
Fairflyda sanki ben de bir ofiste girişimcilik için kafa patlatıyorum. Öyle sahiciler.
La Reprise tiyatronun her unsurunu ne güzel kullanıp izleyenleri mest edip gitti öyle.
​* Yıldız Kenter’in dediği gibi birini eksik ansam, diğerinin hatırı kalır.” Ama son olarak festival kapsamında izlediğim Cafe Müller’i anmadan bitirmeyeyim. Taşıdığı hayli kişisel anlamla beni 20 sene öncesine, mesleğe başladığım o ilk yıla, Pina Bausch hakkında Dikmen Gürün ile yaptığım o ilk röportaja götürüyor. Bedenlere çağrışım taşıyan o tılsımlı gösteri, bilseniz kulağıma neler neler fısıldıyor. Bir de bahsettiğim oyunlar kadar seyircinin yanan, öten, çalan, düşen telefonları aklımdan çıkmıyor. Bakın onlar da iz bırakıyor.

1. Fairfly
2. Bir Terennüm
3. Medea’ya Göre Ahlak

Yaşam Kaya

2023 yılında özellikle prodüksiyon tiyatroları ön plana çıktı. Küçük çaplı, isimleri duyulmamış gruplar seyirciye ulaşmakta zorluk çekti. Maalesef popüler kültür iyiden iyiye tiyatronun içine yerleşirken, adı duyulmamış gruplar ve oyuncular seyircinin dikkatini çekmiyor. Özellikle ekonomik problemlerden kaynaklı sergilenen oyun sayısından ciddi düşüş var. Sinema ve dizi dünyasından tanınan popüler isimlerin tiyatroda daha çok boy gösterdiği bir yıla tanık olduk.

Cırcır Böcekleri İtler ve Biz - Art 12
Balina - Craft & Zorlu PSM & Freestage
Parça Parça - Postpandemik Cemiyet
Bella Figura - İstanbul Devlet Tiyatroları
​* Kel Diva - Oyun Atölyesi 

1. Cırcır Böcekleri İtler ve Biz 
2. Balina
3. Parça Parça

İsimler alfabetik sıraya göre sıralanmıştır.
Tüm yazarlara değerli katkıları için teşekkür ederim. 

0
6120
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage